Neriman ERALP

Konu: Kafaların değişmesi için kaç kuşak değişmelidir?

Dünyada yeni olan bir şey yoktur, her yeni eskinin tekrarıdır. Bu çok eskilerden beri bilinse de, bu gerçeğin bir kuralı da yoktur. Tekerrür de olsa yeni olan yeni bir öz ve biçimle gelir, farklı bir zamanın ürünüdür, mekânı da farklıdır. Üstüne üstelik kuralsız olan bir şey, tekrar etmez diye bir ilke de yoktur.

Mesela, 1877-78 Plevne Savaşında Osmanlı imparatorluğundan Rus Çarı tarafından koparılan Bulgar Prensliği (Kuzey Bulgaristan toprakları ve Sofya bölgesi) 1908’de Bulgar Çarlığı biçiminde egemen bir devlet ilan edilirken artık Almanya’ya ve Batı’ya bakıyordu. Çar Ferdinant Avusturya-Alman soylarından, Saks-Kobur-Gotski sülalesinden gönderilmişti.

1945’te sona eren İkinci Dünya Savaşı sonunda, Bulgaristan kendini ikinci kez Rus çizmesi altında buldu. 1990 yılına kadar hep Moskova’ya baktı, yani 1877-78 havası tekerrür eti.

1990’dan başlayarak, Bulgaristan, Batı “demokrasisine” hayranlığını gerçekleştirme yolunu seçti. Git gide, tüfek patlamadan Moskova’dan koptu. 2004’te NATO üyeliği ve 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) kabul edildi. Geçen yıl AB ve Amerika’nın Rusya’ya uyguladığı ticari ambargo ve yaptırımlara katıldı. Avro-Atlantik cephede yer aldı. Yani 180 derece döndü. Ne yazık ki, bu yelpaze ve yön değiştirmelerin hızı ve açısı iç dinamitlerden fazla, dış faktörlerce, büyük devletlerarasındaki güç dengelerince belirlendi. 2014-15 yıllarında Pentagon bizde 3 üs kurdu, eğitim merkezleri açtı.

Bu yazımı kaleme almamın sebebi, dün akşam (19.11.2015) Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e hitaben söylediği sözlerdir. Putin’in konuşmasına gerekçe ise, bir hafta önce Plevneliev’in “Rusya bize karşı siber savaş yürütüyor!” demiş olması oldu. Bu iddiaya Putin’in cevabı çok sertti: O, “Siz bizim dilimizi konuşuyorsunuz; Siz bizim alfabemizle yazıyorsunuz; Biz sizi iki defa kurtardık, minnettar olmak zorundasınız!” şeklindeydi.  1980’li yılarda d benzer bir olay yaşanmıştı. O zaman Moskova’da son sahibi Leonit Brejnev’ti. BKP MK Politik Büro üyesi ve BHC Kültür Bakanı Lüdmila Jivkov (Todor Jivkov’un öz kızı) “Kiril alfabesini getiren Kiril ve Metodiy Kardeşler Bulgar’dır” demişti ve daha sonra ansızın ölümünü anlatanlar, bunu hep hatırlattı.

Şimdiki Bulgar gazete manşetleri: “Kremlin Plevneliev’e parmak salladı.”

Bu olayın olduğu gün Moskova Suriye’ye deki modernleştirdiği Laskiye ve Tarsus skeri üslerine ağır stratejik silah indirdi. Hava saldırılarına “MİG” ve “SU” tipi son model “Jetler” ile birlikte katılan “uçan kaleler” inmeden 1 kilometre uçabilen ağır bombardıman uçakları son hedeflere kanatlı füze yağdırdı. Adını “İslam Devleti” olarak reklam eden terör örgütü DAEŞ’in mevziilerini kaybettiği, birçok yerde panik halinde kaçtığı dikkati çekti.

