BGSAM:

14 09 2017

Konu: Propaganda ve Psikolojik Savaş yöntemleri.

Silah patlamadan kazanılan savaşlar nasıl hazırlanır?

1984’e kadar Sovyetler Birliği Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) subayı olarak çalışan Yuriy Bezmenov’un “Propaganda ve Psilolojik Savaş Yöntemleri”  kitabından bir alıntı sunuyoruz.

Yuriy Bezmenov, 1939’da yüksek rütbeli bir Sovyet subayının ailesinde dünyaya gelmiştir. Öğrenimini tamamladıktan sonra KGB tarafından göreve çekilmiştir.

Batıya geçince Tomas D. Şuman adıyla ünlenen Bezmenov, KGB tarafından yürütülen propaganda ve psikolojik savaş yöntemleri uzmanıdır.

Sovyetler Birliği’nden kaçmayı başardıktan sonra Batı ülkelerinde kitap yazmdı.  Üniversitelerde psikolojik savaş yöntemleri üstüne konferans verdi. Hayatı için tehlike belirince son dönem “kayıplara karışmış” tır.

Kana’da üniversitelerinde verdiği konferanslardan birinde anlattıklarından ve daha sonra çıkan kitaplaşan fikirlerinden seçmeler yaptık. Onun 1985’te anlattıklarına biz bugün siber savaş diyoruz. Rusya siber savaşı günümüzde Batı demokrasilerine karşı yürütüyor. KGB propaganda yöntemlerinde değişen bir yoktur. KGB ajanının anlattıklarında günümüzdeki Bulgaristan durumunda benzer hususlar  bulacaksınız. Hele Bulgarların biz Müslümanlara karşı uyguladığı yöntemler, başınızdan geçenler birer birer gözlerinizin önüne dizilecektir.

***

Tomas D. Şuman.

Siyasi ve medya kavramları sözlüğündeki  altını oymak, altını kazmak, aşındırmak, sarsmak, baltalamak, zayıflatmak, sabotaj yapmak, yıkmak gibi sözler anlatmak istediklerimizin şu ya da bu şekilde özünü yansıtır. Geniş anlamda bu, bir ülkenin politik, dini ve ekonomik sistemini halkın ruhunu çökertmek anlamındadır. İnsanlar genelde bu işlerin başka bir ülkede yapılmış casusluk, köprüleri havaya uçurma, tren katarlarını raydan çıkarma gibi Hollyiwood filmlerindeki özel efektleri düşünürler.

Anlatmak istediklerimizin casusluk işlerindeki basmakalıp işlerle ya da KGB’nin enformasyon toplama etkinlikleriyle yakından uzaktan benzerliği yoktur. Batı ülkelerinde ve bizde en büyük Profesörlerden kafası en fazla hayal kuranlara kadar herkes  KGB’nin işlerinin en yeni süper bir uçağın, füzenin, uzay aracının krokilerini  çalmak, mikro film ticareti gibi serüvenler olduğunu düşünürler.

Gerçekleri söylemek gerekirse, bu gibi işler için dış ülkelerde çalıştırdığı kadroların ve harcadığı paranın ancak % 10-15’ini harcayan KGB, kaynaklarının % 85’inin düşmanın altını oyma, ruhunu kırma işlerine harcar.

***

TC’de propaganda kavramlarıyla hazırlanmış açıklamalı sözlük bulamadığımızdan,  Oksford Üniversitesi siyasi sözlüğünde bu kavramın özünde, düşmanın ülkesini, halkını ya da toprak karasını yok etmeye yönelik saldırgan ve bozucu, yıkıcı etkinlikler vardır. Açıklamak istediğimiz gerçekte kırık dökme, köprüleri havaya uçurma, araç patlatma, bina yakma, zehirleme gibi fiili hareketler olmadığı gibi, Ceyms Bond filmlerinde izlediğiniz hiçbir şeye rastlanmayacağını da düşünün lütfen.

Fakat Batı medeniyetinin yasal sistemine göre, KGB’nin bu ülkelerde yaptığı işler SUÇ SAYILMAZ.

Bunun böyle olmasının nedeni de bu etkinliklerde kullanılan terimlerin içeriğinin doğru bir biçimde anlaşılmamasından kaynaklanır.

