Musa VATANSEVER

 

Bu bir armudun dalından kopup yere düşmesinden çok farklı ve zor bir süreçtir.

Bulgarların Rusya’ya sımsıkı bağlanma süreci ulusal kimliklerinin ve Osmanlı’dan ayrılma umudunun enkübasyon  (ceninin gelişmesi) döneminde mayalanıp gelişti. 19. yüzyılda Bulgar gençlerinden en uyanık olanlar hep Rusya bursuyla Odesa’da okutuldu. Bulgar toplumuna Rusya eliyle kurtarılacağı beklentisi böyle aşılandı. Bu beklenti birikiminin kabarması birkaç kuşak devam etti. Bu umut hep beslendi.  Biz hiç çekinmeden Bulgar ulusal uyanış ve dirilişi Osmanlı koşullarında gerçekleşti derken, bu sürecin bir yere kadar da Osmanlı makamlarının desteklemesiyle güçlendiğini vurguluyoruz.

 

Bir ayrıntı: 1863–69 yılları arasında Padişahın Rusçuk Bölge Valisi olan Mithat Paşa,  öğrenim görüp Paris’ten dönerken Todor Şişkov’u kabul eder. Tırnono kentinde bir Bulgar okulu aşması için ona yıllık 15 bin lira devlet ödeneği bağlar.

 

1877–78 Osmanlı-Rusya Savaşı Bulgar dirilişinde beklentinin hem doruk noktası hem de dönüş yaptığı bir aşamadır. Osmanlıdan kopmayı hayal eden Bulgarlar 3 Mart 1878’de San Stefano Antlaşmasının imzalanmasını “Büyük Bulgaristan” özlemimiz gerçekleşti coşkusuyla bayram ederek kutladı. Ne ki, Başta Avusturya-Macaristan, Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere Büyük Devletler 3 ay sonra Berlin Konferansında durumu değiştirdiler. Bulgar Prensliği Tuna ile Koca Balkan arasına sıkıştırıldı. Başına da bir Prens dikildi. O gün bugün bu topraklarda 2 eğilim devamlı didişe geldi.

 

Birinci: Bulgar topraklarını birleştirme eğilimi. (Berlin Antlaşması San Stefano Anlaşmasına göre Rusya’nın işgal topraklarını daha dar yeni sınırlara kaparken, Osmanlı sınırlarını genişletti.) Bu sorunu günümüz açısından algılarken 1912 Balkan Savaşını, 1913’te müttefikler arası savaşı, 1913 ve 1943’te Bulgar ordusunun Makedonya topraklarına girmesini hatırlamanız yeterlidir.

 

İkinci: Bulgar ulusal ülkünün gerçekleştirilmesidir. Bu arada Bulgar ulusal devletini kurma ve Bulgaristan’da yaşayan tüm azınlıkları eriterek ulusal kemikte bütünlük sağlama her dönemde ve her vesileyle, Çarlık yıllarında ve totaliter sosyalizmde devlet politikası olarak azınlıklara zulüm edilerek uygulandı. 1912’de Pomakların isim ve dinlerinin değiştirilmesi, 1936 ve 1942’de kimliklerine saldırılarının şiddetlenmesi, 1972 ve 1984–1989 faciası bu politikanın sonucudur.

“Bulgar etnik modeli” etnikleri asimile etme siyasetinin, HÖH (DPS) partisinin yardımları ve yine devletin eliyle devamıdır.