Bütün önemli savaşlara hep sonradan katılmış olan, ama her zaman savaş sonrası kural koyma taktiği uygulayan Amerika, bu defa da DAEŞ’in beli kırıldıktan sonra, yanına İngiltere, Fransa ve Almanya vb devletleri alarak Yakın Doğu’ya çöreklenmeyi düşünüyor intibaı yaratabildi. Bu işte en kötü olan, Türkiye Suriye sınırın bir incir gibi küçük bir Kürt devleti dikme plan tasarıları, barış isteyenlerin tümünü yeniden endişelendirdi. Geçen hafta Paris’te sergilenen aile içi Fransız trajedisi en ince düşünen senaristlerde bile, “komşunun avlusunda oynayan ayı, bizim avluya da gelir” fikri doğurmadı. Çünkü faillerin hepsi Fransa’da mayalanmış doğmuş, eğitilmiş ve katil olmayı yeğlemişlerdi. Bu işin içinde başka bir iş olduğu kokusu geldi, hemen burunlara!

Bütün savaşlarda dökülen kan, savaş sonrasında yuvarlak masa etrafına oturmak ve coğrafya haritasını açıp üzerinde bazı yeni çizgiler çizmek içindir. Suriye Savaşı’nda Laskiye ve Tarsus’a önceden iyice yerleşen, üslenen, limanlarına demir atan, gözüne kestirdiği genişçe bir bölgeyi çitleyen Rusya, ne gibi yeni isteklerde bulunabilir. Çölde deve güdecek hali yok her halde.  Rusya’nın peşinen elde ettiği toprak parçası, iki liman, deniz altı hangarları ile yetinmesi olası olabilir mi? İşte bu soru Rusya tarihini, Rus’un huyunu, henüz derin uykusundan uyanmış ve doymak bilmeyen Rus ayısını bilen Bulgarlar politik bilimcilerin kafasını alabildiğine karıştırmaya başladı. Çünkü daha önce her savaştan galip çıkan Rusya, her zaman ganimet olarak yalnız toprak istemiştir. Yakın Doğu coğrafyasında Laskiye ve Tarsus yöresinden başka göze kestirdiği yarı çöl arazi olmadığından, politik gözlemciler, hele Başkan Putin’in Bulgar Cumhurbaşkanına sert tepkisinden ve yeni yeni yeşermeye başlayan Moskova’nın 21. Yüzyıl Balkanlar politikasından esinlenerek, “bizi isteyecektir”, “Bulgaristan yine Moskova yörüngesine çekilecek” endişesine düştüler.  Böylece Bulgaristan’ın yeni tarihinde 25 yıllık bir aradan sonra, ilk kez yeniden Rusya’ya dönüş, tarihte tekerrür esintisi yüze vurdu. Öz v biçim olarak sorun işte budur.

Son aylarda Bulgaristan’da Rus’çu politikacılara karşı sert uygulamalar oldu. Moskova yandaşlarının aleni politik lideri, “Ataka” başkanı ve milletvekili Volen Siderov, yardımcısı milletvekili Çukolov parlamenter dokunulmazlıklarınıkybettiler. Savcılığa ve ardından mahkemeye sevk edildiler. Son 25 yılda Bulgaristan’da ilk defa bir Rusofil siyse adamı yargı önüne çıkarıldı. Siderov’un “holiganlık” olarak değerlendirilen davranışları kamuoyunda pek destek bulmasa da, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Bulgaristan’ın yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) partisi üye kitlesi koyu Moskof yanlısıdır.

Basında ve kamuoyunda Sofya, Pleven, Şipka, Filibe (Plovdiv) park ve tepelerindeki Rus askeri, Rus generali, Rus Çarı anıtlarının “kurtarıcı anıtı mı?”  yoksa “bizi esaret altına alanların anıtları mı?” konusu tartışmaya açıldı. Topumda bu bir fikir ayrılığı belirmesi totalitarizm döneminde asla mümkün olamazdı. Bu açıdan bakıldığında şöyle bir soru da ortaya çıktı: Şam’a Diktatör Başer Esad’ı DAEŞ’tan kurtaran Rus General Anıtı dikilecek mi? İkinci Dünya Savaşı’ndan tam 70 yıl sonra,  Bulgaristan’ın Kamçiya ırmağı boyunda bir köye bundan 71 yıl evvel, III. Ukrayna Ordusu ile Tuna’yı geçerek Bulgaristan’a giren Sovyet Mareşalı Tolbuhin’ın anıtı dikildi.  Ruslar savaş kazandıkları her ülkeye altın kubbeli birkaç kilise diker, acaba Suriye’ye kaç kilise dikecekler! Tarih tekerrürden ibaret olsa da, önünüzü görebilmemiz çok zorlaştı. Biz benzetmeli analizimize devam edelim.

