Dr.Nedim BİRİNCİ

Tarih: 09 Nisan 2017

Konu: Müslüman Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanması son 73 yılın en önemli olayıdır.

           Haklı davamızı Ahmet Doğan Sofya “Rodina” otelinde pazarlamıştı.

72 köy ve kasabamızda 52 bin 700 Müslüman Türkün birden ayaklandığı 1989 Mayısının şanlı 28. yıldönümüne yaklaşıyoruz. 7 ölü ve 28 yaralı verdiğimiz bu tarihsel kavgamız hak ve özgürlüklerimiz, demokratik bir düzen, insan haklarının ve özellikle de hak eşitliğimizin sağlanması, isimlerimizin geri verilmesi, eğitim ve kültür haklarımızın tanınması ve din serbestliği içindi. Bu insan onurunun yalan bir toplum düzenine, baskı ve teröre dayanan totaliter-komünizme karşıydı ve Avrupa tarihinde ilk kez olmak üzere bir azınlık topluluğunun egemen ulusun dikta rejimini ve onun başı Todor Jivkov’u devirmesiyle sonuçlandı. Bu ayaklanmanın omurga kemiğini, zihnini, beynini ve aklını oluşturan biz Türklerden 500 bin kişi vatanımızdan kovulduk. O gün bu gün işler düzelmedi. Bir yandan bizim mücadelemiz devam ederken, aynı zamanda totaliter-komünistlerin torunları da iktidar nimetlerinden vazgeçmek istemiyorlar.

Benzer tarihsel ve toplumsal olay ve süreçlerin başkalarının gözüyle değerlendirilmesi çok önemlidir. 1989’dan önce 12 yıl hapis nallarını eskiten, bilinen matematikçi ve insan hakları savaşçısı, hak ve özgürlük hareketi duayeni, ((aksakalı) 1989 yazında Paris Konferansına katılan Petır Boyacıev’ten konuyla ilgili şöyle bir mektup aldım. Aynen paylaşıyorum:

“Dostlar! DOST partisini, kendisine oy versin diye soydaş seçmenleri savunduğu, çizilen tabloda fırça darbeleriyle anlatılmaya çalışılıyor. Bu, gerçek değildir. DOST partisi isteyen partiye oy vermek isteyen yurttaşların seçime serbest katılma hakkını savunmuştur. Vatandaşlar arasında ayrım yapan kurumlar, olayları neden ters yüz göstermeye çalışıyorlar?

Arkadaşlar artık uyanma zamanı gelmiştir!

Demokrasiyi sömürmeyi para üstüne para yığma işinde bir silah olarak kullananlar oligarşi-mafya sisteminin çöküp dağılmasından korkuyorlar. Evet, insanlar ve topluluklar arasında ayrım yapılmasaydı ve “soya dönüş” saçmalığı baksa bir kılıfa sokularak sürdürülmeseydi, biz bugün Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’dan çok daha iyi bir maddi duruma erişebilirdik.

Soya dönüş” süreci 1989’da neden sona ermedi?

Çocuklarımız bu günde okullarda Vasil Levski’yi öldürmekle suçlanıyorlar.

Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı tutum, neden bölücülere olan yaklaşımla aynıdır?

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki seçim bürolarının sayısı neden azaltıldı?

1989’da Müslüman Türk azınlığı üzerindeki zulmün unutturulması için ellerinden geleni yapmaya neden devam ediyorlar?

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın çifte vatandaşlığını kaldırmayı neden konu ediyorlar? Hedefleri bizi Bulgaristan’dan çöp tenekesine doldurur gibi doldurup atmaktır.

Türkiye’deki soydaşlarımızı orada tutmak şartıyla, dış ülkelerindeki Bulgar’ı geri getirme planları ve hazırlıkları yapılıyor. Bu gidiş hayra değildir. Bu gidişle Avrupa Birliğinden gelecek olan yatırımları kaybetmemek için dış ülkelerden iş gücü getirmek zorunda kalacağız.  Bunun anlamı Avrupa Birliği dışından iş gücüne istihdam sağlamaktır.  Azınlıklara karşı kükrettiğimiz düşmanlık, kin ve nefretten kazancımız ne olabilir ki?

KARDEŞLERİM UYANININIZ!

Petır Boyaciev

***

Tarihimizden bir yaprak.

30 Aralık 1989’da, Bulgaristabn Türklerinin isimlerinin iade edilmesi kararını halka anlatmak üzere, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) temsilcileri Kırcaali’ye gelmişti. Yerli komünist aktifin tepkisi çok şiddetli oldu.

O yıllarda, Kırcaali Belediye Halk Konseyi Manevi Gelişim Komitesi Başkanı görevinde bulunan Milan Milanov, “ İsimlerini iade ettikten sonra, Bulgaristan Türklerinin çok büyük istekler öne süreceklerinden ve Bulgar Etnik Modelinin çökertileceğinden korkuluyordu.” Diye anlatıyor.

