07 10 2017

Yazan: Musa Yurtsever

Konu:  1878’den bugüne ve bugünden 1878’e oyun kurucuları tanımak zorundayız. Oyun kurucu olma zamanıdır.

İkinci Dünya Savaşı üstüne okuduğum kitaplarda 9 Mayıs 1095’te Berlin’in Kreuzberg semtinde Kayıtsız Koşulsuz Yenilgi Antlaşması imzalanmazdan önce Londra Gizli Servisleri Almanya topraklarını 6 eyalete bölmek için birçok plan çizmişti.  Fakat sonunda Almanya Federal (Batı) Almanya ve Almanya Demokratik Cumhuriyeti olarak ikiye; Federal Almaya da İngiliz, Fransız ve ABD istila bölgesi olarak üçe ve Başkent Berlin de Doğu Berlin ve Batı Berlin olmak üzere ikiye bölündü ve sanki intikamcılık söndürüldü.

Ardından neredeyse yarım asır SOĞUK SAVAŞ oldu. Duvarlar çekildi. Duvar yıkıldı. Almanya Birleşti. Nihayetinde Angele Merkel Almanya’yı, Avrupa’yı Birleştiren bir devletten, Avrupa’nın en güçlü devletine taşıdı. Ve biz bugün Bulgaristan’ın da üye olduğu Birleşik Avrupa’da ilk ve son söz sahibi ülke olan bir Almanya ile karşı karşıyayız. Ve bugün artık Avrupa’nın Almanya’sından değil, Almanya’nın Avrupa’sından söz etmeye başladık. Bulgaristan gerçekliğini okurken, biz 2007’den beri Alman emperyalizminin Alman iri sermayesinin memleketimizin kanını emdiğini, amansız ve gaddarca davrandığını, ödün vermeden ezdiğini görebiliyoruz.  Şu bizim “Kaufland” ve “Lidıl” AVM’lerine baktığımızda ülkemizin en iyi topraklarının satın alındığını, havuçtan domatece, karpuzdan kabağa aklınıza ne gelirse ekildiğini ve Bulgar üreticiden maydanoz bile almadan taze sebze meyve, üzüm, elma, armut tezgâhlarının dolup taştığını, su kaynaklarımıza el atıldığını görüyoruz ve bu dev mağazalara yürek acısıyla giderken alış verişimizi yapsak dahi üzgün ve yere bakarak çıkıyoruz. Memleketimize bir ahtapot gibi sarılan bu dev atılım, tanımak zorundayız bizi 10 yıl gibi bir sürede “tüketiciler sömürgesi” durumuna itebildi.

Biz Bulgaristan olarak bugün bir yandan Avrupa’nın motoru olmak, öte yandan Rusya’yı ve Türkiye’yi cezalandırmak isteyen, aynı zamanda ne Rusya’dan boşanmak, ne de Türkiyesiz olabilen çok çelişkili bir Alman siyasetine taraf olmak zorundayız.  Biz bugün Rusya’ya karşı yaptırım uygulayan ama Rusya ’sız olamayan, Türkiye’ye karşı düşmanlık püskürten, fakat Türkiye ’siz olamayacağını iyi bilen bir Alman siyaseti görüyoruz. Alman ekonomisi Rusya doğal gaz, petrol vb yakıt kaynaklarıyla nefes alıyor.

Almanya’daki son seçimler ülkeyi bu duruma taşıyan gelişme yönünün korunması için çok çaba harcandığını ortaya koydu. Fakat hem Hristiyan Demokratlar hem de sosyal demokratlar seçimlerden yenilgiyle çıktılar. Bu yenilgi Almanya’nın içinden kemirilerek çürütüldüğüne işarettir.  İzlediğimiz üzere Almanya henüz 21. Yüzyıl Macron’unu doğuramadı. Şu dönem Fransa sanki bir adım ileride. Fransa’yı bu hamlede Almanya’nın önüne iten belki de, Fransa aşırı sağ hareketinin Almanya’daki yeni Nazi yüreklenmesinden daha güçlü ve kapsamlı bir hareket olarak gelişmesinden güç aldı.  Var olan durumun korunması için yapılan harcamalar büyük oldu. Var olan durum /statüko/ dendiğinde Avrupa Birliği’nin son 30 yılı olan ve “altın çağ” olarak nitelenen yıllar anlaşılmalıdır. Bulgaristan bu börekten tadamadı. 2007’de “gelin diyenler”  bize “kolunuzu uzatın da biraz kana alalım” dediler.

Son dönem bunalımları 2008’den beri devam ediyor, bataktan çıkamadılar, yeni kaynak bulamadılar.