 

 

Bu açıdan Bulgar devletinin, halkın ve kamuoyunun Rusya’ya bakış açısı belirleyici olmuştur. Çünkü Moskova 1878’de ayak bastığı topraklarda etnik, dini ve kültürel temizlik yapılmasına ya göz yumdu ya da yeşil ışık yaktı. Rusya ile olan ilişkilerdeki yargı değeri Osmanlı’dan ayrılan Bulgar’da hemen esaslanmış ve ana gelişim yönünü almıştır. Bu derin çelişkili bir gelişim hattı olduğu gibi, iki ana eğilim olarak şöyle açıklayabilir:

 

Birinci eğilim: “Bulgaristan’ın Rusya’dan ihtiyacı var ve Rusyasız olamayız!” Bu eğilimin 136 yıllık politik geçmişi var. Günümüzde en azimli biçimde “Ataka” partisi tarafından savunuluyor. Aşırı sağ milliyetçilerin meclis grubundan (PF –partisinden) ayrılıp 4 Nisan günü Veliko Tırnovo’ya bağlı “Arbanasi” merkezinde Velizar Ençev tarafından kurulan yeni Diriliş ve Kalkınma Partisi Rusya taraftarı çizgide olduğunu gizlemiyor. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) de Moskova’ya bir beklentiyle bakmaya hala devam ediyor. Türklerin HÖH-DPS partisi 23 yıl boyunca BSP partisine çanak açarken, aslında Moskovacılık yaptı. Birinci eğilimin belirtileri genelde politik düzeydedir.

 

İkinci eğilim: 1886–1894 yılları arasında Bulgaristan başbakanı aynı zamanda kendisi de Odesa’da anti-Osmanlıkçı ruhla eğitilmiş asilerden biri olan, henüz 20 yaşındayken V. Levski’den sonra Bulgar komitacılarının başına geçen,  Eski Zağara Ayaklanmasını yöneten, uzun zaman meclis başkanlığı da yapan Stefan Stanbolov bu eğilimi şöyle nitelendirip biçimlendirdi:

 

“Bizi kurtardığı için kardeş Rus halkına karşı şükran borcumuz olması doğaldır. Bizim saygın yurttaşımız İv. Vazov’un yaptığı gibi  bu şükran duygularını şiirlerimizde, romanlarımızda, romanslarımızda dile getirip yaşatmalıyız….fakat politikadaki şiarımız “Ellerinizi Yakamızdan Çekin!” olmalıdır.

 

Bulgar Rus ve Bulgaristan Rusya ilişkilerinin doğru biçimde anlaşılması için cenin gelişme devresindeki çatlama, ikileme ve çatallaşma bu noktada açık ifade edilmiştir. Halklar arasındaki ilişkilerin ile devletlerarasındaki siyasetin daha o zaman farklılaştırılmış olduğunu görmek zorundayız. Güncelleştirilmiş bir değişle, mesela bugün Cumhurbaşkanı R. Plevneliev Moskova’nın Ukrayna ve Kırım siyasetini ve saldırganlığını kınarken, AB’nin Rusya yaptırımlarına katılıyor, NATO’ya bizde üs kurmasına olanak veriyor, bir de Rus turistlere Bulgaristan’a gelin ucuz tatil yapın diyor. Oldukça karışık olan güncel Bulgaristan politikasını başka türlü anlayabilmemiz imkânsız oldu. Bu ikilimin gelişim devreleri, Bulgar devleti ile Rusya devleti, Bulgar toplumu ile Rusya toplumu arasındaki ilişkilerin gelişim aşamalarıdır. 1892’de Rusya Çarlığı ile diplomatik ilişkilerimizi kesmiştik. 1943’te ABD, İngiltere, Fransa ile birlikte Stalin’e de savaş ilan ettik. Bugün 7 Nisan 2015 Moskova ile olan ilişkilerimiz her bakıma dibe vurmuş durumdadır.

 

Uzlaşmaz çelişkini temelleri derinlere uzanıyor. 1839 Tanzimat öncesi ve sonrası gelişen Bulgar ulusal bilincinde motor olan Bulgar ulusal sermayesiydi. Bu sermaye Rus İmparatorluğu toplum yapısı ve üretim biçim ve ilişkilerinden daha gelişkin olan Osmanlı bünyesinde oluşmuş ve güçlenmişti. Bulgar sermayesinin Rusya’dan alacağı bir şey yoktu. 19. yüzyılın sonlarında Rusya henüz toprak köleliği devrinden sıyrılamamıştı. Bulgar köylüleri mal mülk sahibi olmuş, kendi topraklarını işliyor, iç pazara katılıyor, dış pazara açılmaya kanat açıyordu.

