Tarih:23 Ağustos 2018

Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ

Konu: Tarih Böyle Barbarlık Görmedi.

Bulgar dilinde “Kaynatsan da, kızartsan da hep aynı!” diye bir söz var. Memleket kamuoyunda şimdi de “Makedon dili diye bir dil var mı, yok mu!?” tartışması başladı. Yok diyenlerin inadı keçi inadı! Ama inat keçilerin “Makedon dili yoktur!” haykırışlarının ardından gelen timsah gözyaşlarını TV ekranlarından gösterenler de, fikrimize göre aynı sahnenin aktörleri.

Türk dilinin olmadığını 100 yıl iddia edenlerin, olsa bile Türkçe konuşmayı yasaklayanları, yasaklara uymayanlara ceza kesmeleri, Çingeneceyi yok sayanlar, Ulah dilini unutturanlar vs şimdi de Makedon diline takıldılar. 2007’den beri Bulgar Kırmızı Pasaportu isteyen Makedonları Sofya’da “Bulgarca sınavına sokan” ve sonunda Anadili Bulgarcadır sertifikası ve Bulgar kimliği verenler, Makedonlar Bulgar, dilleri de Bulgarcadır!” kampanyasına devam ederken, artık ayıp ediyorlar. Bu işler başbakan B. Borisov döneminde oldu ve devam ediyor. Oysa dünyada hiçbir dilin başka bir devlet tarafından onay almasına gerek yok, devletler hukukunda böyle bir madde yok, Birleşmiş Milletlerin veya Avrupa Birliği’nin benzer kararı yok. Bulgar devleti neredeyse DİL NOTERLİĞİ yapıyor…

Tutuşan yeni gerginlik ateşine benzin dökenler, Bulgaristan’da rahatlarına diyecek olamayan İç Makedon Devrim Örgütü –VMRO- voyvodalarıdır. Enseleri iyice semiren bu haydut sülalesinin yolu kesilmezse, işler karışabilir… Eylül ayının sonunda, Makedonya’da ülkenin adının Yunanların isteği üzere değiştirilerek “Kuzey Makedonya” mı yoksa Anayasa’da olduğu gibi “Makedonya Cumhuriyeti” mi kalmasını halk oylaması – referandum –  belirleyecek. Oylama ya da reddetme günü yaklaştıkça ortam iyice kızıştı. Oy kullananlardan % 50’den fazlası “Kuzey Makedonya” adını kabul ederse, Üsküp önce NATO ardından da Avrupa Birliği (AB) üyeliği kapısını aralamış olacak. Bunun ardından bir de Makedonların anadili Bulgarca mıdır Makedonca mıdır referandumu yapılır mı dersiniz!? Olay öyle karışık ki anlatması çok zor!

Brüksel’de üye devletlerin hepsinin öz dili var. AB üyeliğiyle birlikte Makedonca da bir AB dili olarak kaydedilecek. Makedon temsilciler ve milletvekilleri AB kürsüsünden Makedonca konuşabilecekler. Bulgarlar da konuşmaların Makedoncadan tercümesini dinleyecekler. Makedon dili Bulgar dilinin bir ağızıdır iddiaları kendiliğinden düşmüş olacak böylelikle. Resmileşecek. AB tarafından kabul edilmiş olacak…  Şu da var. Makedonya’da 2. Resmi dil var. 2. Dil Arnavutça olduğuna göre, Arnavut dilinin de AB resmi dili olarak kayda geçmesi gerekecek. Tabii Bulgar sahte “yurtseverleri” –VMRO – haydutları partisinin Başkanı Krasimir Karakaçanov ile Başkan Yardımcısı ve AB milletvekili Angel Cambazki buna tepki gösterip isyan ediyorlar.

