Bulgar sağı bugün de mayası bozuk bir hamur gibi, toparlanırken dağılıyor. 100 gün önce Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) ve sağ uçtan ATAKA lideri Volen Siderov’la birlikte 4. kez iktidar oldular.

Rafet Ulutürk
Rafet Ulutürk

Erk kavgası bu yılın yaz akşamlarında gelişip biçimlendi. Kenar semtlerden alay alay gelip Sofya’nın “Bağımsızlık” alanını balon gibi şişiren, Bakanlar Kurulu önüne dikilip yeni iktidarı bağırış çağırışla engellemeye çalışanlar, bu işi, kimi defa ücretli yapsalar da, başarılı olamadılar.
Elektronik ortamda oluşan bu yüzeysel ve slogansal eylemdeki kalabalık bulanık su gibiydi, ancak ne güneş, ne yağmur, ne kar bizi engelleyemez, yürümeliyiz, yürüyenlerin ayak izleri tarih olur inancında birleşmişlerdi.
Yıllar boyu şekillenmiş fikirleri olmayan, fakat aynı serüveni güz aylarında da yaşamak isteyenler, ansızın gelen sert kıştan korkarak evlerine kapandılar. Güne meclis kaldırımında sabah kahvesiyle başlayan ve gecesi kuyruklu piyanoda çalınan klasik eserlerle sona eren bu direniş erken miydi, geç miydi, anlaşılamadı. Eylem dalgasının yükselişini ve bütün ülkeyi sarmasını ayakta bekleyenlerin heyecanı tez söndü.
Paralı protestocuların gözü önünde kabaran deniz dalgalarının kum hisarları yıktığı gibi, boş hayaller de kendiliğinden yerle bir oldu. Aylarca süren ama bir türlü şahlanamayan bu serüvenden aydınlığa açılan yolu gösteren mükemmel bir hitabe çıkmadı, olup bitende anlam aramadan, her şeyden zevk alan kendini beğenmişler, hep aynı insanlardı.
Bu yıl Bulgar gündemini yakın takip eden gözlemciler, hassas bir barometre kadar duyarlı olan politik kamuoyundaki bakış açısı değişikliğini hemen sezdi.
Avrupa Birliği üyesi olan ülkede, 12 Mayıs 2013 parlamento seçiminde sandıktan çıkan cin, son 4 yılın Başbakanı Boyko Borisov’un kurduğu ve artık resmen parçalanan GERB partisinin tek başına ve kontrolsüz iktidar olma hakkını elinden çekip aldı. “Günlerin doldu” ilâmı eski başbakana ilk anda şok yaşatsa da, en sık kullandığı “Düşersek kalkmayı bileceğiz!” andını anımsamasıyla birlikte ayağa kalktı, araç değiştirdi ve karanlık sokaklardan “Boyana” semtindeki Ahmet Doğan “Saray”ına yöneldi.
O, Türk ve Müslüman partisinin kurucusu, 23 yıllık önderi ve son kurultayda fahri başkanlığa seçilen, her kes tarafından kabul edilen “lider”le aynı hamurdan olmadığını iyi biliyordu.  Yıllardır baş başa verip iki söz etmemişlerdi. O, arkasında bıraktığı bataklıkta sivrisineklerin üreme zamanı geldiğini düşündükçe ürperiyor, içi içine sığmıyordu. Tek sandalye kaybetmeden 36 milletvekiliyle ayakları üzerinde sağlam duran Türk ve Müslüman partisi ile ortaklık kurup yarattığı toplumsal kokuşmuşluğu bir an önce kurutmazsa, kirli çamaşırları ipe serilecek, korktuğu kâbus balyoz gibi başında patlayacak, meyve vermeden kuruyan ağaçlar gibi yok olup gidecekti.