 

Başka bir değişte,  o yıllarda Rusya tarım ve sanayisi Bulgar ulusal sermayesi oluşum ve birikim anlaşmasına cevap veremedi. Bulgar devleti ve sermayesi yeni ortaklarını Batı’da aramak zorunda kaldı.

 

Bu ilişki o zaman bu zaman devam ederken, kapitalist gelişimin daha ilk adımlarını atmasıyla 1891’de Koca Balkan’ın Buzluca Tepesi’nde kurulan Bulgaristan Sosyal Demokrat Partisi – daha sonra komünist ve sosyalist parti – çok dalgalandı, alçaldı, yükseldi. Son 25 yılda varlığını Bulgaristan Sosyalist Partisi olarak sürdüren bu eğilim, hafta sonunda Sofya’da kurultay yaptı. Kaçıncısı olduğu hiç önemli değil, toplanan 5 bin delegeden % 70’i 60 yaşın üstündeydi.  Şu ince ayrıma dikkat ediniz: Parti üye sayısının % 80’inin yaş ortalaması 62 iken, Ekim 2014’te yapılan son meclis seçimlerinde bu partiye oy verenlerin yarısı 68 yaşın üstündedir. BSP üyelerinin % 30’u özürlü emekli, % 40’ı köylü, diğerleri de büyük kentlerde, fakat yalnız yaşayan emeklilerdir. Bu kurultayda ilk kez olmak üzere, 25 yıl önce kendi kendini dağıtmak zorunda kalan Bulgaristan Komünist Partisini temsil eden partili kanat lideri ve 12 yıl parti başkanı olan ve halen Avrupa Sosyalistleri Başkanı PES’in dönem başkanlığını yapan S. Stanişev’in Kurultay salonundan çıkması isteği ile 25 metre uzun pankart açıldı. Bu parti içi arınma Moskova’dan kopma sürecimize paralel gelişti. Rusya’dan kopma bugün artık bir adı Putinci, eş anlamlı ismi de yeni-Stalincilik olan sertleşme siyasetçilerinin hemen tavsiyesi anlamındadır.

 

1878’de Bulgaristan topraklarının Rus orduları işgaline girmesine ve Bulgar Prensliğinin Rus Prens tarafından idare edilmesine rağmen, yeni Bulgar ulusal yönetimi 1886’dan sonra Rus Çarlığı ile ilişkilerini koparma noktasına kadar gevşetti. 2015 Bulgaristan’ında benzer bir durum yaşıyoruz. 1990’dan beri Moskova’dan kopuyoruz. Süreç artık 25 yıldan beri sürüyor ve derinleşiyor. Anlaşılan 2. soğuk savaş döneminde biz Batı cephesinde yer alıp Rusya’dan iyice uzaklaşacağız. Biz uzaklaşmaya çalışırken Rusya bizden pek vazgeçmek istemiyor. Bizi 1 Euro’ya kapatmak istiyor. Bu durumdan çıkayım derken, daha da batıyoruz. Rusya bizi yemek istiyor.

 

