Tarih: 16 Ekim 2018

Yazan: Neriman E. Kalyoncuoğlu

Konu:  Osmanlıyı tanıyalım.

Bulgaristan’a gidip geldikçe orda yaşayan gençlerimize Osmanlı devri ile ilgili birçok defa yanlış bilgi verildiğine inanıyorum. Okul ve kütüphanelerdeki kitaplarda çarpık ve kıt bilgiler yer alırken, demokrasi yıllarında da gerçekçi ve aydınlatıcı bilgi verilmiyor. 500 yıllık Osmanlı devri karanlıkta veya alaca-karanlıkta hatta birçok yanları Andora Kutusu içinde kapalı tutuldukça Bulgarlarla Türklerin ve diğer azınlıkların birbirini anlaması daha da zorlaşıyor. “Muhteşem Yüzyıl” serisinden “Kösem”, “Hürrem”, “Payitaht”  gibi diziler bilgi yüklü olsa da, Bulgaristan’da sürüp giden tartışmalara sanki doyurucu yanıt getirmiyor.

Yerli bilim insanlarından Ahmet Sadullov’un “Osmanlı İmparatorluğunun Tarihi”,   Проф. Робер Мантран’in 13. Yüzyıl karanlığında oluşan ve 1922 yılında çöken “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” çeviri eserinde Balkanlar ayrıntılı bir bicimde anlatılmış olsa da 42 leva verip bu 1000 sayfalık kitabı alan ve Bulgarca okuyan kaç kişimiz var?
Bernard Luis’in “Çağdaş Türkiye’nin Doğuşu”, “Bursalı Ahmet Paşa”, “Reformcu Mithat Paşa” vb birçok eser yayınlandı. Fakat Osmanlı gerçekliğini avucunun içi gibi bilen ve değerlerini savunan birilerine rastlamak oldukça zor.  Gençler tarihe onarılmamış, eski tarih penceresinden bakmaya devam ediyor.

Kısa bir popüler dizi olarak sunmayı düşündüğüm bu çalışmamda orada tartışılan ve birçok kez kaynak yetersizliğinden gerçeklere nokta atışı yapamayan can alıcı, açık sorulara değinmeyi amaçlıyorum.

Osmanlı Devleti nasıl ve nerede doğmuştur?

Osmanlı devleti bazı günümüz devletleri gibi bir anlaşma, bir parçalanma ya da birleşme ya da istila sonucu doğmamıştır. Osmanlılar devlet kurma işine, Anadolu Selçuk devletine tabi ve onun himayesinde, küçük bir “uç beyliği” olarak yani sınırda yerleşmiş ve oraları korumak, fırsat buldukça da komşu topraklara akınlar yapmak amacıyla başlamıştır. Selçukların (1308) devlet olarak tarihten silinmesinden sonra, kısa bir müddet merkezi Tebriz olan İlhanlılara (1256-1336) tabi olmuşlar, onların da yıkılmasıyla bağımsız ve serbest olarak kendi yollarını çizmişlerdir.

Orta Asya kökenli, bu küçük topluluk, Oğuz boyunun Kayı aşiretinden olup, önceleri 50 bin kişi kadar Batı Türkistan ve Doğu Anadolu ile kuzey Suriye yörelerinde dolaştıktan sonra 400 aile ayrılarak Bizans (330-1453) topraklarıyla sınırdaş, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki Bilecik yöresinde bulunan Söğüt bölgesine Selçukluların izniyle yerleşmişlerdir.

Bizans’a komşu bu bölgeye gelişte topluluğun lideri Ertuğrul Bey’dir. 620 yıl yaşayacak olan ve dünya tarihinin en büyük imparatorluğunun temellerini (1299) atan ise, Söğütte doğan oğlu Osman Gazi’dir (1258 -1324).

Osmanlı devletini 36 Padişah yönetmiştir. Osman Bey’i oğlu Orhan (1324-1362) takip etmiştir. 1336’da Bursa’yı almış ve Başkent ilan etmiştir. İlk başkent Bursa’dır. Onun ardından oğlu I. Murat devleti yönetirken Anadolu’daki beylikleri birleştirirken, yeni beylikler fethetti veya satın aldı.

Balkan hakimiyetinin başlaması.