Aldatan bir dış görünüm sergileyen heybetiyle saraya girdiğinde, konuyu “En kazançlı yatırım iyiliktir!” sözleriyle açan, Borisov’un iyilik yapmak yoksa iyilik aramak için mi geldiğini anlayan olmadı. “Gel ortak olalım, sana 1 milyar leva para ve İç İşleri Bakanlığı hariç, dokuz bakanlık veriyorum!” dediğinde, bakla ağzından çıktı. Yükün omuzlarından indiğini gizleyemedi. Oturduğu koltuğa yayıldı. Rahatlamak için derin bir nefes alırken, hemen cevap bekliyordu. İkinci dönem erkte olmak için alıcı bulsa neredeyse memleketin yarısını gözden çıkarmış gibi bir hali vardı ve onu gözle kaş arası süzen Ahmet az kalsın “Vay! Vay!” demek üzereyken, kendini zor tuttu.
Davetsiz gelen konuğun teklifi onun dilini damağına yapıştırdı. Yerinde donup kaldı. Susuyordu. Bir ara yavaşça kalktı, salonunda dolaştı, güzel şehrin gece pırıltılarına bakan cama gitti. Şehrin nabzı atıyor, geceyle sarmaş dolaş, yarını bekliyordu. Soruyu yanıtlamadı. Bu işin içinde bir iş var, diye düşündü.
“Eşek senin, nalı benim!” mantığı Nasrettin Hoca masallarında bile işlenmemişti. Her zaman her yerde bir seçenek olmalıydı. Döndü ve selam sabahsız kabul ettiği konuğunu, geldiği gibi uğurladı.
Sarayda son söz onundu ve hiçbir kimse ona zorla hiçbir şey yaptıramazdı. İki arada bir Sarayda, gece karanlığında işi oldubittiye getirme huyunda yoktu. Dedesinin incilerinden “Dokuz dönüm bostan, yat oğlum Osman!” atasözünü hatırladığında kendini gülümserken buldu, o an gönlünde ferahlama olduğunu hissetti. Beklediği an gelip avucuna düşmüştü. Meydanlardaki gösteriler, yürüyüşler, sloganlar, hakkında tutup savuranlar onu ilgilendirse de, ne kararını ne de tavrını etkileyebilecek durumda değildi.
Bulgar Sosyalist Partisi Merkezinin bulunduğu “Pozitano 20” önünde zırhlı aracından indiğinde, 100 yaşındaki partinin genç lideri Sergey Stanişev onu kapıda bekliyordu. Konuya hemen girdi. “Devlet Güvenlik Ajansı DANS Başkanlığı, bir de bakanlıkla sınır kapılarının bulunduğu illerin valilikleri HÖH’e verilirse, bir daha ortak iktidar oluruz!” dedi.
Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin oy toplamı da 120 olduğundan dolayı, çoğunluk sağlamaya yetmeyen bir oyu da, aşırı milliyetçiliğiyle ün yapan “ATAKA” partisinden alacaklardı. Öyle de oldu. Kabineyi partisiz milliyetçi Plamen Oreşarski kurdu ve güvenoyu aldı.
O gün bu gün, B. Borisov yönetiminde aktif muhalefet yapan GERB’in yeni milletvekilleri meclise girip kayıtlarını yaptırmadı, genel kurula, grup oturumlarına, komisyon çalışmalarına katılmıyorlar. Eylülde gen soruları geçmedi. Meclis kürsüsü boş dururken politikayı sokakta geveleyen vekiller önce kendi aralarında sonra da kendi kendine konuşur duruma geldi.
Politik tarihi ve gelenekleri olmayan GERB partisinin çözüm öneren algoritması, direniş deneyimlerinde dayanıklılığı olmadığı ortaya çıktı. Uzak Doğu güreşlerinden siyah kemer sahibi olan Borisov’un ise, yüreksiz ve entrikacı kişiliğini görmeyen kalmadı.
Yeni Başbakan Oreşarski kabineyi yapılandırmaya çalışırken, HÖH milletvekili ve aynı zamanda iletişim araçları holdingi başkanı, özel 5 gazete ve 2 TV sahibi olan, Bulgar oligarşisinde Rus yanlısı olarak bilinen 32 yaşındaki D. Peevski meclis kararıyla Devlet Güvenlik Ajansı DANS Başkanlığına atanınca, sokaklarda tepinenlerin tepkisi alev aldı ve göklere çıktı. Peevski’nin ödevleri ve rolü sır olarak kalsa da, oligarşiye ait kişiliği meydanlarda uzun zaman hiddet uyandırdı. Ruhlarıyla Batıya bağlı kişilerle dolu dolu dalgalanan alanlar taşma safhasına geldiğinde, meclis yeni bir kararla Peevski’yi görevden aldı.