Bu sürecin özündeki nedir? Kısa yanıtlarsak, Bulgar ulusal sermayesinin yüz yıl arayla geçirdiği iki oluşum sürecidir. İlk aşama 1878 ile 1895 yılları arasında yaşandı. O zaman Rus sermayesi Bulgaristan üzerinde etki kuramadı. Bulgar milli sermayesi ilk birikimini Osmanlıda yaptı. Moskova’nın 1878 saldırısı bu süreci durdurdu. Yeni atılım Prenslik koşullarında başladı. Rakamlarla anlatırsak 1888’de yani Plevne Savaşından 10 yıl sonra, Bulgar ekonomisi küçük ölçekli olsa da, ulusal iktidarın dayandığı tabakaları şöyleydi. Ülkede 104 sanayici; 4 284 orta ölçekli tüccar; 22 542 perakende tüccar ve 51 542 serbest meslek sahibi, öğretmen, doktor, avukat vs. vardı. Yeni devlet sınırları kapalı (proteksiyonist)  bir siyaset izleyerek, bir yandan Osmanlının kapitülasyon uygulamasından kurtulmaya çalışırken, batılı büyük devletlerle ticaret ve onlardan kredi alma yolları açılıyordu.  Yani Bulgar ulusal sermayesi Osmanlı ya da Rusya destekli değil, Batı devletleri destekli oluşum sürecine girdi. Bu gelişmenin politik anlamı bir de Rusya ve Osmanlıdan koparken, Batıya bağlanmaktı.

 

1990’dan sonra Rusya Bulgaristan’dan elini çekti. 1000 adet üretim lisansını birden geri aldı ve işleme sanayimizi çökertti. Doğal gaz ve petrol fiyatlarına getirdiği zamlarla kimya ve demir çelik endüstrimizi çökertti. Bulgar tarım ürünlerini işleme, gıda ve tekstil sanayi mamullerimize yüksek gümrük koyarak 100 adet orta ölçekli sanayi tesisimizi bir çırpıda kapattı. Böylece kooperatifçi tarımdan özel sermayeli tarım işletmeciliğine geçilmesi baltaladı. Tarımda iç pazar tıkandı. Köylü gençler iş aramaya gurbete çıkınca ulusal tarım felç oldu.

 

Rusya hiçbir tasarımı gerçekleştirmeye yanaşmadı. “Burgas –Aleksandropolis petrol boru hattı”; “Belene Atom Elektrik Santrali; Kozloduy Atom Elektrik Santrali Yedinci Reaktörü;; “Güney Akım” doğal gaz boru hattı bunlardan bazılarıdır. DEV PROJE DEFTERLERİ açıldı ve birer birer kapandı. Böylece Bulgar enerji sektörüne ölümcül darbeler indi. Ardından Bulgar bankacılığı seri darbeler aldı. Toplam 16 banka kapandı. Bulgar turizmine yatırım yapanlar da Moskova’nın turistlerini geri çekmesiyle zor günler yaşıyor.

 

Sözün kısası, 100 yıl sonra da Bulgar ulusal sermayesi yine Batı ülkelerinin, Avrupa Birliği’nin yardımıyla oluşmaya, dirilmeye çaba gösteriyor. Avrupa ve dünya standartlarına göre iş yapmanın zor olduğu bilinse de, ilk adımlar atılmaya çalışılıyor. Pekişen Bulgar ekonomisi Rusya’dan bağımsız olmayı arzuluyor. 2014’te ülkemiz Rusya’dan 650 milyon US Dolar tutarında genellikle yakıt ve hammadde ithal ederken, dış satımımız tıkanmış durumdadır. Yeni enerji kaynaklarımızı Azerbaycan ve İran’da ararken Türkiye ile yakın işbirliği yolları açılmaya çalışılıyor.

 

Rusya tarafından Osmanlı’dan kurtarılan ama kısa bir dönem sonra Alman ve Batı devletlerine bağlanan Bulgaristan, 1944–1990 gibi çok uzun bir süre Moskova’nın kucağında kaldı. Buna karşın, kısa bir sürede toparlanıp yön değiştirdi. 11 yıl önce yani 2004’te NATO’ya girdi, 3 yıl sonra da Avrupa Birliği kapısını açtı. Artık Batı cephesinde mevzilendi ve mevzilerini güçlendirdikçe Rusya’dan tamamen kopmaya doğru adım atıyor.

