OSMAN BULBUL Osman BÜLBÜL

Konu:  Atasözlerimiz de bizi bir halk topluluğu olarak belirliyor.

Viyana bahçelerinde armutlar iyice irileşti. Yerlilerin kültürü biraz da bahçelerdeki elma ve armutlara dayanıyor. Mesela bizde olmayan, “elma popolu” ve “armut popolu” değimleri Bayanlar için özel icat edilmiştir. Bu konuya asılmamın nedeni yine Nikolay. Hafta sonunda uğradığında nedense çok özgün bir konu açtı. Bana Türkçede şu yukarda tırnak içinde verdiğim değimlerin olup olmadığını sordu.

  • Yok, Bizde kadınların kalem kaşlı, al yanaklı, ince topuklu vb

olmasının önemini ve özelliklerini anlattım.

  • Katır gibi yürüyor, sözünün de Bulgarca köy lehçelerinde kadınlar için

kullanıldığını anlattı.

  • Ben de, ona tarım mühendisliği okurdan Trın yöresinden Kolyo

isminde bir öğrenci arkadaşım olduğunu, onun bana yerli lehçelerinde yalnızca 200 kelime olduğunu ve bu kelime ve deyimlerle de dünyayı anlatabilmenin mümkün olduğunu inandırıcı şekilde paylaşmaya çalıştığını söyledim.

Teslim olmadı.

  • Bir insanın dolayısıyla bir toplumun söz havzası ne kadar küçük ve sığıysa

kültürü de o kadar cılızdır, yaşam tarzı da yoksuldur, diyerek başladı sallamaya…

  • Öyle ama bilgisizlik insanları birbirinden yabancılaştırıyor. Örneğin bu yıl

Bulgaristan’da 11 bin çocuk hiç Bulgarca bilmedikleri için birinci sınıfa gitmeyeceklermiş. Yani bunlar ömür boyu 200 kelimeyle yaşayacaklar ve ufukları asla açılamayacak. Biz ne kadar aydınız, kültürlüyüz, medeniyiz desek de, aramızdaki cahil ve bilgisizler ordusundan oluşan sefiller sürüsünden kurtulabilme yolumuz kapalı Nikolay, dedim, seninle daha önce yalnız 2 nota ile yani “la” ve “sol” ile de müzik yapılabilir, konusunu işlemiştik, dedik. İnsan bulduğunla yetinebilen bir yaratıktır. Fakat insanı zorla körleştirmek, cahil bırakmak, bilgisizleştirmek bir köleleştirme usulüdür ve lanetlenmelidir. Bir dilin gelişmesi binlerce yıl istiyor. Dil gelişmeden edebiyat yaratılamaz, gelişen ve atılımlar yapan bir toplum kurulamaz, azgelişmiş etnik topluluklar ve uluslarla çok gelişmişler birbirini bulamaz ve kaynaşamaz.  Biliyorsun yasaklarla, cezalarla anadil unutturulması da bir dert.  III. Boris’in babası Ferdinand’dan başlayarak günümüzün babacan lideri Boyko Borisov’a kadar bir insanın okumadan, halk deneyimlerini ve kültürünü bilmeden de lider olabileceğine tanık oluyoruz ve devlet seferber olmuş bizi buna inandırmaya çalışıyor. Tüm cahillerin hünerinin gizemi başkalarının daha fazla bilmelerine yol vermemekte gizlidir. Diğerleri onlardan daha becerikli ve yetenekli olursa işler bozulur. Çünkü her halkın bu işler için gözle görülmeyen gözü, dikkat çekmeyen duyulmama sistemi vardır.

Bir köy kurnazı olan Jivkov, doğduğu ve okuduğu Orhaniye (Botevgrad) kasabasının ismini beğenemedi. Değiştirirken hal oldu. Bilmem senin gidip görme imkânın oldu mu? Ben doğduğu dar çatı, “Türk kiremitli”, kara taş duvar, dış basamağı yontulmamış dere kayası,  korkuluksuz, biçme kapılı, pencereleri demir çubuklu, karataban,  döşemesiz, helâsız, suyu 500 metredeki ayazmadan taşınan evini gördüm. Avlusunda çit yoktu. Tabii hemen yanına devlet parasıyla inci bir köşk dikmiş, daha ötede süper lüks çadırlar ve etraf renk renk güller döşenmiş ki, amaç “bak bak” desinler. Ben bu “lider”-diktatör ve katliamcının baba evinde bir tek kitap görmedim. Üzgünüm, fakat 45 yıllık iktidarında Türk topluluğu da kendine benzetti. 1989 Ağustos göçünde Bulgaristan’dan bir tek kitap götüren olmamış. Acıtmadı mı?