Fransa ve Almanya’da yapılan son seçimlerden sonra  şu an yeniden Almanya Başbakanı seçilip seçilmeyeceği pek bilinmeyen Angela Merkel Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüşmelerinden sonra “Yeni Alman – Fransız Birliğinden” söz etmeye başladı. Bu olamaz çünkü tarihte olmamıştır. Tarihte bir kez böyle bir deneme yapılmıştır. Büyük Karl (742 -814) Fransa’da dünyaya geldi ve Almanya Aachen’de öldü, Avrupa tarihinin en büyük liderlerinden biri olarak yaşamasının nedeni, Fransız Kralı olarak Saksonya’yı ele geçirdikten sonra Kutsal Roman İmparatorluğu’nu kurmasına dayanır. Dedesi Kral Karl Martel 732 yılında Endülüs ordularının Fransa topraklarında dize getirerek Avrupa’nın baştanbaşa İslamlaşmasını engellemiş kişi olarak ünlüdür. 800 yılında Papa III. Leon  Büyük Karl’ın başına Roma İmparatoru tacı koysa da, saöünü ettiğimiz imparatorluk 300 yıl önce çökmüştü ve bir daha canlanamadı. Franklar ve Galeler de ayrıldılar ve bir daha birleşemediler. Ve bugün Merkel’in Makronla görüşmelerinde Fransız-Alman Birliği 1200 yıl öncesinden nefesi tükenmiş bir çağrışımdır. Büyük Karlın en büyük zaferi Saksonlar’ı dize getirmesidir, fakat bu egemenlik uzun sürmemiştir.

  1. yüzyılda Almanya ile Fransa arasında statükonun korunması ve pekiştirilmesi artık olanaklı değildir, çünkü içsel çürümüştür ve bunu gören İngiltere’nin “brexit” deyip Avrupa Birliği’nden ayrılması henüz gelişen bir süreçtir. Türkiye’nin de, “bizim artık AB’den ihtiyacımız yok kararını da böyle algılamak zorundayız.

Avrupa 21. Yüzyılda yeni bir tarih yazmak zorundadır. Bu tarihin içinde önemli bir aktör olarak Almanya da yer alacaktır. Avrupa tarihi Almanya’yı pas geçerek ilerleyemez. Çünkü Avrupa Birliği’nde olup bitenlerin en önemli işleri hep Almanya üzerinden gelişti, yol aldı. Almanya toplumu öncelikli olarak şu soruna cevap vermelidir. Doğu’ya baskı (dranck)  yapılacak mı?  Bu kavram 1930’larda Hitler tarafından geliştirilmişti. Şimdi hangi yöne baskı yapılacak sorusu gündemdedir.  Bu noktada iki yönlü baskıdan söz ediyoruz. Birisi silahlı saldırıyla yapılan baskı, yayılmacılık siyaseti, ikincisi de yatırım siyasetiyle yapılan baskılardır. Otto von Bismarck (1815 -1898)  “demir kanzler” yalnız Alman devlet fikrinin mimarı değil, III. Bulgar Devleti’nin kurulması fikrinin de babası ve gerçekleştiren büyük devlet adamıdır. (Günümüzde Katalan gibi azınlıkların bağımsız eyalet devleti kurmalarını Amerikalı milyarderlerin babası Soros’un destekleyip kışkırttığı gibi). 1878’de Berlin Konferansının toplanmasında ve bu uluslararası forumda Bulgar Prensliği kurulması fikri Bismarck’ındır.  Gerçek şudur ki, modern Almanya’yı yaratan dehanın, Bulgar prensliğini de yaratan kişi olması, günümüz siyaseti için de çok önemlidir.

Şu asla unutulmamaktadır. Plevne Savaşından önce (1877 / 1878/  Bulgar öncülerinden daha sonra Başbakan olan Dragan Cankov (1880 /1883-1884)ile Marko Balabanov (1879 -1884 Bulgaristan’ın ilk dış işleri bakanı) Bismarck ile görüşme imkânı bulduklarında, şu suyu almışlardır: “Ben, Rusya’nın sizi zor durumda bırakmayacağından eminim, gerektiğinde güç de kullanacaktır, sizi bu durumdan kurtaracaktır. Biz ise Rusların dostlarıyız ve ona destek sağlarız.”

Şu da unutulmamalıdır. Berlin Konferansı’nda (1878) Varna eyaleti ile Sofya bölgesinin Bulgar Prensliğine katılması Otto von Bismarck’ın şahsi baskısıyla mümkün olmuştur.

Bismarck’ın tarihe vasiyeti şudur: “İki cephede asla savaşmayın!”

Hem Fransız hem de Doğu cephesinde savaşan Hitlerin yenildiğini bilmeyen yok.

Bugünün Almanya’sı bir yol ayrımındadır. Son seçimlerde siyasi sahneye çıkan yeni güçleri anlamakta güçlük çekiyorum.  Almanya bir de Yakın Doğu siyasetine katılmak istiyorsa,  Türkiye ile dost olmak zorundadır.

Politik analizlerimiz devam edecektir.

Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkür ederim.

Küresel siyaseti incelemeden ve Avrupa ve Balkanlar üzerindeki yansımalarını analiz etmeden önümüzü göremeyiz.

Teşekkür ederim.

Reklamlar