 

Önemle vurgulamak istediğimiz nokta şudur. 1990 ‘dan sonra gelişen süreçlerde yani bu arada Rusya’dan uzaklaştıkça zayıf düşen Bulgar toplumunda Türk sermayesine bağlı yerli çok etnikli ulusal burjuvazi oluşturma sürecinin başlaması çok önemliydi. Fakat olmadı. Azınlıklara bu hak tanınmadı.  Bulgaristanlı Türkler arasından müteşebbis kesimin göç etmesi, gençlerin ise, Batı devletlerine kaçması girişimciliğin kök salmasına engel oldu. T.C.’den gelen, “Doğuş Holding”, MNG, NKA ve bazı başka iri Türk sermaye kuruluşlarının Bulgaristan üzerindeki çalışmaları devlet veya belediye malı olan alt yapı tesislerinin inşasında katkıda bulunmakla sınırlandı. Şu anda aktif olan “Koza Holding” de inşaat kesiminde faaldir. 1990’lı yılların ikinci yarısında “Exim Bank” tarafından açılan 50 milyonluk kredi dilimini öncelikle Bulgar devlet sanayi işletmeleri ömrünün bir süre daha uzatılmasına yaradı. Bu arada daha sonra “Group- Adres” şeklinde biçimlenen transport şirketleri kaptı. Türk sermayesi daha fazla lokantacılık ve gıda sektörünü tercih ediyor. Bulgaristan Türk azınlığının dinçleşmesinde rol oynamasını beklediğimiz sayıları binleri bulan Türk üniversite öğrencilerinin ülkemizin ekonomisinde herhangi bir rol oynadıklarını söylemek yanlış olur. Üretim ilişkilerimizin kökten değişimine yönelik dış sermaye yatırımlarında Türkiye’nin payı yok denecek kadar azdır.

 

Bulgaristan politik yapısında 25 yıldan beri kemikleşen Halk ve Özgürlükler (DPS) partisi önü açık bir üretim sektöründen fazla sönmeye mahkûm üretimlerde çalışanları temsil etti.  10 yıldan beri tütün kotaları azalıyor. Devlet üreticiyi karşılıksız desteklerken yeni üretim biçimleri bulup geliştirmesine seçenek tanıyor. Fakat yardımlar geçim için harcandığından, yeni üretimlere geçilemiyor.

 

HÖH partisinin demokratikleşmemizin ilk 23 yılında Moskovacı bir tavır içinde olması ve iflas sürecine seyirci kalması hiçbir sonuç vermedi. Bulgaristan Türklerinden 20 kişinin zengin olması halkın geçim sıkıntısına derman olmuyor.  Türk ve Müslüman kesimden gençlerin dış ülkelerde işte kaçması ya da Türkiye’de iş aramaları henüz sonuç belirleyici gelişime kapı açmadı.  Bulgaristan’da kalanlarımızın “isimlerine bir şey olmasın diye HÖH’ün üslendiği bekçilik rolü” 21. yüzyıl sorunlarının çözümü için ne politik, ne ekonomik, ne sosyal, ne de kültürel ve eğitimsel açıdan geçerli bir akçe değildir. Moskova’dan kopma sürecinde yeni kurban “Kooperatif Ticaret Bankası – BTK” oldu. İnsanların paraları doğrudan çalındı. Savcılık olayı futbol karşılaşması seyreder gibi izliyor.  Dalaverecilerin çemberi sıkışınca adalet, eğitim ve kültür alanında reform bekleyenler de hayal ediyor. Moskova’dan kopma sürecinin bir doğal sonucu olarak bizim de daha gerçekçi, yani söze, göze, boş lafa ve ölü vaatlere dayanmayan ya da hayalimizdeki özlemi gerçek sanıp devamlı aldanmayacağımız bir yeni ortam yaratmamız zorunlu olmuştur. Yeni yönelimin temelinde dıştan gelen kontrolsüz paralarla yaratılan talihli zenginden farklı olarak öz üretimimizden kaynaklanan bir örgütlenmeye ve pekişmeye gitmemiz zorunlu olacaktır.

 

Devam edecek.

Reklamlar