Kıvılcım Kırcaali’de Çakmıştı:

31 Aralık günü, Bulgarları şehir merkezinde protestoya toplamak amacıyla, camdan Bulgar bayrağı dalgalandıran ve klaksonlara basan taksiler şehri dolaştı. Akşam saatlerinde “Dokuz Eylül” meydanına binlerce Bulgar toplandı. Türklerin isimlerinin geri verilmesine karşı bildiriler opkundu.  1990 yılının daha ilk gününde gerginlik tırmanıp taştı. Bulgar nüfus Kırcaali sokaklarına indi ve Türklerin isimlerinin geri verilmesine karşı olduğunu bağırdı.

2 Ocak 1990 günü Andrey Lukanov Kırcaali’ye geldi. BKP İl Komitesi önünde binden fazla Bulgar toplandı. Kırcaali sancağının tüm köylerinden Türkler şehre yöneldi.  40 bin kişiden daha fazla bir kalabalık Kırcaali’ye indi. Cepheleşme oldu. Bir taraf “Türkler Türkiye’ye!” “Bulgaristan Bulgarlara!” , “Bulgarları Türkleştirmeye son verin!” diye bağırırken, karşı cephe “Biz Türk’üz!”, “İsimlerinizi geri verin!” diye bağrışlarıyla göğü deliyordu.

O zaman yerli Türklerin kayıtsız örgütlerinden birinin lideri olan Fikret Yaşar şunları hatırlıyor: “Biz haklarımız için mücadele ediyorduk!”

Bu iki cephe arasında bir milis kordonu uzuyordu.

Andrey Lukanov’u ıslık çalarak yuhalamaya başladılar.

O dönemde Kırcaali milis amirliği amiri görevinden bulunan, ordulu Petır Georgiev şunları paylaştı:

“İki cephe arasındaki çizgide, on beş metre arayla,  30 üniformalı milis vardı. Devletin gücü buydu. Bu tarafta 10 bin Bulgar toplanmıştı. Karşılarında 20 binden fazla Türk vardı. İki cephede de aşırılığa yatkın kişiler vardı. Bazılarının ellerindeki dövüş aletleri toplandı. Dağa hiddetli, daha saldırgan olanlar tutuklanıp götürüldü.  Durum gergindi.  Cephelerin birbirine girip büyük bir kavganın önlenmesinde herkesin katkısı oldu.”

Andrey Lukanov’u yuhalamaya devam edenler iyice coştu.

Andrey Lukanuv kayabalığın önüne geçerek, şu sözlerle huzur sağlamaya çalıştı:

“Buz herkesin vatandaş, insan ve demokratik haklarını savunmayı kendi kutsal görevimiz biliyoruz!”

Bu sözleri duyan Bulgarlar onu daha sert bir şekilde yuhaladılar.

Milanov o anları şöyle anlatıyor:

“Bulgarlar korkuyordu. Bulgarlar devlete güceniktiler. Sofya’da BKP MK toplantısında, isimlerin geri verilmesi konusunda, BKP MK üyesi Aleksandır Lilov’un okuduğu rapor, karma nüfuslu bölgelerde isimlerin değiştirilmesi zulmünde parmağı olan ve halen orada  yaşayan Bulgarların hepsini suçlu gösteriyordu. Durumdan çıkmak isteyenler, yerli Bulgar nüfusu doğrudan suçlu gösteriyordu.”

2 Ocak 1990’da protesto gösterileri daha da şiddetlendi.

Haskovo şehrinde 25 bin kişi şehrin merkezine toplandı.

3 Ocak günü Halk Meclisi önünde büyük bir miting düzenlendi.

Sofyalıların büyük bir kısmı göstericilerden yana çıktı, onlara yiyecek verdiler, sıcak çay,  battaniye dağıtıldı. Haskovo, Razgrat, İsperih, Tutrakan, Ruse, Kubrat, Smolyan isimlerin geri verilmesine karşı gösteri yürüyüşleri yapıldı. Kırcaaali’de hayat felce uğradı. Sanayi işletmeleri durdu. Bulgarlar Kültür Evi önünde toplanırken, Türkler “Dokuz Eylül Meydanı”na sığmaz oldu. Akademisyen İlço Dimitrov tarafından yönetilen bir grup milletvekili de Kırcaali’ye geldiler.

Milan Milanov olayları şöyle özetliyor:

“Önce benim ve Akademik İlço Dimitrov’un Türklerin yanına gitmemize karar verildi.

Gittik. İlço Dimitrov şöyle konuştu: Evet siz haklısınız. Tüm haklarının güvence altına alınacak. İsimlerinizin değiştirilmesi çok büyük bir yanlıştı. İsimleriniz iade edilecek. Kanun çıkarılacak!”

