Konu: Gözden kaçmayan benzerlikler.

             Açıklık bekleyen sorunlar.

 

Memleketimiz Bulgaristan küçük bir ülkedir. Doğu ile Batı’nın kesişim sınırına yerleşmiş, toprağında bir yılda dört mevsim değişir. Anavatanımızda dört mevsimin birden yaşaması bir başka mucize kuşkusuz! Demek istediğim, yalnız kar kış ya da sadece yana kavrula sararmış solmuş çöl kumsallarında teni yanmışlar kıyasla çok şanslıyız.

Dünya değişirken, parçalanan buzullar okyanussa inmiş alabildiğine yüzerken, çöllerin kum tepeleri de toz olup denizlere doğru artık hareketlenmiş.

Bu uzun bir yolculuk! Kum

Çığının ilerlediğini görenler Kuzey Afrika’dan kaçıyor. Ak Deniz dalgaları kaçak dolu tekne taşıyor. Eski kıtaya akış toplumsal zorbalıkla birlikte doğa değişiminin baskısı ve doğa zorlaması sonucu da güç topluyor. Savaşlar mı,  sosyal zorlama mı, doğanın hareketlenmesi bir yollara döktü bu kitleleri söylemek zor.

Mesela biz Bulgaristan’dan Türkiye’ye rejim baskı ve teröründen kaçtık. Ama arkamızdan pasaport alıp dış ülkelere işe çıkanlar nasip aramaya gittiler. 9 milyon memleketimde 4 milyon civarında insan kalmış. Gençler gidince ölüm oranı doğum oranını sollamış. Boş kalan köyler, kırlar ağılıyor ve derelere gözyaşı taşıyor.

En yığın göçler hep büyük savaşlardan sonra olmuştur. Türkleri ilk defa bir imparatorlukta birleştiren Atilla (441 -447) Balkanlara akın etmiştir. Eski Türk kavimleri Atlarını Tuna’da, Meriç ve Tunca’da ilk kez o zamanlar suladılar. Hun Türkleri Güney Doğu Avrupa’da kazandıkları zaferlerle tarihte olağanüstü büyük rol oynamıştır.

Türkleri Balkanlara taşıyan ve yerleştiren 1389 Kosova meydan muharebesidir. Birinci Murat’ın zaferi Balkanları Osmanlının Beylerbeyiliği düzeyine yükseltmiş ve bu topraklara Müslüman yaşam tarzını yerleştirmiştir.

Rus-Osmanlı Savaşı halk arasında “93 harbinden” sonra Balkanların Müslümanlardan boşalması ezgin ve çok acılı olmuştur. Tek uluslu ve tek kültürlü devletlerde etnik azınlık, dil, din ve özgün kültür esaslı çok kültürlülük olanak bulamamıştır. Bu bakıma geçen asır çok sıkıntılı göçlerin asrı olmuştur. Buna en parlak örnek de Bulgaristan Türk – Müslüman azınlığının göçleri ve son durumudur.

Geçen ay Paris’te tüm dünya liderlerini toplandı ve doğanın insana ve topluma saldırılarının tehlikeli boyutlara eriştiğini saptayarak birçok önlem almaya karar verdiler. Yakın Doğu savaşının büyük göçe neden olduğunu tespit etseler de, savaşın hemen durdurulması noktasında henüz buluşamadılar. İnsanlığın geleceği için doğa afetlerinin mi yoksa savaşların mı daha tehlikeli olduğu konusu da henüz masaya yatırılmadı.

Eskiyi yalnız anlamak yeterli-midir?

İnsan ve toplum doğanın sunduğu değişikliklere sanki alışıktır.

Bulgaristan stratejik Araştırma Merkezi olarak konularımız genelde sosyal içerikli olduğundan, bu konuların açıklamalı anlatımı uzadıkça uzuyor.

Konularımız arasında başat nitelikli olan bireysel ve toplumsal bilinçlenmedir.

Önemi giderek artan bir konudur. Teröre dayanamayıp sel gibi Türkiye’ye akanlar olduğu gibi, Bir bavul bir sırt çantasıyla Batı Avrupa’yı boylayanlar ve soluklanmak için Kanada ve Avustralya’da duraklayanların örgütlü hareket ettiğini söyleyemem.

Ben şahsen insanların kitap okuyarak veya film seyrederek bilinçlenebileceğine de inanmıyorum. Orhan Kemali ya da Yaşar Kemali baştanbaşa okusanız, hatta “İnce Mehmet”i öyküleyebilecek duruma gelseniz ne değişir ki, anlatılan olayların zamanı dolmuş, Türkiye Adana Ovasında toprak ağılığını silkeleyip kooperatifçi tarıma geçeli, Türkiye işçi sınıfı 8 saat işgünü edinimini elde edeli yarım yüzyıl oldu.