Batı uygarlığı, “altını oyma” gibi /tahripkâr etkinlikleri/ yapan kişilerin köprülerin ayağına bomba yerleştirdiğini sanar. Köprüleri havaya uçuranlar dış ülkeden gelen üniversite öğrencileri, diplomatlar, sanatçılar, ressamlar, sanatçılar değildir. Ben de Batı’da okumuş bir öğrenciyim.

“Altını oyma işi” dediğimiz etkinlikler, iki olgunun birbirine doğru hareketidir. Altının oyulmasını istemeyen, yani zayıf düşmek istemeyen bir düşman,  aşındırılamaz, gönüllü dize getirilemez.

“Altını oyma işini” gerçekleştiren ajan, girişimci ya da seçkin kişi  ancak bir hedefi olduğu zaman ve bu hedefle ileticime geçtiği zaman başarılı olabilir. Birleşik Amerika böyle bir nişan tahtasıdır. Anlatmak istediğim iki yanlı bir olaydır. Birleşik Amerika da hedef arar.

Şu iyi bilinmelidir. Siz Sovyetler Birliği’nin altını kolay oyamazsınız. O, sınırları kapalı bir ülkedir. Devlet kitle haber araçlarını kontrolünde bulundurur, onlara sıkı sansür uygular. KGB ve iç polis nüfusu kontrol altında tutuyor.

Düşmanın “altının oyması” 2 500 yıllık tarihi olan bir olaydır. 500 yıl M.Ö. yaşayan ve eski Çin’de birkaç imparatorun danışmanı olan Sun Dzi ismindeki bu feylesof “altını oyma” işlerinin teorisini geliştirmiş. Devlet siyasetinin savaş meydanındaki hedeflerine ulaşabilmek için beklenmeyen sonuç veren, uygarlıktan en uzak olan ve en verimsiz yöntemin ne olduğunu ortaya koyan ilk düşünürdür.

Savaş sanatının göze çarpan büyük özelliği dövüşmeden savaş kazanmaktır. Savaşmaktansa düşman ülkesindeki tüm değerlerin altını oymak garantili zafere götürür. Düşman halkın algılamasını öğle değiştirmek gerekir ki,  karşısındaki düşmanı göremez olsun. Sizin ülkenizdeki durumu, değerleri ve seçenekleri kendisi için gelecek umudu, daha iyi olan, istenen, olanaklı olan gibi algılasın. “Altını oyma” işinin son hedefi olan işte budur. Bu yapıldığında, düşmanın tüm kalelerini tek kurşun sıkmadan düğürebilirsiniz.

***

“Altını oyma işinin özü .

KGB okul ve enstitülerinde, Sovyetler Birliği’nin tüm Askeri Akademilerinde  “altını oyma” ana bilim dalı olarak  okunur. Birleşik Amerika subaylarının bu denli derin bilgilendirildiğine inanmıyorum. Politik bilimler okuyan tüm Üniversite ve Enstitülerde bu dersler okutulur.

“Altını oyma”  4 aşamalıdır.

“Altını oyma” eyleminin birinci aşaması öncelikle ahlak bozma, manevi düşkünlük ve kargaşa ortamı yaratmayla başlar. Bir toplumun ahlakanın bozulması ve kargaşalıkların kaynamaya başlaması için 15-20 yıl gereklidir.  Bu zaman kesimi bir kuşağın eğitim ve öğrenimini tamamlaması, dünya görüşünün, ideolojik bakış açısının, kişiliğinin biçimlenmesi için gerekli olan zaman kesimidir. Bu aşamada, din, öğrenim, sosyal yaşam, adalet sistemi, ordu, idari makamlar ve pek tabii ki ekonomi gibi alanlara direk temas yöntemleri ve propaganda ile etkide bulunma ve gerekli yerlere insan yerleştirmeyi öngörür. Çıkış noktası, her toplumda onun düzenine karşı olan kişilerin bulunmasıdır. Bu kişiler adli suçlu kişiler,  hükümet politikasıyla ideolojik olarak razı olmayan kişiler veya her yerde her şeye karşı olan, hortlamaya hazır kafası bozuk geri zekalı tipler de olabilir.

Toplumdan dışarı çekilebilmiş, sosyal ortama aşılanmış ya da para karşılığı satın alınmış kişi veya küçük bir grub böyle  belirir.