Bulgar pusulasının Rusya’ya dönmesini engellemek isteyenler, bu defa “Ahmet Doğan Mafya!” sloganı yükseltirken, Türk ve Müslümanlara, onların politik partisine ve sivil toplum örgütlerine kin kusan, saldıran olmadı. GERB partisi, bu olaylarda eylem yapanların sırtına binmeye çalıştı, ne ki, fırsat bulamayınca ruhen yıkıldı ve parçalanmaya yöneldi.
Türk milletvekillerinden Dr. H.Ademov’un Sosyal Hizmetler Bakanı olarak katıldığı koalisyon hükümeti işe eski kabinenin icat dosyalarını halka açmakla başladı. Önce, son 4 yılda tüm milletvekili ve valilerin özel araçlarla arasız dinlendiği kanıtlandı. İşpiyonlama işinin başında GERB Başkan Yardımcısı, İş İşleri Bakanı Ts.Tsvetanov olduğu açıklandığında partide büyük manevi çöküş yaşandı, savcılık olaya el koydu. Bulgaristan üzerinde 4 yıldan bu yana yatan koyu sis işte böyle yavaşça, kimseyi rahatsız etmeden kalkmaya başladı.
Meydanlarda tepinirken modernleştiğini sanan, kendi kendini hâkim görüp, evde TV izlerken sözde politik bakış açısı değiştiren yaşlı katmanın gerçekleri görmesinde Sağlık Bakanı T.Andreeva’nın “eski hükümetin sağlık kasasından 1,4 milyar leva çaldığını ve sağlık sektörünün çökmek üzere olduğunu” duyuran şok beyanı büyük rol oynadı. Halen 250 leva emekli maaşı alanlar, yolsuzluk yapılmasaydı her ay 1.000 leva. emeklilik alabilirdi olasılığını kanıtlayan merkez basın, bu işte tesirli oldu. Tarım Bakanlığı’nın gayrı menkul değiş tokuş dosyaları yolsuzluk zincirini çok uzattı.
AB ulusal ekonomilerindeki yolsuzluklara çok duyarlı, beklenen 2 milyarlık yaptırım paketi herkesi sarstı.
Suriyeli savaş kaçaklarının büyük gruplar halinde Bulgaristan’a da sığındığı son aylarda, yerli işsiz gençlerin “hava artık bozdu, inşaatlar dondu” demeden AB anakentlerine akını daha da yoğunlaştı ki, bu da Bulgaristan’da ekmek kapılarının iyice kapanmış olduğuna kesin işarettir.
Tamamen boşalmış köylerimizi satın almaya gelenler var.
Bu olaylar normal yaşayarak modern olmak isteyen kitledeki büyük derdin artık tarifsiz herhangi bir korku olmayıp geçim sıkıntısı olduğunu ortaya koyuyor. Dış ülkelerde sigortasız ve tazminatsız çalışmayı kabul edenleri motive eden budur. Bizdeki toplu göçlerin temelinde yatan ekonomik ve sosyal sıkıntılardır.
Kalkan sisin altında kütleşmiş üç temel sorun gün ışığına çıktı:

1) 28 AB ülkesi arasında Bulgaristan’ın yenidünya düzenindeki yeri bugün de belirsiz.
Bulgaristan’da ekonomik ve mali bunalım henüz dipten kopmamıştır. Güç bulup dirilmeye geçilememiştir. Pazar ekonomisine başarıyla geçildiği dillere dolansa da, üretim araçları ile üretim ilişkilerinde köklü değişiklik yapılamamıştır. 28 AB ülkesinden biri olan ülkenin yenidünya düzenindeki yeri bugün de belirsizdir. Düşünenlerin düşüncelerinde, bir güvercinin bir fincan yem ve bir avuç su ile hiçbir yere konmadan Avrupa’dan Amerika’ya uçabilmesinin sırrı artık bir harika olmaktan çıkıp yeni enerji kaynağı arayanlara büyük ödev olarak sunulmuştur.