Türkler bize inanmadılar.

Bir arada, Türklerden biri mikrofonu alarak şöyle konuştu:

“Diz çökerek “soya dönüş” yüz karalığında şehit düşen kardeşlerimizin azız hatırasını analım!” Hazır bulunanların hepsi diz çöktü.

Akademik Dimitrov bana dönerek: “Biz ne yapalım?” diye sordu. “Linç edilmek istemiyorsanız diz çökün!” dedim.

Bulgar mitingine döndük. O zaman bir Bulgar vatandaş mikrofonu alarak şöyle konuştu:

Türk mitinginde diz çöken şu ikisi söz istiyor. Verelim mi?” dedi.

Kitle uğulduyordu. bir şeyler söylemeye çalıştım: “Bay ve Bayan Yoldaşlar!…”

Yükselen bir ses: “Defol! Seni dinlemek istemiyoruz!” dedi.

Uğuldayan kitle biraz sakinleştikten sonra mikrofona yeniden uzanarak: “Devlet Başkanı Petar Mladenov’la görüşmeye gidecek olan grubun üyelerini seçiyoruz!” dedim.

Kitle hep bir ağızdan: “Hayır, Mladenov buraya gelsin! Mladenov Kırcaali’ye!” deyip kestirip attı. Durum korkunçtu.

4 Ocak 1990’da Kırcaali mitingleri devam etti.  Silistra’da da gösteriler başladı.

Sofya’da bir yanda Müslümanlar bir yanda Bulgarlar protesto yaptılar.

Memleket yanıyordu.

5 Ocak sabahı Haskovo genel greve geçti.

İahir merkezine 25 bin kişi toplandı.  Plovdiv, Asenovgrad, Ruse, Çumen, Pernik, Stara Zagora gibi şehirlerde grevler yapılıyor gösteriler devam ediyordu.  Gotse Delçev (Nevrekop) kasabasına 10 bin Pomak toplandı. Razgrat da ayaklandı.

İç İşleri Bakanı General Semerciev devamlı telefon açarak Kırcaali’ye ek kolluk güç göndereyim mi diye soruyordu.

Petır Georgiev, “Bu işi biz kendi aramızda hal etmeliyiz” diyerek müdahaleye gerek olmadığını bildirdi.

Türkiye basını: “Bulgaristan üzerinde beyaz bayrak dalgalanıyor” başlığıyla çıktı.

Türkler kazandı!”  “Bulgaristan diz çöktü!” başlıkları manşet oldu.

Durum son derece gerginleşti. Kırcaali’de yapılan Türk mitinginde konuşmacılar yalnız Türkçe konuştular.  Ahmet Doğan helikopterle Kırcaali’ye indirildi.

Aynı günün akşamında Kırcaali’de bir dairede toplandık. Sabaha kadar toplantı yaptık. Doğan Bulgar gurubundaydı, fakat pek konuşmuyordu.

Fikret Yaşar, Türk cephesindeki gelişmeleri  “biz Kırcaal,i’de bir örgüt kurmaya karar verdik. Kırcaali ilinin bütün ilçe merkezlerinde miting yapılmasına karar verdik.” diye anlatıyor.

6 Ocak 1990’da Kırcaali mitingi zirve yaptı.

Sofya’da Halk Meclisi etrafındaki gösteri alayı gece gündüz demeden dolaşıyordu.

Karma nüfuslu bölgelerin hiç istisnasız hepsinde gösteri yürüyüşleri, protesto eylemleri devam ediyordu. Ardino (Eğri Dere) ilçe merkezinde yapılan mitingde “otonomi” ilan edilmesi istekleri yükseldi.

Ardino mitingine katılanlardan biri olan Fikret Yaşar “muhtariyet” (özerk yönetim) istendiğini ret ederken şöyle diyor: “Kürsüden yapılan konuşmalarda “özerk yönetim” deyen olmadı.