Tüm bu kişilerin gücü tek noktada toplanmaya başladığında, bu gücü bir noktada toplayarak, kriz yaratma, herşeyi allak bullak etmek ve kargaşaya yol açmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokra, düşmanın durdurulması için hiçbir hareket yapılmaması yani ona hareket olanakları tanımak ve bizim istediğimiz yöne yönelmesine yardım etmektir.

Demokrasi döneminde, her bir ülkede ve toplumda, temel ahlak ve ilkelerle çelişkiye düşen eğilimler olduğu bilinir. Memnun olmayanlar üzerinde kontrol sağlamak ve “altını oyma” bunlardan kendi hedefleri lehinde yarar sağlaması başlıca hedeftir.

Böyle bir otrtamda, din, okullar, sosyal yaşam, kolluk güçler, iş ilişkileri ve adalet sistemi var. “Altını oyma” etkinlikleri bu alanlarda yürütülür. Bu etkinliklerin anlamı nedir? Din yok edilmelidir. Yerine ilkel ve önemsiz olmalarına bakılmaksızın insanları imandan uzaklaştıran, mezheplere bölen, birbirlerine düşüren çelişkileri kızıştırma yer alır. Temel din anlayışı gitgide aşındırılabilirse ve Tanrı ile inanan arasında aracılık yapma işlevini yerine getiremez olursa, “altını oyma” etkinlikleri başarılı sonuç vermiş anlamına gelir. İnsanlarla bağlarını kaybeden din kurumları içi boş kabuk durumuna düşer ve “altını oyma” ödevini yerine getirenlerin hedeflerine uygun başka ödevlere yöneltilir.

Eğitim öğretim sektöründeki hedeflerin başında, öğrencilerin yararlı, yaratıcı ve faydalı kişiler olarak yetişmelerini engellemek gelir. Matematik, fizik ve yabancı dil öğretileceğine, derslerde yemek içmekten, alış verişten, ev ekonomisinden, cinsiyet ve evlilik sorunlarından söz edilirse, “altını oyma” militanları eğitimi raylarından çıkararak, hedeflerine ulaşmış olur.

Sosyal yaşam alanında: Geleneksel kurumların yerine görevleri belli olmayan sahte yenileri kurulur. Halkın teklif etme ve girişimde bulunma hakları yavaş yavaş elinden alınır. İnsanalar arasında, gruplarda ve topluluklarda doğal olarak oluşan yönetimlerin haklarının ellerinden alınması ve onların aşındırılması, toplumun yetkilerinin elinden alınması ve bunların kontrol altında tutulan, ipleri başkaları tarafından çakılanlara devredilmesidir. Bu sahte kurumlar kendilerinin göreve gelmesinin gerekli olduğunu halka ve devlete kabul ettirmek için hiçbir yararı olmayan, gereksiz plan programlar hazırlar. Burada onların yaptığı işlev, halkın doğal ilişkilerinin dışına çıkmak ve kafa karıştırmak, toplumu kışkırtmaktır.

Toplu iletişim araçları. Yönetim organları üyelerini toplum kendisi seçer. Bu organların liderleri halk tarafından seçilerek iş başına gelir. Bu gelişmelerin “altı oyularak” halk temsilcileri ve liderler halkın tanımadığı, hiçbir zaman görmediği kişilerin atanmasıyla yapılarak değiştiriliyor. Üstelik bunlar halkın sevip saymadığı kişiler olsa da, onlar görevlerinde kalmaya devam ediyorlar. Bu grubun içinde medya da yer alır. Kitle iletişim araçlarını kim seçer.

Medya şeflerinin sınırsız yetki sahibi olmaları nasıl mümkün olabiliyor? Onlar anında sizin bilinciniz üzerinde hakimiyet kurabiliyorlar. Onları atayan kimdir? Sizin oy vererek seçtiğiniz bir Cumhurbaşkanı ya da yönetim hakkında nasıl olup da iyi ya da kötü diyebiliyorlar. Onlara bu hakkı veren kimdir.  Örneğin, ABD Başkan Yardımcısı  Spilo Agnü, liberal sektörü sevmeyen biriydi. Liberallere  omurgasız sürüngenler, kuklalar, kukla iktidarlar demişti. Gerçeği söylemişti. Bu atanmışlar, herşeyi bilenler gibi davranıyor, aslında bir şey bildikleri yok, boş kişilerdi. Atanmışlar sıradan kşilerdir. Büyük gazetelerde, Radyo ve TV görev almak için fazla bilgili bir kişi olmana gerek yoktur. Bu medyalarda yarış yoktur, bunlarda çalışabilmek için orta düzey, hatta ortanın altında biri olmak yeterlidir. Yıllık kazancının garantili olması yeterlidir. Kamera karşısında gülümsemeleri, boy göstermeleri yeterli sayılır.