Suudi Arabistan’da Bayanların ilk kez seçime katıldığını geçen hafta gördük. Türk kadını 1936’dan beri oy kullanıyor. Onlar bizden bu bakıma 80 yıl geridir desek uygun olur mu dersiniz!

Bu olayların hepsinin bilinçlenme ili direk ilişkisi var.

Hayatın acı ve tatlısından, soğuk ve sıcağından ve tüm nüanslarından geçer bilinç algısı: hissetmekten, birliktelikten, inanmak ve inanmamaktan vs. Söndürülen baba ocağı acısını yaşamamış biri kimlik ve milli bilinçte eksikli kalabilir. Yaşanmayan acı bilinmez. Okulu kapanmadan, okula gidecek, kalem defter alacak parayı bulmakta zorlanmayan bir çocuk kör cahil kalma korkusunu bilemez. Diyarbakır Hastanesi Diyaliz Merkezi PKK tarafından havaya uçurulmadan önce böbrek hastaları ölümün kendilerine çok yaklaşan hissetmemişti. Olay hepsini birden anti-teröre hareketinde birleştirdi.

Geçen yüzyıldan bilincin birbirinden ayırmakta zorlandığımız birçok olay kaldı.

Bilinçlenme sabırdan geçer ve bu yol yokuştur. Dönemeçlidir.

Eğitimlerini “sosyalist” Bulgaristan’da görmüş soydaşlarımın dikkatine özellikle sunmak istediğim bir olaydan söz açmak istiyorum. Stalinizim ve faşizm. Bu iki sosyal olgunun toplum tabanı çok farklı olmuş olsa da, aslında bunlar iki simetrik olgudur. Yani bakışımlı veya eski Türkçemizdeki tabirle mütenazır hadiselerdir.

Ne var ki, Stalinsizim ile faşizmin karakteristiği (nitelik analizi) ikisinin birbirine olağanüstü yakın olduğunu hemen belli eder. Şu an Eski Kıtada gerçekten derin bir sosyal devrim alevlense, yalnız faşizmin son kalıntılarını değil, modern Bonopartizim’den başka bir şey olmayan Putinizm’in de özünü ve şeklini tarih çöplüğüne gömeceğinden eminim.

Faşizm, gaz fırınlarında ne kadar Yahudi yaktıysa, Stalin de, baskılı zorba düzenine karşı başkaldıranlar arasından iki kat daha fazla özgürlükçü Türkü Sibirya kamplarında dondurmuştur. Halklara yapılan zulüm bakımından ikisi de katilikte yarışmıştır. Yazılan vahşeti okumak ve anlatılan barbarlığı dinlemek için insanın sabır ağacı olması gerekir.

Aynı zihniyeti taşıyanların 21-inci yüzyılda da iktidarda olmalarına şaşmamak elde değil. Demek oluyor zulüm eden toplumlar kendini arıtamıyor. Mesela Rusya Devlet Başkan’ı  Vladimir Putin’in Sank Petersburg’ta  dünyanın en büyük kapalı cezaevini açmaya hazırlandığını duyanların tüyleri diken diken olmuştur. Üstüne o uluslar arası mahkeme kararlarını, örneğin AİHM kararlarını rafa kaldırma kararıyla adalete meydan okuyanların başına geçmiş oluyor.

Bu yazımı Bulgaristanlı kardeşlerim ve soydaşlarım için kaleme aldığım için şu 2 cümleye de yer vermek istiyorum.

Viyana’dan doğuya geçtin mi, kendilerini “ilerici” rejimler olarak tanıtan devlet yapılanmaları 20. yüzyıl tarihinin tanıdığı ve tanıyacağı en gerici, mürteci, eskiye dönük, faşizmi aratan devlet biçimleri olarak bilinecektir. Tarih, 1956’da Macaristan İsyanı’nın ve 1968’de Prag Baharının Rus tanklarıyla ezildiğini unutmadı. Türklerin 1950; 1976 ve 1989’da Bulgaristan’dan kovulmaları, dil ve dinlerinin yasaklanması, Çingenelerin 1960 yıllarında, Pomakların 1970 yıllarında ve Türklerin de 1980 yıllarında isimlerine, din ve kültürleri ile özgün medeniyetlerine cana kıyıcı saldırı ve uygulanan zorbalıklarla süre giden zulmün unutulmaz örnekleridir.

