Gerçeğin genel geçerli ve ölümsüz ilkeleri var. Bunlardan biri, her şeyin gelişim ve değişim halinde olduğudur. Bu bir devinim ilkesidir. Değişimin ilkesi varsa, Sabrın yaşam biçimi olan SUSMA da bir ilkedir. Atasözümüz: “ konuşmak gümüşse, susmak altındır,” der.   Bunlar, hepimizin her gün şu ya da bu şekilde yaşadığımız şeylerdir. Ve bu ilkeler her yerde ve her zaman geçerlidir.

Bundan 23 yıl önce bir grup seçkin insan Varna’da onlar için peşin kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi bayrağını kaldırıp s.o. direniş yoluna çıktı. Birlikte yürüyeceklerdi ama aralarında hır mır çıkmış, kavga edip dağıldılar, şimdi o gruptan tek kişi kalmadı, lider olarak gösterilen A. Doğan da “delirdim” dedi ve yoldan ayrılacağına işaret verdi.
Onlar parçalandı ama kendi potansiyeliyle arkalarından çekilen kitle yola devam etmeye hevesliydi. Kurucu “ ilkelere” sözde ihanet edenler daha yolun başında sürüden ayrılmak zorunda kaldı. Daha uyanık olan ve tutum ve tavırlarını kişisel çıkarları beleyenler “lider”e yamanarak, kestirmeden ilerlediler. Arkalarında iz bırakmadan yol aldılar, torbalarını doldurma derdine düştüler. Öte yandan,  gizli servisin görevlendirdiği “lider” Ahmet Doğan ise, halktan ve onun sorunlarından tamamen koptu koptu ve tez zamanda Saraylara yerleşmişler.  Öyle ki, git gide kalabalıklaşan partili kitle “lider”siz kalınca yolunu kaybetti, karanlığa saplandı ve güvendiği dağlara kar yağdığını çok zor görebiliyor.  HÖH kitlesi artık yoluna, düz yerlerden değil, çalı ve dikenlerin arasından, ağaç köklerinin üzerinden geçerek güçlükler içinde devam etmeye çalışıyor. Hevesliler alayı sefer planı ve gelenekleri bozulmuş bir sürü gibi dağılmıştır.
İşte bu gidişin içinde HÖH grubu ikiye ayrıldı.
Birinci grup, hiç durmaksızın, yürünen yolda ilerlemek gerektiğini söyleyenlerdi. Kendilerini ve başkalarını doğru yolda olduklarına, eninde sonunda hak ve özgürlüklerini kazanıp hedefe varacaklarına inandırmaya çalıştılar. Liderleri faklı sudan geldiğinden, yol ortasında kaldılar. Onun farklı kimlikli olması kendilerine doğru yolu gösterebilmesine engel oldu. Hak ve özgürlükler kafilesinden her gün biraz daha uzaklaştığından, halkın dertlerinden, ihtiyaçlarından ve menfaatlerinden tamamen koptuğundan, başka bir değişle tarifi imkânsız bir durumda başsız kaldıklarından ilerledikçe yürümeleri güçleşti, ihanete uğradıklarını anlayabilmeleri yıllar aldı.
Bugün de bocalıyorlar, yolları yok. Belki de karanlık orman içinde zifiri karanlıkta kalmaları önceden çizilmiş bir plan sonucu kaderleri olmuştu ama bunun bilincine varmak, kurumuş bir kütüğü sularken meyve beklemek kadar umutsuz oldu.
İkinci grup, tutulan yolun yanlış olduğunu,  liderlerden hiç birinin doğru yol bilmediğinden, kendilerine yanlış yol gösterildiğini,  oyalandıklarını, çıkmaz yol izlendiğini, bu yol doğru olsa, bu zamana kadar hedefe çoktan varmış olmaları gerektiğini söylüyor. Doğru yolu bulmak için de, her yöne mümkün olduğu kadar hızlı yürümek gerektiğini ileri sürüyor. İşte böyle, çok kalabalık olan bu kör yolcu kafilesi, tüm yolcular, iki gruba ayrılmış halde, ayrıca da birçok farklı grupçuklar halinde, bir kısmı aynı yönde (HÖH saflarında), bir kısmı da (Osman Oktay, Kasım Dal, Güner Tahir vb. particilerle) tüm yönlerde hiçbir yere varamadan yıllarca yürüdüler. Bugün artık yürümekten usandılar, yoruldular,  ateşleri bitti, ruhları söndü.