Kolluk kuvvetler. Bu kurumlardaki kişiler, işinden anlamayan, gerekli eğitimi almamış, bu görevlere atanmak için halkın onayını almamış kişilerle değiştirilir. Buna rağmen, onlar iktidar mevzilerine atanmaya başlıyor ve yerlerine oturuyorlar. Buna paralel olarak başka bir aşındırma süreç de geliştiriliyor. Yasalar onların istedikleri şekilde değiştirilmeye başlıyorlar. Bu değişikliği çok net kavrayabilmek için 20-25 yıl önce çekilmiş ve bir de şimdi çekilmiş bir film izleyelim. Polisler, ordudan subaylar aptal, kaba, hırslı, çirkef, eksik zekalı  gösterilmiştir. Suçlular, katiller ise iyi giyinmiş, sevimli kişiler olarak gösterilmiştir. Evet, katil birisini öldürmüş, fakat yüreğinin derinliklerinde iyi biri, pahalı sigara ve uyuşturucu kullanıyor, yaratıcı birisi, fakat toplum ondaki dehayı bastırdığı için istidadını kullanabileceği ortam bulamıyor. Pentagon generali ise aptal biri, yeni savaşı nerede başlatacağını düşünüyor, polis rüşvetçi biri, kaba ve küstah, üstelik devletin ona verdiği görevi kötüye kullanıyor. Bu genellemeyi her yerde görebiliriz.

Polis, jandarma ve ordu gibi insanları ve toplumu koruma görevi olan kurumlara ve onlarda çalışan görevlilere, yasalar ve kurallara ve düzene karşı güvensizlik yayılmaya başlıyor. Toplumun yasal düzenle ilgili değerlerinin altı oyuluyor, değerler aşındırılarak, cinayet işleyenin suçu ispat edilmiş olsa bile, o her defasında haklı,  kendini savunmak isteyen biri olarak gösterilmek istendi.

İş ilişkileri: İş işveren geleneksel ilişkilerini 10-15 yıla yayıyoruz.  Sendikalar 100 yıl önce kurulmuştur. Kuruldukları zaman sendikaların ödevi iş koşullarını iyileştirmek, işçilerin haklarını savunmaktı. Olaya gerçekçi bakıldığında o yıllarda sendikaların bilinçli çalıştığını ve işçilerin iş ve yaşam koşullarının iyileştiğini, maaşlarına zam yapıldığını görürüz. Ne yazık ki, biz bugün sendika ve işveren görüşmelerinde patronların ödün vermediğini, geri adım atılmadığını ve dolayısıyla işçi maaşlarına ve ek gelirlerine zam yapılmadığını görüyoruz. Örneğin işçilerin enflasyona karşı ücretlere % 10 zam için yapılan grev ve direnişlerden bir sonuç elde edilemediğini görüyoruz. Üstelik, ekonomi bir bütün olduğundan, ücretlere zammı hemen tüketim mallarına zam izlediğinden elde edilen her zaman sıfır oluyor. Sendikaların istekleri ise daha fazla ideolojik olmaya başlandı. İşçileri “Kapitalistlere gücümüzü gösterelim!” sloganın altına toplanan emekçileri istedikleri gibi yönlendirilebiliyorlar.

Burda anlatmaya çalıştıklarımız KGB’nın müdahalesi ya da müdahalesi dışında gerçekleşebilir, fakat propaganda onları topluyor, arşivliyor, biriktirip defalarca kullanmaya başlayarak, kitleyi baskı altına alıyor.

Nasıl mı?