Kırcaali’de Bulgarların mitinginde “özerk yönetim isteklerinde bulunulduğu” haberleri yayıldı. Türklerin artık silahlandığı ve Bulgarların evlerinin işaretlendiği haberleri yayılmaya başladı.  Haskovo’ya telgraf çekilerek yardım istendi. O an Haskovo merkez meydanına 20 bin kişi toplanmış bulunuyordu. Kürsüden konuşan hatipler şöyle diyor: “Kırcaali’de kan gövdeyi götürüyor. Araçlara binen binlerce kişi Kırcaali’ye yöneliyor. İki kilometreden uzun kolon Araçlar Kırcaali’ye 5 sıra halinde giriyor. Petır Georgiev’e göre o gece Kırcaali’ye  7 bin ile 10 bin kişi arasında Bulgar toplandı. Asenovgrad, Smolyan, Plovdiv, Pazarcık, Harmanlı ve Lübimets’den de arabalarla gelenler oluyor. Bulgar bayrağa sabaha kadar dalgalanırken “Kırcaali’de yaşayan Bulgarlar, biz sizinleyiz!” sloganları yükseltiliyor. 30 bin kişilik bir miting düzenleniyor. İç İşleri Bakanı Semerciev helikopterle Kırcaali’ye iniyor. Bakan kürsüye çıkıyor. “Her bir Bulgaristan vatandaşı şunu iyi bilmelidir ki, söz konusu olan vatanımızın kaderidir. Biz bu topraklarda Türk özerk yönetimi kurulmasına izin vermeyeceğiz.” Diye konuşuyor.

Türkiye olayları gözlemliyor:

Kırcaali polis amiri Petır Georgiev anlatıyor:

“Türklerin silahlandığı ve Bulgarların evlerinin işaretlendiği haberleri uydurmaydı. Türk ordusunun her an Bulgaristan’a gireceği haberleri de uydurmaydı. Türkiye’nin müdahale etmekten çekindiği doğruydu. Türkiye özel makamlarının Kırcaali olaylarından ilgilendiğini biliyorduk. Bir etnik çatışma çıkmış olsaydı, Türkiye müdahalede bulunur muydu bilmiyorum, fakat Türkiye’nin o zaman bir müdahale hazır olmadığını düşünüyorum.

Fikret Yaşar bu konuda şöyle konuştu: “Türkiye ile temas halinde değildik. Bizi desteklediklerine dair işaret bile almadım.”

6 – 7 Ocak gecesi Sofya’da Ulusal Menfaatleri Korumak İçin Umum Halk Komitesi kuruldu.

Kurucu komite üyelerinden biri olan Vyaçeslav Spasov şunları paylaşıyor:

“Balgarya” otelinin zemin katında toplanmıştık. Ülkenin dört bir yanından temsilciler vardı. Bu komite Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kurulmasına karşı cevap olarak kurulmuştu. Böylece durum normalleşmeye başladı.”

7 Ocak 1990’da Sofya’da “Aleksandır Nevski” kilisesinin önünde kalabalık bir miting düzenlendi. Başbakan Georgi Atanasov ve İç İşleri Bakanı Atanas Semerciev konuştular ve kıvılcımlanan hiddeti sakinleştirmeyi başardılar.

12 Ocak 1990’da Halk Meclisi Ulusal Sorun Bildirisi onayladı.

Bu bildiriyle “Bulgaristan vatandaşlarının hakları güvence altına alınırken, isimlerin iadesi konusunda, “isim seçme hakkının gönüllü ve serbest uygulanmasında usulle uyulacağına” işaret edildi.

Gerginlik giderek azalmaya başladı.

Ahmet Doğan’a gizli bir akşam yemeği veriliyor ve olaya çözüm bulunuyor.

Sofya’da “Rodina” oteli restoranına Ahmet Doğan’la birlikte oturduğumuzda sorunlar çözülüp kanallaşmaya başlandı.  Veçislav Spasov hatırlıyor: “Her şey kıla bağlıydı.  Biz DPS – HÖH Başkanına telefon edip anlaşmamızı teklif ettik.  Görüşmeye, ben, Minço Minçev (BKP Kırcaali İl Komitesi Birinci Sekreteri)  ve aynı gruptan Dimıtır Arnavudov katıldık. Doğan tek geldi. Uzun konuştuk. Doğan’ın savunduğu ana tez, kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkı olduğu ve bunu hiç kimsenin reddetmeyeceği oldu.

Ben kendisine. “Bu bizim de ilkemizdir. Biz farklı olabiliriz, fakat bir millet olarak birlikte olmalıyız” dedim.

Hesabı Ahmet Doğan ödedi.

11 Mayıs’ta  Kırcaali’de Bulgarlar ve Türkler ortak miting düzenlediler.

Kürsüye Ahmet Doğan, General Semerciev ve Milli Çıkarları Koruma Ulusal Komitesi üyeleri çıktı. Doğan konuşmasında şöyle dedi: “Biz hepimiz bir baskı rejiminin kurbanıyız.  HÖH programında “özerk yönetim” sözü yoktur.  Bu söz asla kullanılmayacaktır.  Bulgaristan bizi hepimizin vatanıdır.”

Bu sözlerden sonra Kırcaali’de durum durulmadı, gerginlik birkaç yıl daha tırmanmaya devam etti. O olaylara katılanlar, “o tarihe kadar Bulgaristan’ın bir iç savaşa ve etnik çatışmaya bu kadar yakın olduğu yoktu” diye anlatıyor.

Presa” gazetesi.

 

Reklamlar