23 Aralık 1984’te Güney Doğu Rodop köylerinde Bulgaristanlı Türkler ayaklandı. İlk şehit Türkan kızımızın anısını yaşatan Türkan Çeşme aktıkça ağıt yanıyor. 23 Aralık 1984 ile 25 Mart 1985 tarihleri arasında 1 250 000 Bulgaristanlı Türkün adı, baba adı, soyadı değiştirildi, anadilimizde konuşmamız, dinimiz, adetlerimiz, geleneklerimiz, ahlakımız yasaklandı, “sosyalizm”, “insan sevgisi” ve “demokrasi gibi yalan perdesi ardına gizlenmiş olan totaliter rejim Balkan tarihinde işitilmemiş katliam işledi.

Son 26 yılda Bulgar toplumu bu yarayı saramamıştır. Bugün aynı yarayı kaşıyan ırkçı-milliyetçi tırmanış periyodik olarak gemi ağza alarak Türk düşmanlığını ayakta tutmaya devam ediyor.

Aynı zorlamayı Kırım Tatarları da hem eskiden yaşadı hem de şimdi yaşıyor. Burada vurgulanması gereken özellik, Bulgaristan’da sosyalist toplum kuruculuğu faşizm yıllarından sonra ve Stalin döneminde başlamakla damgalanmış olup asla demokratik ve insancıl bir nitelik alamamıştır.

Türkiye ve Bulgaristan ve Balkanlar tarihini iyi bilmeden biz bugünün sorunları doğru dürüst çözme olanağını asla ele geçiremeyiz.

Yakın tarihte derinlemesine öğrenmemiz gereken bölümler şunlardır:

BG Stratejik Araştırma Merkezi tarih bilenin akıllı olduğu ve en kolay fikir sahibi olduğu ve düşüncelerini kolaylıkla anlatabildiğinden çıkarak şu ana konular üzerinde eğilmemizde yarar görüyoruz.

Bu olayları biz Bulgaristan’da başka okuduk, gerçeklerse tam terstir.

  1. 1804 -1881 yılları arasında yaşayan ve İngiliz devletinde çok önemli görevlerde bulunan Bencamin Disraeli neden 1878 San Stefano Antlaşmasının bozulmasını ve aynı yıl Berlin Konferansının çağrılmasını istemiştir. Neden Osmanlı devletinin güçlendirilmesinden yana olmuştur.
  2. 1868 ile 1892 yılları arasında üç kez İngiltere Başbakanı olan Liberal Gladstone ise 1876 Nisan Ayaklanmasından sonra neden Türklere ve Osmanlı Padişahına karşı tutum almıştır?
  1. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı neden patlamış ve ne gibi sonuçlar vermiştir.
  2. İkinci Dünya Savaşı neden başladı ve Bulgaristan, Türkiye ve Başkan halkları için ne gibi sonuçlar doğurdu.
  3. Nasıl oldu da bir adada yaşayan İngilizler Britanya İmparatorluğu kurdular ve bugün bu imparatorluğa ne oldu?
  4. Nasıl oldu da M.K. Atatürk Doğu’nun “hasta adamından” modern laik bir cumhuriyet kurabildi.
  5. Üç asırdan beri Rusya dış politikasının en büyük hedefi Ak Denize çıkmaktır?
  6. İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere, Amerika ve Rusya Hitler Almanya’sına karşı müttefik iken, nasıl oldu da Soğuk Savaş başladı vs.
  7. 1990’da Bulgaristan totalitarizmi nasıl oldu da paçayı kurtardı?
  8. Komünistler ve Moskova Hak ve Özgürlükler Parti kurulmasına neden izin verdiler ve hedefleri neydi.
  9. HÖH-DPS partisi “koltuk değneği” olmaktan başka bir işlev üslenebilir mi?
  10. 2016 BMM seçimlerinde bağımsız vekillerin 121 olması için ne yapabiliriz?
  11. Putin’in hırçınlığı ve küstahlığı nasıl gemlenebilir? Vb. vb..

HÖH-DPS problemlerinin özü de burada gizleniyor.

Bu soruların doğru cevabını bilmeyen biri, HÖH-DPS partisi “fahri” Başkanı Ahmet Doğan’ın ekmek elden su gölden, viski de Moskova’dan gel keyfim gel bolluk içinde yaşarken, rahatını elinin tersiyle itip, abayı yeniden sırtlayıp neden siyasi sahneye çıkmaya hazırlandığını, bu arenada bu defa nelerin ve kimlerin olacağını bilmekte zorlanır. Olaylara seyirci kalır. Oysa biz seyirci kalma dönemini artık arkada bıraktık. Okuyarak, dertleşerek, tartışarak, olayların perde arkasını anlamaya çalışarak bütün tuzakları atlayıp halkımızın önüne geçmemiz ve bayrak olmamız gerekiyor.

Biz bunu yapmak zorundayız.

Mutlaka yapmalıyız. Yapmadan edemeyiz.

Oku ve okut. Bildiklerini paylaş ve tartış!

Devam edecek.

 

 

Reklamlar