Bir işçi ve emekçi gösterisi, grevi olduğunda, basın, radyo ve TV işçilerin hakları ve kaderi üstüne haber, yorum ve röportaj bombardımanına başlıyor ve “İşçilerin hak ve özgürlükler.! “Hangi hakları! İşçinin hakkı tekdir ve o da iş gücünü satma serbestliğidir! Bunu yapmaya engel olan mı var? Propaganda saldırıları tırmandırılıyor. Sendikaların atanmış liderlerinin tutumu enteresandır. Onların iktidarı var. İşçinin emeği 2 US Dolar ederken onu 2.50 US Dolara satma hakkı olamaz iddiaları öne sürülüyor. Benim irademi serbest kullanma hakkım yoktur, diyorlar.

Bu işlere KGB ‘nin parmağı olmasına gerek yok. Öyleyse biz KGB ajanları, o ülkelerde görevliyken ne iş yapıyorduk.  Ben sözde gazeteciydim. Gazeteci maskesi ardına gizlenmiştim: Biz işçi sınıfını, üniversitelilere, din çevrelerine işçi sınıfı davasına adanmış kitaplar dağıtıyordum, direk olarak olmasa da, işçilerin hakları ve eşitlik konularında, Marksist-Leninci eserler öneriyordum. Bu çalışmaların üzerinde düşünmeye değer.

Cumhurbaşkanı Kennedy bir defasında şöyle demişti: “Biz Amerikalıları insanların eşit dünyaya geldiğine inandırmalıyız. İnsanlar eşit mi doğar? Bunu iddia eden din yoktur. İncil’de bu konuda ne denmiştir? Hükmünüz gördüğünüz işlere göre verilecektir. Evet sizin hakkındaki hükümler sizin yaptığını işlere ve onurunuza göre biçilecektir. Öyleyse insanoğlu “eşitliği” yasallaştıramaz. Eşitlik istiyorsanız onu hak etmek yani eşitlik uğruna savaşmak zorundasınız. Biz bunun bir yalan olduğunu bilsek de iddia etmeye devam ediyoruz. Bazı insanlar uzun boylu, diğerleri kısa boylu, kimileri köse, özetediler sarışın, kel, zeki, vasıflı vs. Öyleyse eşitlik temelleri üzerine bir toplum inşa etmek isteyen bir lider ya da parti kumdan kale yapmış olacaktır. Bu toplum er ya da geç çökmek zorundadır.

Şimdi olan budur.

Şunu düşünün. Başka bir ülkeden gelmişsiniz, henüz yeni ortama ayak uydurmadan, sosyal yardım kuyruğuna diziliyorsunuz. Siz eşit misiniz? Değelim ki siz yasalara uyan birisiniz. Fakat ülkeye insan öldürmek, çalmak kapmak için gelenler var. Suç işleyenlerle, katillerle, hırsızlarla eşit vatandaş olmak isteyen var mı? Buna rağmen biz bir papağan gibi eşitlik, eşitlik, eşitlik temposundan birleşiyoruz.

Birleşik Amerika’nın kurucuları tarafından temelleri atılan demokrasi, eşitlik sağlayan, birbirinden çok farklı olan insanlara ve gruplara birbirine yakın olmayan ortamlarda gelişen var olabilme kavgasında, ölüm kalım didişmesi olarak gelişen sert rekabet koşullarında, hem de aralarında yardımlaşan ve yetkinleşen vatandaşların aradığı eşitliğe  dayandırılmıştır.

Sovyet propagandası bizi eşitliğin arzu edilen bir şey olduğuna inandırmaktadır.

İşte bu birinci aşamada, altını oyduğunuz toplum artık çok farklı enformasyonu tamamen özümsemeye ve içten içe kaynamaya başlamıştır. Bu ortamda artık neyin iyi ve neyin kötü olduğu bilinmediği gibi, papzlar bile eşitlik adına dua etmeye başlamış, sosyal eşitliği kabul etmiş ve eşitlik adına baskıya göz yummaya başlamıştır. Ve insanlar da papazların ardından, belirli hedeflerin gerçekleştirilmesi için baskı ve zulmün kabul edilebilir olduğuna inanmaya başlamışlardır.

Ardından gelen altının oymanın ikinci aşaması olan istikrarsızlaştırmaktır.

Ülkedeki bütün kurumları ve örgütlerin düşman konusundaki fikrini bozup değiştirdikten yani istikrarsızlık sağlandıktan sonra, o ülkeyi işgal etmek için tabur göndermenize gerek kalmaz.  O toplum o işi kendisi yapar.