Biz soydaşlar ve Bulgaristan Türkleri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine üyelik sürecinin başarılı tamamlanmasını büyük bir heyecanla bekledik. AB resmi dilleri arasında Türkçemiz –anadilimiz – Avrupa dilleri listesine alınırken, Balkan ülkelerindeki Türk etnik ve kültürel azınlıklar da – Bulgaristan Türkleri de bu kapsamda –  konuşma ve yazı dili olarak Türkçe kullanır kaydı yapılmasını bekledik. Bekliyoruz…

***

Dil deyip de geçmeyelim. Aslında olay çok görkemli!  Makedonya’yı NATO ve AB’ye davet etmek isteyenlerin arka planları nedir bilmiyoruz.  Şöyle düşünelim, “Makedon dili yok!” tezi tutarsa ve Makedonya’da Bulgarca konuşma zulmü başlarsa o zaman Arnavutlara ve orada yaşayan yerli Türklere “Neden Bulgarca konuşmuyorsun?” cezaları art arda kesilip yağmaya başlamayacağına kim garanti verecek?  Bu gelişmeler çok acı olaylar hatırlatıyor. Birinci Dünya Savaşında ve İkinci Dünya Savaşı’nda (1942-1944)  Üsküp ve Ege Makedonya’sı topraklarının idaresi Nazi Almanları (Hitler) tarafından Çar III. Boris’in emrindeki Bulgar makamlara verilmişti. Kısa bir sürede Makedonların eline Bulgaristan kimliği verildi. Resmi dairelerde işlem dili olarak Bulgarca uygulandı. Yahudilerle Çingeneler bilek ve topuklarından kelepçelenip Polonya’daki Nazi “Treplika” Ölüm kampında gaz kamaralarında yakılmaya gönderildi. Geri dönen olmadı. Bunlar asla unutulmamalıdır.

***

23 Ağustos 2018’de Sofya’da Komünist Rejim Kurbanları Anıtına çiçek ve çelenkler kondu. Nasyonal sosyalist – faşist ve komünist ve diğer totaliter rejimlerin işlediği cinayetleri lanetlendi. Bu konuda Avrupa Parlamentosu 2008 yılında, sosyalistlerin (PES) ve Avrupa Halk Partisi (AHP) oylarıyla – BG’de iktidardaki GERB partisi AHP’ne üyedir –  bir Bildiri kabul ederek bu olayı onayladı. O zaman Bulgaristan’da Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) iktidardaydı. Bu karar Sofya Meclisinde de onaylandı. DPS’nin üyesi olduğu Liberal Enternasyonal milletvekilleri Brüksel meclisinde bu oylamaya oy vermemiştir. İkisinin de yakın ve uzak  geçmişi totaliter komünist özden süzülmüş olsa da bizde –  BSP ile GERB partileri –yeni maske ardına gizlenerek hem faşizmi hem de komünizmi birlikte lanetliyorlar. Oysa ikisi de Bulgaristan Komünist Partisi’nin maskeli yavrularıdır… Ahmet Doğan’ı bir yana bırakalım, adamın “işi” var. Lütfi Mestan’ı da hesaba katmıyorum, çünkü bir Farsça söz olan “lanetlemenin” Türkçe anlamını henüz idrak edememiştir… Ne faşizm ne de totaliter komünizm kurbanlarının Anıt Levhalarında hiçbir Türk ismi yok… Biz düşman kabirlerinde Fatiha Okumaya devam ediyoruz. Ne günler geçirdik be! Halkın cahilliği derinleştikçe daha neler neler yaşayacağız…

İkinci Dünya Savaşından önce – 1934 askeri darbesinin ardından  – Bulgaristan’daki iç savaşta 4 500 komünist (anti-faşist) ve 9 000’den fazla faşist birbirini kıydı. Bu kıyımı, Sofya girişinde bölünmüş yolun sağında 100 dönüm arazi üzerine yayılmış olan “Varanya” köşkünden yöneten Çar III. Boris’in mirasını Bulgar devleti oğlu II Semyon’a vermedi. 74 yıl sonra çıkan bir mahkeme kararıyla devlet köşkü geri aldı. Yani tencere tekerlendi ve kapağını bulmaya başladı…