Rus Çarları 19. Yüzyılda “toprak köleliği düzenine” son verirken, ülkedeki Yahudileri sınır dışı etmişti. O zaman kurtuluşu kaçmakta bulanların daha fazlası Almanya’ya yerleşti. 21. Yüzyıl başında Almanya’nın kaderinde savaş kaçağı ve sığınmacı barındırma açısından bakıldığında bir tekerrür gözlüyoruz. Naziler 1939-45 arasında Yahudileri yaktı. Başka halkların deneyimlerini kopyalamayı sevmeyen Almanlar, bu defa (sığınmacıların kaderi konusunda) Polonya örneğini tekrar edebilir mi? Hatırlanacağı üzere, Hitler 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırınca, 300 bin Leh erkeği ülkeyi terk edip Londra’ya sığındılar. Onlardan 100 bini eğitim alıp Polonya Kurtuluş Ordusu kurarak vatanlarını Nazilerden kurtarmak için geri dönüp kahramanca savaştılar.

DAEŞ, Suriye’de 300 bin kişi öldürdü. 7 milyon Müslüman evini barkını bırakıp yurt dışına kaçtı. En büyük sığınmacı kitlesi Türkiye’dedir. Batı Avrupa ve Almanya’ya sığınanların sayısı yılsonuna kadar 1,5 milyonu bulacak. Acaba Almanlar ne düşünüyor? Yakın Doğuya en fazla silah satan 4. devlet olduğuna ve PKK ve PYD teröristlerini bile en modern biçimde donattığına göre, (PKK militanlarının ellerindeki uzun menzilli silahlar Alman ürünüdür) stratejik açıdan akıllarından geçenler olmasın olamaz!?  “Berliner Zeitung” gazetesinin işaret ettiğine göre, askerlik yapmamış Suriyeli kaçaklar 1.5 yıl Alman askeri kamplarında eğitime tabii tutulacakmış. Geçen yüz yıl olaylarının askeri platformda tekerrürü açısından, Almanya 200 binlik modern bir Suriyeli sığınmacı ordusuyla Yakın Doğu’ya yerleşmeyi düşünüyor olabilir mi? Yoksa Başbakan Bayan Merkel’in “aman gelsinler, kapımız açık” sözlerinin başka bir anlamı mı var?  Son haberlere göre, Hollanda, Belçika, Almanya, Lichtenstein, Avusturya ve Fransa altılısı, AB içinde bir Mini Şengen Grubu oluşturmayı gündeme getiriyorlar. Bir yandan 28’den 35’e büyümesi tasarlarken, aynı zamanda iç parçalanma ve gruplaşmaların önünü alamayan AB yönetimi,  bu gelişmelerin temelinde tarihin tekerrürü olduğunu gündem yaparken yanlış hesap peşinde olduğunu, kabul etmiyorum.

Sığınmacılar meselesi bir de eğitim işidir. Türkiye’de de birçok okul misafir çocuklarına kapılarını açtı. Ne ki, bizde kötü niyet yok. Arap çocukları eğitimlerini Arapça ve memleketlerindeki mevzuata göre alıyorlar.