  • Bay Osman, biz şimdi bir halk kültüründen yani “elma ve armut popolu

Bayanlardan söz ediyoruz. Ben bu deyimlere gazetelerde rastlamasam da birçok kitapta rastladım. Demek istediğim, eğer bu değimler ve atasözleri benim okuduğum Viyana Akademisi gibi akademilerde değil, halk tabanında, halk arasında üretildiğine, daha doğrusu yaratıldığına inanıyorsak ve aynı kıtada yaşamamıza rağmen, Bulgar halkının lehçelerinde ve edebiyat dilinde bunların ikisi de yoksa, o zaman biz birbirimizden çok farklıyız, Avrupalı şapkası altında birleşsek bile, herkesin harmanı başka başak ufalıyor, dedi.

Bu defa ben de atladım.

  • Bulgaristan Türkleri ile durum aynı değil ml?. Hemen aklıma gelen

Yeraltında yılan oynamış da duyulmuş” atasözümüzü kafamda tercüme ederek Bulgarca olarak ona kafasına yerleşecek şekilde sundum ve “Bu sizde var mı?” diye sordum.

  • Yok, dedi.

–               Şu var mı? “Herkesin derdini kiremitlik örter!”  Bulgar dilince “Türk

kiremidi” sözü var ama evin damı anlamında  “kiremitlik” yoktur. Fakat biz aynı topraklar üzerinde yaşadığımıza, aynı iklim şartlarıyla boğuştuğumuza yakın atasözlerimiz, değimlerimiz, fıkralarımız vardır. Bak şimdi sana Bulgaristan Türklerinin Türkçesinde ve Bulgarların konuşma dilinde olan bir fıkra anlatayım:

Bizim orada  “Pavel Banya” kooperatifinde bir bağ bekçisi vardı. Adı Veli. Herkesin kooperatif malını alabildiğine çaldığı yıllardı. Kooperatife merkezden gelen bir denetleme heyeti Veli’yi karşısına alır ve kooperatif mülkünden çalan olup olmadığını sorar,

  • Herkes çalıyor diye cevap verir Veli. Arkadan gelen soru:
  • Hiç çalmayan yok mu?
  • Bir kişi var, diye cevap verir Veli.
  • Çağır onu! Diye emir veren gelenlerden biri.
  • Çağırsam da gelemez, çünkü kör, diye yanıtlar bekçi…
  • Evet, olay aynı, diye atladı Nikolay, yalnız bizim fıkrada bekçinin adı İvan

ya da Dragan, dedi ve şöyle devam etti: Bizim Osmanlı zamanlarından kalma ortak birçok fıkramız var. Onlardan biri şudur: “Devletin malı deniz, ondan yemeyen domuz.” Bulgarların ince anına gelmiş ki, burada “domuzu” – “eşekle” değiştirmişler.

Bulgaristan Türkleri ise nedense olaylara hep olumlu yandan bakmaya çalıştıklarından olacak, eşeği ve domuzu bir yana itip “Tarım kooperatifinin malı kovan bal” değimini doğurmuşlar ve ardından bir atasözü olarak tutmuş.

  • Nikolay, bizim orada, halk ağzında, hem Türklerde hem de Bulgarlarda bir

ortak değerimiz var o da Çingene fıkralarımızdır. İstersen bir tanesini anlatayım, dedim:  Çingene yolda yürürken bir nal bulmuş ve eşeğine dönmüş:

  • İşte sana bir nal. Daha üç nal bulursam, bir eşek alacağım. Binip hacılığa

gideceğim, demiş.

Çingenenin karısı:

  • Sen hacılıktan döndükten sonra ben de eşeği alacağım, anneme misafirliğe

gideceğim, demiş.

Çingene karısının bu sözlerine hiddetlenmiş.

  • Ah seni gidi hazır oncu! .. Sen yorgun eşeği alacaksın, yola çıkacaksın deyip

karısını bir güzel dövmüş.

Bu fıkradan: “İş, üç nalla bir eşeğe kaldı,” atasözümüz doğmuştur Nikolay.

Atasözünden fıkraya ve değimlerimize atlarken, bu görüşmemizde Nikolay ile politika eleyemedik. Oysa Bulgaristan’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı günler kaldı. Başbakan Borisov iyice sıkışmışa benziyor ki, Türkiye sınırına diktiği 3 metre yüksek tel duvar için Avrupa Birliğinden 160 milyon Euro para istiyor, seçimdir, para ister, deyenler haklı gibi.

 

Bu arada, anlattığım fıkraya baktım ki, oğlanın ağzı açık kaldı, Nikolay dedim. Bizim Kazanlık köylerinin her birinde bilinen şu: “Koç nerden olursa olsun, kuzunun sesi avluda duyul-sun” atasözümüzün yorumunu bir yana bırakalım ve gel şimdi, su arka sokaktaki Bay Hans’ın “Kahvehane ve Pastane” sine birlikte bir uğrayalım ve sana bir Kurban Bayramı tatlısı ikram edeyim, deyim elimle genci buyur ettim.

Tıpış tıpış önüme takıldı ve baklavalarımızın tadını birlikte çıkarmaya gittik.

Gurbetçilik var ya. Bazen bayramlaşacak birini ararsın. İnsan başına gelmesin.

Bayramınız kutlu olsun!

 

Reklamlar