1974 yılında bir zehirli saçmayla Londra’da öldürülen Bulgar yazar Georgi Markov’un gün ortasında gerçekleştirilen infazının Devlet Kararıyla ve devlet eliyle icra edildiği ortaya çıktı. Kendisinde cesaret bulup bunu yazanlardan biri ise, eskiden gizli polis “DS” görevlisi olan, bizdeki emsalsiz “demokrasi” koşullarında birden bire Profesör oluveren ve benzetmeli düşünmeye devam ederek, genç kuşağın nazik beynine süzülmüş zehir akıtanlardan biri olan Prof. Dr. Petrov ‘tur. Demek oluyor ki, devlet kararı ve eliyle yaptırılan bu infazdan TAZMİNAT HAKKI DOĞMAZ MI?

Soru 1: III. Boris idaresinde hayattan olan şu 4 binden fazla anti-faşist ve 9 binden fazla faşist de son hesapta devletin ülkeyi idare edemediğinden dolayı kıyımdan geçtiğine göre, bu işten da TAZMİNAT HAKKI DOĞABİLİR Mİ?

Soru 2: 1944 -1946 yılları arasında Başbakan olan KGB ajanı Kimon Georgiev iktidarınca, Çar II.Simeyon’un naiplerinin onayıyla  idam edilen 249 kişinin öldürülmesinden de TAZMİNAT HAKKI doğmaz mı? Kuşkusuz bu sorulara Türkleri, Pomakları katledenlerin hele sözüm ona “soya dönüş” yıllarında ne zaman tutuklanıp yargı önüne çıkarılacağı sorusu hemen cevap bekliyor!

İkinci Dünya Savaşından sonra – 1944-1948 – yılları arasında Halk Mahkemesi 249 kişiye idam cezası verirken, toplama kamplarında binlerce kişi kaldı, sakatlandı, özürlü kaldı, hastalandı, hayatından oldu. İsim değiştirme yıllarında sürgünde, toplama kamplarında, hapislerde  kalanların hakları da aranmalıdır.

Bu gelişmeleri ve tartışılan yeni konuları büyüteç altına aldığımızda BSP-GERB ve VMRO’nun hemen yasaklanması ve bir daha benzet siyasi parti kurulması tamamen yasaklanmalıdır.Katliamlardan en acı verici olarak nitelenen, Başbakan Aleksandır Stanboliyski’nin, III.Boris ve etrafındakilerin gizli kararıyla vahşi öldürülmesi olayını, o zaman Çar Kalem Odası Şefi olan Gruev’in kardeşi Stefan, ”DİKENLİ TAÇ” kitabında şöyle anlatıyor:

“Başbakan’a yapılan işkenceleri, Sofya’dan gönderilen Harlakov yönetimindeki “işkenceci grubu” vahşetini anlatanların hep dili dönmedi ve olay kısmen öğrenilebildi. Bu vahşi işkenceleri yapanlardan biri “Voyvoda Veliçkov” isminde VMRO-komitacısıydı. Başbakan Stanboliyski 60 defa hançerlenerek öldürüldü, parmakları birer birer kesildikten sonra sağ kolu da kesildi. Stanboliyski’nin kafası kesildikten sonra, “biz işi bitirdik” anlamında Sofya’ya getirildi ve Çar III. Boris’e gösterildi. Bulgar vahşetinin, VMRO’nun Bulgaristan’daki caniliğinin efsanesi henüz yazılmamıştır…” (Sayfa 146-47)

Biz yerli Türklere göre, eğer bu memlekette yaşanacaksa, cinayetler çuvalı kaldırılsın, ağızı açılsın ve halkın AYAK DİVANI meydanına boşaltılsın. Bu memlekette en sabırlı kesim Türkler, Pomaklar ve Çingenelerle Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi taban kadrolarıdır. Biriken öfke ve kinden öç alma ateşi yakmadılar. Onlara çoooook büüüyük ve çooook yüüüksek bir SABIR ANITI dikmek ve çelekleri oraya taşımak gerekir…

