raziye-1 Raziye ÇAKIR

Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilirler.

Bizim siyaset anlayışımızda eksik bir şeyler mi var acaba?

Kendime bu soruyu sorduğumda cevap vereceğim ama Türk olduğu için övünüyor demesinler diye susuyorum, sonra da neden çata çat vurmadım yüzlerine diye sıkıntı basıyor.

Kıskanç bir dünyada yaşıyoruz. Kendisinden imrenilen birini sonradan sevmek zor!

Başa gelen kötülüklerin öz kaynağı insanın kendi içindedir. Uyuz olanın kanı tahlil edilir.

Başkasını suçlamak hiçbir soruna çözüm değildir.

Hani bir fıkra var ya, çınar gölgesine toplanıp serinlemişler, göz gezdirip dallara bakmışlar ve meyveleri olsaydı da yeseydik, demişler. Sonra susmuşlar.

Özgürlük ve demokrasi-cilerden sonra, Dostlar da HÖH’ ten ayrıldılar. Hepsi kupkuru kabuk gibi, gövdeden kopmuş ama hiçbir şeye bulaşamamışlar. Fıkra anlatmadan, şarkı söylemeden susuyorlar. Mesele bizim kuru kabuktan bir şeyler bekleme gafletine düşmemizdedir. Okul yıllarında Aziz Nesin mizah fıkralarına içten içe kıkır kıkır gülüyordum. Annemin kapı ardında bu bizim kızda bir şeyler var, kendi kendine kıkırdanıyor yakınmaları hep kulağımdadır. Şimdi ben sustum, o da sustu, ikimizde sustuk ve sanki uzlaştık, anlaştık mı dersiniz. Ben kıkırdayışımı özledim, annem de beni dinlemeyi özlemiş olabilir. Susmak çok kötü be…

Bu bizim yeni partiler de ham tohum gibi, eksen bitmiyor, bitse büyümüyor. Bu işin içinde bir iş var da, nedir acaba?! Doğa susarken konuşurmuş dediklerini işitmiştim. Ne iştir acaba!

Başka birilerini itham etmek, yargılamak istemiyorum. Bu işler bir az da kader nasip işidir. Sonunda her koyun kendi bacağından asılır. Konu öykülenmiştir. Paylaşıyorum:

Başkaları hakkında hüküm verme.

Günlerden bir gün bir öğrenci öğretmenine:

  • Aklı başında yaşlıların hepsi bizi neden başkaları hakkında hüküm vermemeye

öğretir? Bu çok mu önemli öğretmenim! Diye sormuş.

Başka benzer durumlarda yaptığı gibi, bu defa da ağırdan alan öğretmen, önce susmuş, sonra  öğrencisine biraz çamurlu bir balon uzatmış ve şişirmesini rica etmiş. Öğrenci birkaç nefes şişirdikten sonra öğretmen sormuş:

  • Ne görüyorsun?
  • Sizi ve balonu görüyorum öğretmenim, cevabını vermiş öğrenci.

–    Öyleyse biraz daha şişir, demiş öğretmen.

Öğrenci biraz daha şişirince balon daha da büyük olmuş.

  • Şimdi ne görüyorsun diye sormuş, öğretmen.
  • Artık sizi göremiyorum, balonu ve üzerindeki çamuru görebiliyorum,

Cevabını vermiş öğrenci.

  • Biraz daha şişir öyleyse.

Balon koskocaman olunca öğretmen bir daha sormuş.

  • Şimdi ne görüyorsun?
  • Bir çamurlu balon… Başka bir şey göremiyorum.
  • Biraz daha gayret deyen öğretmen, kenara çekilmiş.

Öğrenci son gayret balonu şişirirken, elinde patlamış ve üzerindeki çamurlar etrafa saçılmış. Öğrenci sanki dilini yutmuş. Bön bön bakınmış Üstü başı çamur olmuş.

  • Başkalarının eksiklerini, yanlışlarını ve fazlalıklarını kaşıdığında, olacağı gördün

değil mi? Birinin yanlışları üzerinde hüküm verirken, onları eleştirir ve yargılarken adamın kendisini göremez olursun. O an sen yalnız kendi yargı hükümlerini işitir, onları görür ve o duyguları yaşarsın. Başkalarında eksik olanı ne kadar abartıyorsan, balonu şişirirken olduğu gibi, patladığında hem kendi üstüne hem de etrafındakilerin üzerine pislik saçma ihtimalin artar, demiş öğretmen ve öğrencisini olayı düşünmesi için yalnız bırakmış.

Şimdi bizim şu Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS)’den değişik zamanlarda kopan kuru kabukların kendilerinden başka hiçbir şey görmek istemeyişi, susmaları, bir şeyler gizlediklerine işaret etmiyor mu acaba? Ya bunlar derinden derine uzlaşmak ve yeniden bir arada olmak istiyorlar şüphesi çağrışmıyor mu?!  Geçmişimizle kavgamız bize ve gelecek nesillere bir şey kazandırmaz,  fikri üstün gelmiş olabilir mi? Zaten biz coğrafi olarak Doğu ile Batı’nın tam ortasında, Bulgar taşının altında birlikte ezilmiyor muyuz? Bu taşı HÖH kendisi kaldırsa kaldıramaz. Özgürlükçü demokratlar boylarından büyük işlerle bulaşmak istemezler. Dostçuların da hangi işler için dostlaştıkları henüz anlaşılmadı.

Doğu’dan daha fazla veya Batıdan daha büyük bir parça koparmaya çalışmamıza ne gerek var. Gelecekse iki yandan da eşit gelse, olmaz mı?  Üstüne üstelik her iki medeniyeti de birlikte yaşadığımız için, ne Batıya daha fazla ne de Doğuya daha hevesli yanaşıp sarmaşmaktansa, Güneşin doğduğu yere kilitlensek ve büyüyen bir umutla her şafakta altın ışıklar beklesek daha güzel olmaz mı? Gördüğümüz ve göremediğimiz bir problem mi var?

Son dönemde, hele 15 Temmuz’dan sonra Türkiye balonu şişiren hainler gördünüz mü? Bu balon neden patlamıyor sorusunu soruyorlar birbirlerine. Sanki ömür boyu balon patlatma işine ter dökmüşler. Sesleri kısıldı. Türkiye bir hasta adam, saçmaladıkları zamanları özlemiş gibiler.

Fakat Türkiye bu gün bir asır öncesinin hasta çınarı değil!

Dirilmiş, kendine gelmiş, olgunluk çağı yaşıyor.

Görkemi dudak ısırtıyor.

Koyu gölgesini esirgemeden etrafına da veriyor.

Bölgesel güçlerin devi Türkiye Cumhuriyeti çok iddialı bina edildi.

Beğendin Güney Doğu Avrupa’da, seçtin Yakın Doğu’da, ister Orta Doğu da akla gelen usta, iş bitiren, güven veren, herkesçe sevilen,  dev ülke Türkiye oldu.

Türk kükreyince sır balonları patladı. Herkes sustu. Susuyor. Susacak!

Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilir. Duymalıdır. Duyacaktır.

BGSAM yayınlarını birlikte izleyelim.

Paylaşalım. Başkaları da okusunlar.

 

Reklamlar