Peşkeş çekilen enerji sektörü hem altyapı hem de üstyapı çelişkilerinde çıbanbaşıdır.

2) Politikayı belirleyenin seçmenin kendisi olmadığı ortaya çıktı.
Demokrasilerde, politikayı belirleyenin seçmenin kendisi olmadığı, bu işi parlamentoya gönderilen vekillerin yapması gerektiği, halk bilincinde yer yapmaya başlamıştır. Yeni anlayış, Oreşarski hükümetini, hem seçmen hem protestocu hem de yönetici olmak isteyenleri fazla dikkate almamasında haklı çıkarmıştır. Hükümet, yerinde duran karın kendiliğinden çöktüğü gibi, seçilen fakat meclis kapısından içeri girmeyen, aynı zamanda karışıklıkların ardında duran GERB’in itibar kaybedip parçalanmasını ustaca ve sabırla bekledi.

3) Sosyalist rejimde sağ politika yasaklandı, 10 yaşını doldurmuş sağ parti bulunamıyor.
Olabilir ya, 40 yıl süren sosyalist rejimde tamamen yasaklı olan sağ politika Bulgaristan’da başka ülkelerden farklı özellikler göstermesine temel nedendir. Ülkede 10 yaşını doldurmuş sağ parti yok. Kurulup dağılmalar halkı yordu. Bu açıdan bakıldığında, hele bu yıl yerli sağ siyaset Bulgar demokrasisine değişik ve özgün çizgiler kazandırdı.  Arada bir marjinal renklerle ortaya çıkan ve aslında sürekli yoğun bir arayış içinde olan demokratikleşme sürecinde sağ yarısı sokakta bir meclis ortaya çıktı. Tek oylu çoğunlukla kurulan ve geleceği pamuk ipine asılı olan sol hükümet artık yere sağlam basıyor. Kuşkusuz, kabul edilmesi güç olsa bile, erk çarkı başarılı döndü. Bilinç olmaya uzanmış bir hakikati her gün yineleyen gündemse şudur: Demokrasiyi doğuran ve yaşatan organ meclistir. Hükümet mecliste kurulur. Ne ki, sağ yarısı devamlı boş olan bir meclis özürlüdür. Günümüze kadar Bulgar parlamento tarihi arasız süren boykot şeklinde bir anormallik yaşamamıştır. Deneyimsiz bir parti olan GERB boykot hareketleriyle kendi ipini kendisinin çektiğini anlamak istemese de, gerçek budur. Bulgar halkının güvensizliği dışlama ve beğenmediğini sahneden alaşağı etme geleneği çok güçlüdür.

Tarih, büyük yolsuzlukların imparatorluklar devirdiğine şahittir.
Böyle bir ortamda sıkıntıları bitmeyen toplumda politik gerginlik şiddetlenmeye devam ederken, GERB’ten kopanların kurduğu yeni partiye Korkuya, Totalitarizme ve Duyumsamazlığa Seçenek Sunan Bulgarlar (BASTA) adı verilmesi rastlantı değildir. Evet, yok olmaktan korku illeti GERB’in içinde kaynıyor. Kamuoyunu elektronik kulaklarla dinletip izleten GERB totalitarizmi besledi. Halkımız doyumsuz ve umursamaz bir duruma getirildi. Bu şartlarda hükümetle birleşip yolsuzlukların tümünü açıklanma cephesi kurulması beklenirdi. Tarih, büyük yolsuzlukların imparatorluklar devirdiğine şahittir. Her şeye rağmen, sağ politik alana yayılma niyetiyle yola çıkan BASTA partisi henüz ideoloji ve program açıklamasa da, son hedefinin iktidar olduğunu işaret etti.