***

Dikkati çeken nokra 1972-73’te ve 1984-1989’da  isim değiştirme, din yasaklama, okul kapatma, sünet yasaklama, hatta kına yakmayı yasaklama, sürgün ve yargısız infaz yıllarında şehit düşen yüzlerce Türk ve Pomak kardeşimizin ismi anılmıyor. Hiçbir anır levhasında Türk isimlerine rastlanmıyor. Todor Jivkov’un totaliter diktatörlüğünü deviren 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan söz bile edilmediği gibi, 500 bin Türk’ün sınır dışı edilmesi bir cinayet olarak kabul edilmiyor. Bu tek taraflı siyasette biz artık BSP-GERB kaynaşmasına tanık olmaya başladık. Kökleri birbirine örülmüş olan bu 2 partinin dalları ve yaprakları da artık birbirine sarılmış ve dolaşmış, çiçekleri birbiriyle tozlaşıyor.  Gidiş bu gidiş, Bulgaristan AB içindeki sözüm ona “problemsiz” ülkelerden biri olarak otorite yapıyor, Balkanlarda ve özellikle de Batı Balkanlarda gövde gösterilerine devam ediyor.

***

Unutulmaması gereken bazı çok önemli gerçekler var.

Çarlık döneminde (1909 – 1944) Bulgaristan’da çok büyük cinayetler işleyen VMRO – partisinin (iki askeri darbeye -1923 ve 1934 – bizzat katliamları ve infazları gerçekleştiren bir silahlı tim olarak katıldığı bilinirken, bu iğrenç surat pudralanıp gizlenip saklanıyor. Bu ülkede sorun yaratanın Türkler, Pomaklar ve Çingeneler olmayıp, faşistlerin, VMRO-cuların olduğunu anlatmakta güçlük çekiyoruz. VMRO örgütünün seri cinayetleri, katliamlar, insan kaçırmalar, şehir basmalar, işgal etmeler, dayaklar, zorbalık ve zulüm, halka kan kusturanların iğrenç çehresi halka asla gösterilmiyor.

Bu hafta Bulgar basınında şu sorular dikkat çekti:

“9 Haziran 1923 asker darbesine katılanlar kimlerdi? VMRO değil mi?Başbakan Aleksandır Stanboliyski’yi kim öldürdü? VMRO değil mi?Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi önderi Rayço Daskolov’u kim öldürdü? VMRO değil mi?Başbakan Petko D. Daskolov’u kim öldürdü? VMRO değil mi?

Dimo Hacıdimov’u kim öldürdü? VMRO değil mi?

Todor Panitsa’yı kim öldürdü? VMRO değil mi?Ve şimdi de, BSP Makedon milleti, Makedon dili vs icat ediyor diye, sosyalistlerin hepsini birden katletmek isteyen şahsen VMRO Başkan Yardımcısı ve AB Milletvekili Angel Cambazki ve onu destekleyen Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov değil mi?

Bulgaristan’ın XX. Yüzyıl tarihinde VMRO militan ve eylemcileri tarafından katledilenlerin listesi çok uzundur, nedense yayınlanmıyor. Halkta korku var ve kanlı konulara basmak istemiyor…

VMRO – katiller örgütüdür ve Bulgaristan tarihinde işlenen büyük kıyımı gerçekleştirenlerin illegal ve legal örgütdür. Şu unutulmamalıdır 1972-73 Batı Rodoplarda ve 1984-1989 bütün Bulgaristan’da zorla isim ve kimlik değiştirme, dil ve din yasaklama, etnik azınlıkları geleneksiz, kültürsüz ve geleceksiz bırakma saldırılarına en amansızca katılan VMRO – köpekleridir. Hapishanelerde ve toplama kamplarında sobacılıktan geçinen onlardır.  1913’te Müslüman Pomakları Batı Rodoplardan kovan ve onları soyan VMRO çetecileridir. Günümüzün faşistleridir.

Konuya devam edeceğiz. Bulgaristan değişmek ve faşist ve totaliter komünist zihniyeti, insan düşmanlığını gömmek zorundadır. Zinde güçlerle bu matem töreninde yan yana olmak ve birlikte savaşmak istiyoruz.

Oku ve okut. Paylaşmayı unutmayınız!

Reklamlar