Son zamanlarda bi türlü bitmek tükenmek bilmeyen ve de uygarlıkla asla bağdaşmayan ürkütücü sokak manzaralarını tedirginlikle izliyoruz. Bu tip haberleri duymak ve izlemekten doğrusu herkese gınâ geldi. Ağır sloganlar, ağız dalaşları ve fiziki saldırılar dizginlerini koparıp hoyratça dolaşır oldu. Hem bu gidişle daha fazla negatif ve nâhoş olaylara da tanık olacağız gibi. Hani perşembenin nasıl olacağı çarşambadan belli olurmuş misali…

Ahmed Hasan Bahadır
Ahmed Hasan Bahadır

Ülkedeki siyasi kargaşa mülteci akınıyla birlikte önü alınmaz boyutlara ulaştı. Dolayısıyla ülke, iç sıkıntılarını omuzlayamazken savaştan kaçan mültecileri de omuzlamak zorunda kaldı. Şimdi kamburu çıkarcasına “bir koltukta iki büyük karpuz taşımak”, hiç de kolay görünmüyor. Birileri bu durumdan yararlanmalıydı elbet. Kim bilir, belki pusuya yatan fırsatçılar böylesine yoğun bir sisin çökmesini bekliyorlardı. Görünen o ki, vatanperverlik çığırtkanlığıyla yükselen şiddet yeni bir ırkçılığa gebe. Hatta medya bu doğrultuda hareket edecek olan yeni bir siyasi oluşum için çalışmalar yapıldığını da haber verdi.

Nefretten doğan şiddet insanın en ağır patolojik halidir. Çünkü bu durum ona özünü kaybettirir. Nefretle beslenen kişilerin şiddetle sokağa dökülmeleri kaçınılmazdır. Ünlü psikolog Sigmund Freud nefretin kişisel başarısızlığın neticesinde meydana geldiğini ileri sürmektedir. Zira suçsuz insanlara saldıranlar, hayatlarında olgunlaşamamış ve hiçbir konuda mesafe alamayanlardır. Bu tiplerle yaşamak eziyettir çünkü onlar farklılığı bi türlü kabullenemeyenlerdir. Dünyanın sadece kendileri gibi düşünenlerden ibaret olduğunu zannetmek ne kadar büyük bir gaflet. Hakikaten tuhaf bir durum.

Eğer uygar ve medenî bir ülkede yaşadığımızı iddia edecek cesaretimiz varsa, öteden beri uygarlık, şiddetten uzaklaşma veya şiddetin sosyal hayatın önemli alanlarından yok edilmesi gerektiği anlayışına sahip olmalıydık, değil mi? Şu durumda yarın-öbür gün nefreti taçlandırmak isteyenlerin çıkmayacağı ne malûm? İşte şiddet dizginlerini koparır veya değişik nedenlerle kopmasına zemin hazırlanırsa söz konusu zihniyetlerin hortlaması neden şaşırtıcı olsun? Hiç bile…

Birilerinin, biz buraların efendisiyiz şeklindeki insafsız tutumları, başkalarını ezip geçmeyi gerektirmiyor herhalde. İnsan dini, ırkı, soyu ne olursa olsun her halükârda saygıya layık bir varlıktır. Her kim olursa olsun dünyanın en debil insanı bile kendince orijinal ve benzeri olmayandır. Buna rağmen saygısızca ve yok etmek istercesine kendi gibi olmayanı ötekileştirip atmak efendiliğin neresine yakışır? Hazmedememenin teşhisi var elbette, ama öteden beri tedavisi mümkün olmadı.

Gazete manşetlerinde, haber bültenlerinde her gün gördüğümüz bu korkunç manzara karşısında, dik duruş sergileyerek yaşadığımız toplumun ahlâkî değerlerini irdelemeye ve çözüm yollarını bulmaya yönelmeliyiz. Başta kitle iletişim araçları olmak üzere irili-ufaklı bütün kurum ve kuruluşlar sorumlu davranmalıdır. İzlediğimiz kadarıyla bazı milletvekillerin meclis kürsüsünden söz konusu şiddet ve saldırıların tekrarlanmaması noktasında halka çağrıda bulunmaları kulağa hoş geliyor. Yalnız gelin görün ki, olaylarla ilgili gözaltına alınanlar çoğu kez arka kapıdan yine iş başına dönüyorlar. Sokaklar ise hepimizin; ailemizin, çocuklarımızın, dostlarımızın gezip dolaştığı yerlerdir. Gönlümüz bazen kötü bir bakışı bile kabullenemezken talihsiz bir saldırıyı ne diye hak etsin?

Eğer toplumsal uyum kuralları kanun gibi ezberlenmez ve şiddet ipini koparırsa, ipe sapa gelmeyen’lerden neşet eden çöküş ve kaos kaçınılmaz olacaktır.

Yarınlarımızın güvenli ve sağlıklı olması ümidiyle…

Reklamlar