Birinci aşamada KGB’nin etkinlikleri yasal ve gözle görülür işlerken, ikinci aşamada baskı ekonomik, iş ilişkileri, adalet sistemine ve orduya baskı olarak gelişir.  Kitle haber araçları üzerindeki etkinlik de tamamen değişir.

Birinci aşamada, taraflar arasında, örneğin mahkemelerde uzlaşma sağlanabildiyse, yeni durumda işlerin sertleştiği ve uçlara kaydığı dikkati çeker. Taraflar birbiriyle uzlaşmaz, ödün verme defteri kapanır. Kesin mücadele, yumruk yumruğa direnme aşamasına, amansız kavga aşamasına geçilir. Geleneksel ilişkiler bozulur, okullarda, üniversitelerde, iş işveren ilişkilerinde kaotik ortam meydana gelir, kavga sertleşir. Savaşa girenler, savaştıkça kahraman olur, kitle haber araçları yüceltir, homurdanmalar çığlık olur, kavgaya olan ilgi artar, gösteri alaylarına kendiliğinden katılan ve sel yaratan bir kitle sahneye çıkar. Gruplar arasındaki çatışmalar abartılır, cephe kahramanları yaratılır, bu böyle olmasa 20-25 yıl önce toplumdaki bu kin ve öfkenin nereden kaynaklandığına şaşabilirdik. Şimdi artık o yılların sahte kahramanlarını yüceltmeye alıştık.

Yasal durum ve adalet düzeni de radikalleştirilir. Daha önce legal, huzurlu, yasal yollardan değişiklik isteyen kişiler birden bire köklü değişiklik için saldırgan olur, en küçük sebeple birleşip kitlesel eylemler gerçekleştirebilirler. Hiç kimse kendi sorunlarını kendisinin çöze bileceğine inanmaz olur.

Toplum kendi kendine düşman olmaya başlar. İnsanlar arasında, gruplar ve toplum içinde nefret kıvılcımları yanar.

Kitle haber araçları (medya) toplumu karşısına alır. Toplumdan kopar ve ötekileşir.

Tam o dönemde, “uyuyanların” ya da gözleri kapalı uyuklayanların zamanı gelmiştir. Tam o zaman Sovyetler Birliği akademilerinde okumuş olan öğrencilerin zamanı gelip çatmıştır. Onlar hareketlenir.

“Uyuyanların” uyanması.

10-15 sene uyuyanlar uyanmış ve toplum lideri olmak için uyanıp dirilmeye başlar, sahneye çıkarlar, siyasi kişiliklerini sergilerler, politik süreçlere aktif etkide bulunmaya başkaldırırlar. Onların siyasi görüşlerinin ne olduğu önemli değildir. Ayaklanmış hatta bazen silaha sarılmış olan kitle seçim yapmaz.

İstikrarsızlaştırma sürecidir.

“Uyuyanlardan” birçokları KGB ajanı olabilir. Onlar ortaya atıldıklarında istikrarsızlaştırma devrinde lider olurlar. Bu süreci denetleyen kişiler olayların içindedir. Onlar saygın kişilerdir. İnsan hakları, kadın hakları, hapistekileri kurtarmak veya çocuk esirgeme için değişik vakıflardan para alan onlardır. Öne sürülen kadrolar uzun zaman eğitilmiştir. Sözde hapishanelerde süründürülmüştür. Bu gerçekleri hemen benimseyen, sahte liderleri bağrına basanlar kalabalıktır. Bağışta bulunanlar kendilerini yükselen dalganın içinde bulurlar.

Genel değerlendirmeler istikrarsızlaştırma süreçlerinin çok kısa bir sürede bunalım doğurduğunu kanıtlar.

Gelişmekte olan ülkelerde, KGB görevlilerinin etkin olduğu ortamda, bunalımın belirmesinden önce devlet kurumları işlerini göremez duruma gelir. Toplumda geleneksel yerini yeni komiteler, sendiklar, yeni gazete ve TV yayınları, kimsenin tanımadığı kişilerden oluşan gruplar ön plana geçerek, yeni toplumsal düzenin nasıl kurulacağını bildiklerini iddia eden kimsenin tanımadığı “liderler” ortaya çıkar. İşte böyle bir ortam ideoloji değişmeye ve büyük kalabalıklar toplanmaya başlar.