O, Rumeli’ye bir Osmanlı Sultanı olarak geçti. 1360’ta Edirne’yi fethedip başkent yaptı. Balkanlarda 2 defa Haçlı Ordularıyla savaştı. Daha Edirne’ye yerleştiğinde Papa V. Urban’ın teşvikiyle Sırplar ve Bulgarlar başta olmak üzere Macar, Bosna ve Eflaklılar, büyük bir haçlı ordusu hazırlayarak Edirne üzerine harekete geçtiler, ama yenildiler. Sultanın haçlılarla ikinci yüzleşmesi Kosova Ovasında oldu.
O,  I. Kosova Zaferi diye tarihe geçen zaferle haçlı ordularını yendi ve 500 yıl kadar sürecek olan Balkan Hakimiyetini başlatmış oldu. Ancak bu güzellikler arasında, Miloş Obiliç adlı yaralı bir Sırp askeri tarafından hançerle vurulan Birinci Sultan şehid edildi (20.6.1389) ve Bursa’da kendi adına yaptırılan Cami haziresine gömüldü. Osmanlı Devleti Balkanlara hâkim olmuş, Bulgaristan tamamen Osmanlı’nın eline geçerken Sırbistan’ın da önemli bir kısmı feth edilmişti. 37 muharebeyi bizzat yöneten Sultân Murad, 27 yılda babasından aldığı mirası 5 kat artırarak 500.000 km2’lik bir büyük devleti Osmanlı milletine miras bıraktı.

İslam’la yeni devlet düzeninin Balkanlara taşınması.

Sultan I. Murat İslam dinini ve medeniyetini Balkanlara ve Avrupa’ya taşıyan büyük bir hükümdardı. O çağı yenileştiren İslam’la kurulan toplum düzeniydi. O,  Anadolu’dan önce Rumeli’de yenilikler uyguladı.

Onlardan bazıları şunlardır: Acemi-oğlanlar Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Topçu Ocağı kurdu; Pençik (beşte bir) sistemi uyguladı; Rumeli Beylerbeyliği kurdu; Tımar Sistemine geçti ve Tımarlı Sipahiler oluşturdu; Kazaskerlik ve Defterdarlık makamı kurdu; Vezir-i azam (başbakan) atadı. “Ülke hükümdar ve oğullarının ortak malıdır” anlayışını kabul ettirdi. Burada yeni bir eğitim öğretim sisteminden, toprak mülkiyeti ve işletmeciliğinden, daha önce tesis edilmemiş olan bir devlet hiyerarşik yönetim düzeninden söz ediyoruz. Bu, birbirine örülmüş ve birbirini tamamlayan dikey bir devlet yönetim sistemidir ve daha önce hiçbir devlette rastlanmamıştır. O çağda, Bulgaristan’da ancak yatay bir yaşam düzeninden ve halka yabancı ve körleştirici bir dini baskı sisteminden söz edebiliriz. Bu nedenle, Osmanlı Bulgaristan’a yerleşirken Edirne, Kosova ve Varna’da olmak üzere 3 kez Bulgar ordularıyla değil, Roma’dan kışkırtılıp, derlenerek silahlanan ve Osmanlıya karşı sürülen Haçlı Seferiyle savaşıldığını izliyoruz. Yeri gelmişken anımsamak iyi olur, XIV. Yüzyılda I. Murat ordularının kullandığı silahlar haçlıların fırlattığı kopyalardan çok daha üstündü. Birinci Kosova Savaşında I. Murat ilk kez Top kullanmıştır.

Osmanlı orduları değişik milletlerin en eğitimli evlatlarının yenilmez alaylarıydı.  

Bu dizimizde, doğuda ve batıda çıkan eserlerden hiç birinde, hiçbir kimsenin aç ve açıkta bırakılmadığı, fakir zengin, Müslim gayrı Müslim her kesin büyük bir huzur ve sadet içinde yaşadığı bir toplumsal düzeni – 300 yıl Balkanlarda savaş yaşanmayan bir Osmanlıyı, anlatmaya çalışacağız. Osmanlı orduları işte bu daha önce rastlanmamış olan huzur ortamından eğitimli birlikler olarak çıkmıştır. Kudretini, destekleyen halktan almıştır.

Yazılarımızda, Birinci Murat’ın Yeniçeri Ocağı ve Yeniçeri askeri kuruculuğunu özel olarak işlemek istiyoruz. Çünkü Bulgaristan’da bu çarpıtılmış bir konudur. Savaş esirlerinin eğitimiyle başlayan bu askeri düzen bir yeniliktir. Giderek dikey örgütlenmiş bir devletin temellerini ve sütunlarını oluşturmuştur.