Örgütsel belkemiği olmayan bir başka politik oluşum da, yaz direnişlerine katılan 24 sivil toplum örgütünden çıktı ve kaydını REFORMCU BLOK adı altında yaptılar. Barajı geçip meclise giremeyen küçük partilerle yıllar yıllı politik kimlik gösteremeyenleri bir araya toplayan bu BLOK’un demokratikleşme reformlarından hangilerine öncelik tanıyacağı henüz açıklanmadı. Bulgar sağı bugün de mayası bozuk bir hamur gibi olduğundan, toparlanırken dağılıyor.
Bu arada Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan, Mecliste yaptığı bir konuşmada, kullandığı eksiksiz Bulgar diliyle, tüm vekillere aydınlığa giden yolun mükemmel bir dilden geçtiğini parlak bir biçimde gösterdi.
2013 Bulgaristan politik fırtınasında demokrasi derken Batı’nın 1000 yıllık deneyimlerini özümsenmiş olarak görmek isteyenler vardı. Buna işaret eden yeni bir halk lideri veya politik platform çıkmadı.
Öte yandan, halkın dertlerini dinleyerek dip dalgasını hareketlendirmek için il ve ilçelere inen, TV 7 ekranında ün yapmış gazeteci  Nikolay Barekov gibi genç aydınlar, düşünceleriyle dünyayı dönüştüren Karl Marks’ın KAPİTAL eserini, 1850’lerde Londra’da  hiçbir fabrikaya girmeden, sadece Çarls Dikens’ı okuyarak yarattığını ya bilmiyor ya da unutmuş olabilir.
Kaldırımdaki piyano gönülleri sanatla doldurdu. Ne yazık ki, dinleyenlerden bir şiir, bir çarkı çıkmadı. Genç yazarlar arasında kalemi en keskin olan, örneğin dizi ve köşe yazarı Furnacieva ve arkadaşları, demokratikleşme davasına kendilerini feda edercesine polis araçları önüne atladılar. Olayın karşılıklı özür dilemekle geçiştirilmesi, erk organlarının güçlü durumuna yeni bir kanıt oldu. Bu arada, ellerinde yalnız dokunmalı cep telefonu taşıyan itaatsizler, klasik romanları, hatta V.İ. Lenin’in “İki Adım İleri Bir Adım Geri” eserini okuyarak modern devrim yapılamayacağını anladı.
Kalabalığın önüne çıkıp yeni değerler yaratarak farklı bakış açısı sunulmalıydı.
Vaktiyle fikirlerinde güncellik olan, ama günümüzde bir yazarın ana görevinin toplumda hâkimlik yapmak değildi. Kalabalığın önüne birikimli bir aydın olarak çıkıp yeni değerler yaratarak farklı bakış açısı sunulmalıydı. Olabilir ya, belki de kavrayamamış olan, bilinen gazeteci Kevork Kevorkiyan’ın geçen yüzyıl karaladığı ve zaman aşımına uğrarken sararıp solan, nem alan sayfaları küflenen çarşaf çarşaf yazılarını okumanın da, baştan aşağı anlamsız olduğu ortaya çıktı.
Totalitarizmin yıkıldığı 1990’larda milyonlarca insanı dev bir güçle birdenbire meydanlara indirebilen sağcı elit, maalesef zamanını tez doldurdu ve artık sahnede değil. O vakit, Demokratik Güçler Birliği (CDC) ilk hamlede tek başına erke yükselmişti. Ardından ünlü demokrat J. Jelev Türk, Pomak, Rom ve diğer Müslümanların da oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmişti. Böyle bir kıyaslamayla anımsanmaları rahatsızlık verici olsa bile, o yürekli demokratlar nedense, tüfek sesi işiten kuşlar gibi birden uçuşup dağıldılar.
O gün bugün tüm çabalara rağmen, kalıcı bir oluşum biçimi ortaya koyamayan politik sağ, 50 yıldan sonra İspanya’dan dönen Bulgar Çarı III. Simeon Sakskoburgotski etrafına kısa bir süre için yeniden toplansa da, boşa kürek çekildiğini fark edince, ümit kırıklığı yaşadı ve dönüp arkaya bakmadan bir daha dağıldı.