Fakat aralarında bir kişi (halkın bilinci) yürüme heveslilerinin her iki fikrini de kabul etmemişti: Onların kararları doğrultulusunda hareket etmeden önce, bir müddet durup, içinde bulundukları durumu iyice düşünmek, kimin kim olduğunu görmek, her adımı değerlendirmek, işin başına bir daha göz atmak ve o zaman hedef belirlemek ve ancak ondan sonra bir karar vermek gerektiğini söylüyordu.
Heyecana kapılan ve yolsuzluktan korkmuş olan yolcular,  doğru yolu kaybetmediklerine, ancak yoldan biraz saptıklarına (partilerinin esas ilkelerden kaydığına) kısa zamanda tekrar yolu bulacaklarına inanıp, kendilerini hep avuttular, kurultaydan kurultaya hep aynı sahtekârları “lider” seçtiler, onların sesine ve isteğine uyarak yanlış kişileri yanlış yerlere gönderdiler, hep yanlış seçim yaptılar.
Aynı yolda yürüye yürüye koyuna döndüler, bakmasalar da doğru yolda olduklarına inanmaya başladılar. Alışkanlıkları onları bitiren büyük kötülük değil, kaderleri oldu. Yollarını şaşırmış olmalarına rağmen, doğru yolda olduklarına inançları o kadar güçlüydü ki,  halk zekâsının ileri sürdüğü fikirleri her iki taraf da öfkeyle, şiddetle ve alayla, lanetlerle karşıladı, halk nurunun açtığı yola katılmak isteyenler tartaklandı, iki taraflardan da bombalandılar, yok edilmek için elinden geleni ardına koymadılar ve hep sindirildiler.
Çoğunluktan ayrılan halk zekâsı, yanlış yolda bundan böyle de pusulasız ilerlemenin, kendilerini yani her iki tarafı da büsbütün doğru yoldan ve hedeften tamamen uzaklaştıracağını, bir o tarafa bir bu tarafa giderek bütün yolları denemenin de aynı şeyi yapmak demek olacağını, güç kaybettiklerini, doğru yolu bulabilmek için tek çarenin, tarihsel deneyimlere, ilkelere, güneşe, yıldızlara bakarak hedefe giden yolu saptamak olduğunu, ama bunun için her şeyden önce durmak gerektiğini, duraklamanın o yerde kalmak demek olmadığını, halkla ilişkileri daha da pekiştirerek, insanların bilgeliğinden ve deneyimlerinden daha fazla yararlanmak gerektiğini, ancak bu şekilde doğru yolu bulabileceklerini, doğru yolu bulduktan sonra da o yoldan hiç sapmadan ilerlemek gerektiğini ama bunu gerçekleştirmek için her şeyden önce durup, durumu incelemek, aralarından yeni rehberler seçmek, lider belirlemek gerektiğini söylemişse de kimse onu dinlemedi.
Böylece birinci grup (HÖH’lüler) o zamana kadar ilerledikleri yoldan ilerlediler.
İkinci grup, bir o tarafa bir bu tarafa giderek (önüne gelen partilerle müttefiklik kurmaya çalışarak) bütün yolları denedi ama yol alamadı.
Sonuçta her iki taraf da sonuca ulaşamadı, hedeflediklerini gerçekleştiremedi, yeni amaç belirlemede güçlük çeker duruma düştü,  hakları ve özgürlükleri elde edemedi.
Hedefe ulaşmaları şöyle dursun,  dikenlerin çalıların içine gömülüp kaldılar.
Sürünenler ordusu kuruldu.  Denildiğine göre, bugün bile hala yollarını arıyorlar, fakat bir türlü bulamıyorlar. Liderleri ise, onları neredeyse tamamen unutmuş, sefa dünyasında sefilleri temsil etme görevini üslenerek sadece kendileri ve yakınları için cennet kurmuşlar.
Gece karanlığında ormandan çıkılmaz, düşeni içine çeken bataklıktan yalnız kimse çıkamaz, diyen halk bilgeliğine kulak vermeyenlerin arasından sivrilip, “Bize yanlış yol gösterildi!” “Aldatıldık!”  “ Çıkmaz yolda yorgun düştük!” diyen bir tek kişi olmadı.