Bulgaristan’da bu olaya “Hristiyan erkek çocukları zorla toplayıp İslamlaştırma” şeklinde olumsuz anlam verilirken XX. Yüzyılda esasız asimilasyon ideolojisi ve devlet siyasetine temel edildi. Geçen asrın yüz karası oldu. Deniz dalgaları gibi art arda gelen isim ve din değiştirme kampanyalarında pek çok Müslüman Türkün öldürülmesine, içeri düşmesine veya ata ocağından sökülüp kovulmasına, atılmasına, “kültürel soykırıma”, zulme de neden oldu.  Tarihin çarpıtılması sızlamaya devam eden kapanmamış yaralar açtı, toplum bölündü. Çok üzücü, acı ve onarımı imkansız feci olaylar doğurdu.

Aslında yeniçeri ocaklarında eğitimle Türk yaşam tarzını, İslam ahlakını, sanat ve kültürünü öğrenmekle başlayan yeniçerilik Osmanlı devletinin hiyerarşisine yükselmenin en emin yoludur. Osmanlı Sultanları bu eğitim ve olgunlaşma yoldan geçerken kendini kanıtlayamayan hiçbir kimseyi devlet yönetiminde görevlendirmemiştir, dürüst ve başarılı olanlar ödüllendirilmiştir. Şu tablo bunu gösterir:

Kitaplaşmış tasniflere göre, Osmanlı boyunca gelmiş geçmiş 230 kadar Sadrazamdan (Başbakan) yarıdan fazlası Türk asılı olup, onların yanı sıra 22 Arnavut, 10 Gürcü, 5 Çerkez, 5 Hırvat, 6 Abaza, 2 Hersekli, 10 Boşnak ve ayrıca 2 İtalyan, 3 Rum, 1 Arap, 1 Bulgar, 1 Rus asıllı başbakan görev yapmıştır. Demek oluyor ki tarihin en büyük devletinin Başbakan koltuğuna oturan bu kişisel, Osmanlı ocaklarında eğitim almış ve hiyerarşide sivrilmiş yabancı kökenli elemanlardır. Bu olgu, Bulgaristan’da işitmekten tiksindiğimiz gibi, Osmanlıların bağnaz olmadıklarına, ayrımcılıktan, etnik ve dini temele dayanarak insan kayırmaktan (diskriminasyondan) kaçındıklarına, hoşgörü (tolerans) yanlısı olduklarına ve adil davranarak, zeki, deneyimli, birikimli, kapasitesi olanlara hakkını verdiklerini, onları en mühim, en sorumlu mevkilere kadar çıkardıklarını, başbakan, bakan, general, amiral, baş komutan ve komutan, uç beyi vb durumlara getirdiklerine sayısız örnekler olduğuna kanıttır.

Muhteşem Yüzyıl” filminde ve Bulgarca da basılan “Roksalana” eserinde de görüldüğü üzere, Kanuni Sultan Süleyman’ın en önemli ve uzun – 15 yıl – başbakanlığını yapmış olan, babası Dalmaçyalı İtalyan kökenli, anası Rum Damat İbrahim Paşa (Pargalı) olarak ünlüydü. Kanuni gibi çok büyük ve ünlü bir padişah ona çok büyük yetkiler tanımış, en önemli görevleri vermiş, tam itimat göstermiştir. Keza, Osmanlı bürokrasisinin birçok kesiminde böyle elemanlara kıymetli görevler verilmiştir. Örneğin, Fatih Mehmet’in ordusuna top yapan Usta Urban ve Osmanlıda ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika da Macar asıllı olup Osmanlılaşmış kişilerdi. Başka bir örnek, 1835’te Osmanlı’da Dışişleri Bakanlığı kuruldu. 1922’de dağılana kadar geçen 86 yılda bu bakanlığı yöneten 71 bakan arasında ikisi Rum, Birisi Ermeni ve bir diğeri de Levanten asıllıdır.

Bu dizimizde, toplumsal huzurun tarihsel değerler üzerinde aynı görüşe varmakla mümkün olacağını savunurken, geçmişe ait gerçeklerin gün ışığına çıkarken anlam değiştiremeyeceğinden hareketle, uzlaşı-mızın ortak noktalarına işaret edeceğiz.

İlk bölümü okudunuz.

Devam edecek.

Birlikte olalım ve aynı değerlerde buluşalım.

Kendinize iyi bakınız. Dostlarınızla paylaşınız…

 

Reklamlar