2008’deki sağ kanat çöküşüne rastlayan bozgundan B. Borisov’un GERB partisi doğdu. Günümüzde açıkça görüldüğü üzere onun izlediği politik çizgi ile halkın teması git gide kesildiği gibi, can yakınlığı bitiyor.
Hayat hakkı isteyen yeni politik akımlarından biri de daha çok Türk ve Müslüman topluluğu arayan Hüriyet ve Şeref Halk Partisidir. 10 Ocak 1990’da kurulan HÖH’ten kopan, fakat ayrılma nedeni henüz resmen açıklanmayan, Başkanı İsmail Korman ve Başkan Yardımcısı Kasım Dal olan bu parti geniş kitlece sıcak karşılanmadı. Bu partiyi kurmak için, İ.Korman  HÖH Gençlik kolları başkanlığını; HÖH milletvekilliğini; HÖH Merkez Yürütme Konseyi üyeliğini; 4 kez HÖH milletvekili olan Kasım Dal da, A. Doğan’ın birinci yardımcılığını, Sofya parlamentosunun Türk Bulgar Dostluk ve İşbirliği Komisyonu Başkanlığını acaba ne sebeple feda etti sorusuna anlaşılır bir yanıt henüz gelmedi.
Aynı zamanda,  K. Dal ile A. Doğan’ın totalitarizm yıllarında ortak cezaevi geçmişi var. Bu iki politikacının HÖH’ten ayrılma gerekçelerini Doğan’ın izlediği politikaya bağlayıp onun Bulgar gizli polisi “DC” ajanı olduğu şeklinde esaslandırmaları pek ciddiye alınmadı, çünkü liderin dosyası 10 yıl önce açıldı ve hakkında yazılan bütün kitaplarda onun ajan geçmişi anlatılmıştı. Bulgar gizli servisine bağlı çalıştığı için Ahmet Doğan’a karşı açılmış dava yoktur.
Çekmediği çile kalmayan halk topluluğumuz totaliter rejim koşullarını iyi tanıdığından ve Ahmet Doğan’ın yaşam öyküsünü en küçük ayrıntılarına kadar bildiğinden, ayrıca onun Hak ve Özgürlükler Partisi’nin kuruluşunda oynadığı yapıcı rolü takdir ettiğinden olacak, öne sürülen gerekçeleri bakış açısı ve tavır değiştirmeye yeterli bulmadı, “gelip geçer” demekle yetindi.
Halk topluluğumuz kinci değildir. En fazla ajan dosyası B. Borisov zamanında açıldı. Ne ki, bu hamle de toplumsal depreme neden olmadı. Hatta T. Jivkov rejiminde uzun dönem Dış Ticaret Bakanlığı yapan, Bulgar Türk alış verişini zirveye çıkaran Hristo Hristov son demeçlerinden birinde, açılan dosyalarla ilgili olarak “vatanını sevenin devletine hizmet etmesi boyun borcudur!” sözleriyle olaya nokta koydu.
Eski bakanı destekleyenler “Belene” ve “Güneşli Kamp” gibi sürgün merkezlerinde olup bitenleri, yargısız infazları, devlet kararıyla etnik kimlik değiştirme gibi yüz karası olayları kınadıklarını açıkça ifade etmekten geri durmadı.
Yakın geçmişimizden olayları yeniden değerlendirmemiz, İ. Kroman’ın HÖH tasarrufuyla yetişmiş bir genç olduğundan, K. Dal’ın A. Doğan’la yıllar süren yakın omuzdaşlığından, öz tarihimizin ihanet edenlerle hesaplaşma geleneklerimizden hareketle adı geçen politikacılara bel bağlamanın doğru olmayacağını ortaya koydu.