Kurtuluşun her ne pahasına ulursa olsun tutturulan yolda ilerlemeye devam etmekte olduğuna inananlar (HÖH’lüler) de, farklı yönlerin denemekte olduğunu sananlar da; Onu (halkın bilincini) dikkate almadılar. Onların tezi şudur: “Sürüden yarılmayın. Bizimle beraber gelin. Durup düşünmeye ne lüzum var. Çabuk yürümelisiniz.” (“Oylarınızı hep A. Doğan’ın gösterdiği kopoylara verin.”) “Nasıl olsa her şey kendiliğinden yoluna girer” diye bağırdıkça bağırdılar.
Evet, yollarını ta baştan, aldatıldıklarından dolayı,  şaşırmış olanlar bugün de yanlış yolda olup, bataktan kurtulma yolunu bulamadılar.  Bu yüzden hepsi acı çekiyorlar. Öyle sanıyorum ki,  yapılması gereken şey, bizi içinde bulunduğumuz yanlış yola düşüren adamı (zaten artık delirmiş) güçlendirmeye değil, durdurmaya çalışmak lazım. Ancak o zaman, bu yola devam etmeyip durduğumuz zaman, içinde bulunduğumuz durumu doğru tespit edebilir; birkaç sahte lider kişinin değil de tüm insanlarımızın aradığı büyük saadete, insanlığın özlediği büyük gönenç ve mutluluğa götüren yolu başarıyla bulabiliriz.
Öyle ki, şimdi ne yapılıyor? İnsanlar bir sürü şey uyduruyor, kendilerini aldatıyorlar, yanılmış olduklarını itiraf etmiyorlar,  fakat kendilerini kurtaracak asıl şeye, hallerini biraz olsun düzeltecek çareye başvurmuyorlar.
Korktuklarından bir an olsun durmaya cesaret edemiyorlar.
Kendilerine aldatılan yalanları üzerinde hiç düşünmeden doğru olarak kabul ediyorlar, yalan yanlış şeylere inanarak kendileri oyalıyorlar. Böylece, yanlış hareket etmeye,  felaketleri çoğaltmaya devam ediyorlar. Onlar için içine düştükleri aldatılmışlıklarından kurtulmak, abartmadan ifade ediyorum,  ölüm kalım sorunu olmuş durumdadır.
Yalanı savunmak çılgınlık olmuştur.
İnsanımız içinde bulunduğu korkunç sahte durumu bir az olsun kavramaya başlayınca, ellerinden geleni yapmak için cesaret toplarken, durumlarını gerçekten düzeltecek olan şeyden uzaklaşmayı kabul etmek istemiyorlar. Ürkütülmüş olduklarından, hendeği atlamaya cesaret gösteremiyor; koyunlar gibi yeni çobanın ardından suya atlayıp ırmağı geçmeye yanaşmada çekingenliklerini koruyorlar.
Yalanla yaşamayı kabul etmiş olmak çaresizliğe teslim olmaktır.
Lütfen üzerinde düşünün. Bir de şu var, çare kendilerine öğretildiği zaman öfkeleniyorlar. Doğru yolu kendilerinin göremediklerini kabul etmek istemedikleri gibi, birbirlerinden güç almadan, gruplaşmadan yeni yola çıkmak, yeniliğe açılmak istemiyorlar.
Kendini yenemeyen insanlarla çalışmak çok zordur.
Siz hepiniz, daha önce, yolunuzu rehbersiz biliyordunuz. Sürgünlerde direnenler, ayaklananlar, başkaldıranlar, dağa kaçanlar, iz bırakmadan kaybolanlar siz değil miydiniz?  Sizin kabul etmeniz gereken, Ahmet Doğan ve tayfasının,  DC gizli istihbaratın kurduğu HÖH partisiyle hak ve özgürlükler yolunuzu size kaybettirip unutturmuş olması, hepimizi hedeflerimizden saptırması ve ümitsizlik batağına saplaması, bizim değil, yalnız onun başarısıdır.
Atalarımız: “dostuna bile güvenme!” demiştir, ama biz, siz, hepimiz boş bulunduk, gafil avlandığımızı biliyor amma itiraf edemiyoruz, içimizdeki sahte büyüklüğü, BEN’i yenemiyoruz. Biz hastayız. Neyse…  Şimdi A. Doğan delirdiğine göre, yolumuzu bulmak için şöyle bir oturup, göz göze bakarak bir kaçak sigara yakabiliriz.
Yeni fikirler insanlar dinlenirken veya susarken doğar. Susuyorum. Susalım! Nereye kadar…

Reklamlar