Şöyle ki, sahneye çıkan bu yeni kişiler iktidarı istemeye başlar. Gönüllü olarak verilmezse zora başvururlar. İran’da böyle olmuştu. “Devrimci Komiteler” kuruldu. Ardından devrim yaptıklarını açıkladılar. Önce adalet sistemini, mahkemeleri ve savcılığı, ardından devlet hazinesini ve sonra da meclisi –yasama organını ele geçirdiler. Adalet işlerinin ele geçirilmesinden sonra, dış ülkelerde okumuş, ama deneyimsiz, işlerin özünü bilmeyen bir hukukçu, ekonomik ve sosyal alanlarda da tüm sorumluluğu ele almaya çalıştı ve aldı. Toplum yorgun olduğu için bunların hepsi mümkün olabiliyor. Toplum “kurtarıcısını” bekliyor ve gelen, tanımadığı bir kişi olsa da olanlara seviniyor.

“Kurtarıcının” belirmesi.

Toplumun beklediği “kurtarıcı” dışardan da dayatılabilir, altı oyulmuş topluma aşılanabilir, özel olarak hazırlanmış bir ajan da olabilir. Böyle olursa iç savaş ve dışardan saldırı gibi iki seçenek belirir. Bu Sovyet Ordusu tarafından işgal edilen Doğu Avrupa ülkelerinde izlendi. 1956 Macar İsyanı, 1968’de Çekoslovakya “Prag Baharı” vb patlak verdi. Buradaki yeni adımlarla “normalleşmeye” geçildi.

“Normalleşme” kavramını önce KGB ve Sovyet propagandası kullandı ve ardından “New York Teyms” de kullanmaya başladı.

Gelişme şöyle oldu.

Tanklar Çekoslovakya’ya girdi, “Prag Baharı” ezildi ve ardından “normalleşme” dendi?!

Burada, normalleşme zorla, güç kullanarak yapılmıştır. Böyle bir durumda kendilerini “lider” ilan edenlerinin devrim ya da köklü değişiklikler yapılmasına ihtiyacı yoktur. Ve onlar yeni durumda “uyuyanların” fiziksel olarak yok etmeye başladı, aralarına KGB ajanları aşıladılar. Militanlar, liberaller ve sendika liderlerine ihtiyaç kalmadı. Birçok ülkede olan budur. Örneğin Bangladeş’te çok derin bunalım belirmişti. Afganistan’da bunalım 3 kez derinleşti. Bu olayı Grenada ülkesinde de izledik.

Fakat süreçlerin yön değiştirmesi için, olağanüstü büyük çabalara gerek var. Altını oyma olaylarına son verilmesi için ABD  Grenada’ya girdiğinde, yerli halk “sizin buna hakkınız yok” demişti, çünkü halk içten yenmeye, kaosta yaşamaya alışmıştı. ABD sol güçler Grenada’da egemen olurken müdahale ettiler. ABD oradaki süreçlerin normalleşme aşamasına geçmesine yol vermediler, çünkü yeni koşullarda ada Sovyet askeri üssü olabilirdi.

Durum şöyledir. Bu ülkelerdeki aydınlar ABD’nin müdahalede bulunmasına imkan vermek istemezler, ayanklanırlar, fakat Sovyetler Birliği’nin o ülkelere örneğin Latin Amerika ülkelerine yerleşmesine karşı koymazlar.

Öyle ki, “normalleşme” sürecinin durdurulabilmesi için dış müdahale gerekebilir. Bu durdurmayı ve yön değiştirmeyi dış müdahaleden başka hiçbir güç durduramaz. Bu müdahale bunalım döneminde olabilir. Örneğin Şili’de olduğu gibi çok sert davranmak gerekebilir. O zaman Soğuk Savaş döneminde Merkezi Haber Alma Örgütü CİA bir “iç savaşı” veya “dış kurtarıcıyı” önlemek ve gemlemek için müdahale etmişti. O zaman orada sağ güçlere para verildi, her çeşit yardım sunuldu. Amaçta sözde iç savaşı önlemek veya dış müdahale yolunu kesmek vardı.

Konu Bulgaristan örnekleriyle işlenecektir.

BGSAM / Çeviri

Reklamlar