Gönül açıcı olmayan bu gibi örnekler, Mayıs seçimleri ortamında “Ahmet ajan olsa ne olur, olmasa ne olur, artık tutuklanan yok, sürülen yok, sokakta tavuğunuza kış diyen yok!” zihniyetini öne çıkardı. Yüreği temiz gönlü ferah seçmenler, seçim günü Hüriyet ve Şeref Halk Partisi bültenine pek el sürmedi. Meclise girmeye can atan ayrılıkçıların GERB partisine ortaklık talebi, kabul görmedi. Bu konuda nihai olarak söylenecek bir şey varsa o da şudur. Kasım Dal’ın HÖH’ten kopmasıyla açılan yara kapanmamıştır.
Ömrünü, Bulgar politik gerçekliğini sosyolojik açıdan çözümlemeye adayan, bilinen sosyolog Andrey Rayçev, internet ortamında yayınlanan GEÇİŞ DÖNEMİ BİTTİ eserinde, Bulgaristan’da totalitarizmin yıkıldığı 10 Kasım 1989 öncelerinden günümüze uzanan tahlillerinde, son 23 yılda politik sahnede rol alan simaların daha 1985’lerde teker teker belirlendiğini, listeye alındığını ve bu işi, o zaman Sofya’ya gelen CİA ajanlarının yaptığını yazıyor.
Daha ilginç olan bir saptama ise, isim değişikliği ile “Bulgarlaştırma” sürecine rastlayan bu zaman kesiminde, yetkili CİA ajanlarının totalitarizm sonrası dönemde Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak, Rom ve diğer Müslümanlar arasından önemli rol oynayacak bir kişi olarak bir tek Ahmet Doğan’ı cetvele almalarıdır. Tahsilsiz ve deneyimsiz bulunan Kasım Dal listede yoktur. Son yıllarda Sofya kitapçılarında sık sık alış veriş yapan, kalın kalın kitaplar satın alan bir Kasım Dal görmüş olabilirsiniz. Bu eserlerden tek birini okumayan K. Dal, alış verişi A. Doğan’ın hazırladığı sipariş listesine göre yapmıştır.
Öte yandan, eserde, adına GEÇİŞ DÖNEMİ dediğimiz ve totaliter sosyalizmden burjuva demokratik düzenine geçiş anlamına gelen, halen YAŞAYAGELDİĞİMİZ dönüşümde, ANA ÖDEVİN demokratik düzeni yerleştirmek olmayıp, ancak totaliter rejimi kökten yok etmek olduğu altı çizilerek verilmiştir.
Eğer yaşanan tüm sıkıntılı gerçeklerin son özeti buysa, sosyalist tarım, sanayi, kültür ve yaşam tarzı yok edildiğine göre, hakikatten geçiş dönemi bilmiş olmalı ki, sisin kalkmasıyla şekillenen görünümde, bomboş bir alan ve sefil yaşlı insanlar var. Bu manzaranın son dünya savaşından sonra çizilen tablolardakilerden daha dehşetli olduğunu iddia etsem, acaba abartılmış olur mu?
Yoksa yaz boyu meydanlarda tepinenler geçiş döneminin bittiğini ve sosyalist geçmişin tarihe gömüldüğünü kutlamış olabilirler mi?
Öyleyse, Sosyalistler, Müslümanlar ve Yeni Faşistlerin ortak kurduğu yeni hükümete “siz kurun, yaratın, halkı da yaşatın” biz sonra fırsat bulup her şeyi altüst ederiz, denmek mi istendi!
Sağlık olsun!
Hiç kimseye hiçbir şey vermeden hep alıp götüren geçiş dönemi nihayet bittiğine göre, yeni seçime gitmek için meydanlardaki direnme meraklılarının neden kaybolduğunu artık hepimiz anladık.
Başbakan Oreşarski’nin hükümet programını kaleme almakta neden acele etmediği de anlaşıldı.
Ne diye acele etsin ki? Sis kalktı! Tüm yollar açık…
Geçiş döneminin bir sembolü olsaydı, hiç olmazsa geri dönmezdik.
Demokrasinin de sembolü yok. Uygar ve modern bir Bulgaristan’da yaşamak isteyenlere sisli havaların getirdiği boğucu sıkıntı artık dert olmayacak.
Sis kalktı ama sisli havaların da kendi güzelliği vardı.

Rafet ULUTÜRK

Reklamlar