Burada özellikle vurgulamak istediğim, eğitimin bir kuşağın bakış açısını, dünya görüşünü, zihnini değiştirmek için bir araç olarak kullanılmasıdır. İnsn geçmişini unutturmak ancak eğitimle olasıdır. Nazi Almanya’sında her Yahudi’nin başına kurşun sıkılması, her Yahudi kadın ve çocuğun gaz kamarasında yakılması lanetlenmeyecek kadar Almanların kafası boşaltılıp içine düşmanlık doldurulabildiyse, halen durumun tamamen değiştiğini, sokakta dolaşan, bankalarda çalışan Yahudilere kötü gözle bakılmadığını görebiliyoruz. Bu nasıl mı oldu? Bu soru biz Bulgaristan Türkleri için çok önemlidir. Çünkü Bulgar toplumu Türk düşmanlığını unutmuyor. Örneğin, Sofya’da çıkan “Galerya” gazetesinin (yıl 2015 sayı 46) AB milletvekili Angel Cambazki “Hoşgörü – tolerantnos ve entegrasyon (bütünleşme) masallarını bir yan bırakın ve fırsat fırsattır terörizme karşı ayaklanın!” çağrısında bulunuyor. Onun terörist dedikleri ise,  biz Türkler ve Müslümanlarız. 45 yaşında olan bu ırkçının kafası, dedesinin kafası 1912’de nasıldıysa, babasının kafası 1985’te nasıldıysa, onun da kafası 201’te aynı insan düşmanlığıyla doludur. Demek oluyor ki, XX yüzyıl boyunca Bulgaristan eğitim ve öğretim sistemi bir milim değişim kaydetmemiştir.

Konumuza dönelim:

İkinci Dünya Savaşı sonunda Federal Almanya’ya çöreklenen Amerika, Nazi Almanya’sının eğitim sistemini kökten değiştirdi, mevzuat baştan aşağı yenilendi, Nazilerin icat ettikleri insan düşmanı öğretim ve eğitim uygulanmasından eser, iz, harf bile kalmadı. Bu Japonya’da da böyle yapıldı. Bu işin finansmanı US Marshall Planı (1948) karşılandı. Almanların kafası işte böyle bir iki kuşakta değiştirilebildi.

Daha iyi anlatabilmem için. Öğretmenlerimiz bilirler. Türkiye ile Bulgaristan okul mevzuatı birbirine uymaz. Bunu bilen öğretmenlerimizi Türkçe dersleri için Bulgar okullarına davet ettiğimizde pek gelmek istemediler. Fark düşünme biçimindedir. Fark köklüdür. Almanya’da yapılan derin dönüşümdür. 1990’da Berlin Duvarı yıkıldı, 25 yıl geçti, ama Federal Almanya ve Doğu Almanya nüfusu hala kaynaşamadılar. Çünkü dünyaya bakış açıları, değer sistemleri, kültürleri farklıdır. Bu kaynaşma belki bir sonraki kuşakta başarılı olacaktır.

Anlaşılan, işte böyle bir sığınmacı planı var Bayan Merkel’in kafasında.

Tüm bu tasarıların içinde, Türkiye konumundan bakıldığında,  Suriye Güney, Bulgaristan Kuzey komşumuzdur. Suriye Savaşı’nın, alevleri komşulara sıçramadan söndürülmesinde Türkiye’mizin rolü ve önemi olağanüstü büyüktür. Bu bakıma Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğulu başkanlığında kurulan yeni T. C. hükümetine olağanüstü büyük ödevler düşüyor.Olayın önemini G-20 Antalya zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın gayretlerinde görebildik. Gelişmeler çok derin geçmişi olan bir sürecin devamıdır. Yakın Doğu konusunda tarih boyu Türkiye dostu devlet olmamıştır. 1919’dan beri Fransa ateşe odun atarken, 1970’ten beri PKK’yı silahlandırdığını bilmeyen yoktur. Bölge sorunlarını havadan bombalamak veya taşeron terörist örgüt eliyle çözmenin olanaksız olduğunu da görmeyen kalmadı.  Bu nedenle tarihin Yakın Doğu’da, Balkanlar’da tekerrür etmesi halinde çooook, ama çooook dikkatli olmamız gerekmektedir. Siyasi sorunların önemi her zamankinden fazla artmıştır. Tarih içinde anavatanımızı parçalayıp yok etmek isteyenler bugün de kapımızdadır.  Olaya bu açıdan bakmak zorundayız.  Suriye’de yaşayanlar bizim kardeşlerimizdir.

Reklamlar