Musa VATANSEVER

Geçen asır Rusya’dan bir iki defa kopan, sonra yine kardeşleşen Bulgaristan’ın “U” dönüşlerini bir önceki yazımda anlattım. XXI. asrın başında da Batıya dönüş süreci ile başladı. Derinleştikçe de tökezliyor. Geçen yazıma aldığım tepkilerde, “onlar solucanlar gibi birbirine dolaşmış, ayrılmaları mümkün olabilir mi?” sorusu öne çıktı. Okurlarıma teşekkür ediyorum. Bazı görüşlerine yazımda yer vereceğim.

Onlar hava ile sis gibidir.” İç içedir. Sis nasıl havadan ayrılamazsa, onların geçmişini ayıklamak mümkün olamaz.  Bazı halklar kendilerini mutlaka daha büyük milletlere, devletlere, sistemlere ve imparatorluklara bağlamadan edemezler. Bu,  onların yaşayabilmeleri, kendilerini bir şey zannetmeleri, hatta mutluluk havası nefes etmeleri için olağanüstü gereklidir. Olmazsa olmazdır!

Bu gerçeği şöyle anlatan bir okurumun kıyaslaması ise, şok edici:

  1. Doğan’ın kapatıldığı sarayda yeni enerji kaynağı bulmaya çalıştığını, “Tsankov Kamık” Elektrik Santrali’nden 1 250 000 (bir milyon iki yüz elli bin) Euro

“komisyon” cepleyince iştahının artığını, havadaki hidrojeni oksijenden ayrıştırıp, benzin olarak kullanılacak yakıt icat etmeye çalıştığını, yazmış. Ne yazık ki sihirbazlıkta bek ileri değil. Yalan söylemek ile büyücülük arasındaki fark büyük. Rus ajanı olmak da kolay değil ama her zaman işe yaramıyor. Artık onun şu bir işe yaramayan meşhur “Felsefi simetri” yerine “Felsefi imkânsızlık” kuramı geliştirmeye çalışmasını anlamaya başladım.

Şu da git gide açıklık kazandı, Ahmet’in derin planlarından biri de, Dobruca’yı Amerikalılara satmak. Eski yardımcılarından olan ve Batılı mason locaları ile sıkı fıkı fingirdeşince gizli işler çevirmeye başlayan ve başladım damlayacak derken, kaynağı belli olmayan 200 000 000 (iki yüz milyon) US Doları ayakları iflas çamurundaki US bankalarından birine kaptıran, A. Emin’in acı mirası bu işin başındadır. Bize, son dönemde sık gelip giden yüksek görevli Amerikalılardan bazıları gece karanlığında, mahalle sokaklarında son lambalar söndüğünde “saraya” uzamaya başladı. Bizim toprak mülkü kanununda değişiklik istiyorlar. Bizde toprak satın alan, toprağın yalnız işlenir kısmına sahip olur. Mülkümün içinde su kuyusu kazayım dese, belediyeden ve daha birçok makamdan izin almadan olmaz.  Karşılığı US Dolarları sayıp bizim topraklardan alma heveslileri, dünyanın göbeğine kadar inmek, toprağın içinde, derin tabakalarında ne varsa çıkarıp götürmek hakkı istiyorlar. TEXAS’lı bunlar. Gözleri böyle açılmış.

Toprağımızın üstünü alan altına da sahip olacakmış. Madenlerimiz, su kaynakları, petrol ve doğal gaz yatakları hepsi ellerine geçecek. Fal taşı gibi fırlamış gözleri Dobruca ovamızda. Sanki güzelim ova Ahmet Doğan’ın miras mülkü. Drındarlı olduğundan bu işleri halleder diye düşünmüşler. Türklerden kimliksiz kişilik yaratabildi, köylülerden topraksız köle yaratabilir, diyorlarmış. Son görüşmede “şu köylüleri mülksüzleştirme işinin üstesinden gelebilirsen “A. Emin’in kaybettiği 200 milyonu çanta içinde getirebiliriz” demişler. Umut ediyorlar. Bizden kimseyi gördükleri yok. Uzaydan bakınca insan değil, bizim oralarda taş gazı görmüşler. İlgi birden arttı. Dobruca Ovası-Karadeniz Kıyısı güvenliğinden “US-Şabla Askeri Üssü” sorumludur. Filibe yakınındaki “İganovo” uçak alanına inen uçaklardan çıkan binlerce ağır silahlı komando “Novo Selo” talim alanında “Platin Aslan 15–2” tatbikatlarına başladı. Görenler, “Trake zamanından beri şu Trakya ovası böyle zırh görmedi” diye anlatıyor. Hedefler 2: Hem muhtemel ayaklanmaları bastırmaktır, hem de Rusya’ya gözdağı vermek! Bu defa iyice yerleşiyorlar, artık kovmadan gitmezler…

Önceki yazımda da altını çizdiğim gibi, Rusya sen “kakasın” dediğimizde, 2004’te NATO askeri teşkilatı ve 2007’de Avrupa Birliği boyunduruğuna homurdanmadan koşulduk. Bu iki Batı kalesi kapısından içeri alınırken sırtımızdaki kıl torbalarını hala indiremedik, elimiz açık ve kendimiz muhtaç, henüz soluklanamadık bile, nerde saraya alınmak:.. Fakat Dobrucamızı Sam Amca’ya heybe edersek, birkaç kişinin işi yoluna girebilir…

* * *

Bizde, Rusya’dan kopmayı (uzaklaşmayı)  yeni uzak görüşlülüğe göre, kötülüklerden arınma, ruhsal ve ayrıca tarihsel temizlenme olarak anlayanlar (irdeleyip kavrayanlar), ayrıca bu işin böyle olduğunu kabul edenler belirdi. Onlar fikirlerini artık açık olarak duvar yazılarında beyan edip TV stüdyolarında tartışıyorlar. Üstelik yeni gelecek hayali bu defa yazıda belirdi. 1917 Ekim Devrimi’nde orak çekiç kaldırmışlardı. 1789 Paris sefilleri Lui’nin kellesini kazıkta taşıdılar. 1944’te bizde partizanlara kimse çiçek vermemişti. Demetler resimlere sonradan monte edildi. Bu bahar gece boyu duvar karalayanlar hayalet gibi dolaşıyor.

* * *

Dünya, bu arada Bulgaristan, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 70. yıldönümünü (9 Mayıs 2015) kutlamaya pek hevesli değilken Rus uşaklığından, (Rusofilik), Stalincilik ve Putincilikten kopmak isteyenler artıyor. Bu iş bizde komünizmden ve Rusçuluktan kesin ayrılma (lüstrasiya)  olarak kabul ediliyor. 26 yıl önce olmalıydı da, olmadı! Sovyet Askeri anıtlarına “yıkılsın” ya da “sökülsün” yazanlar buna işaret ediyor. Kuşkusuz bizde iyice koyulaşan komünizm tortusuyla birlikte komünist yalamalar da sahneden itilerek, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibilerin helvası yenecektir. Çünkü gündöndü bile aynı zamanda hem Doğuya hem de Batıya bakamıyor…

Soru? Anıtların yıkılması tarihi değiştirir mi?

20 yıl önce Sofya “Batenberg Meydanı”nda “Georgi Dimitrov Mozolesi” birkaç bomba ile havaya uçuruldu. Boşluğa birkaç ağaç dikildi. Aüaçlar mezarlık ağacı olmadığına tutmadı ve yeri boş kaldı.

Bu patlama bizdeki totaliter komünist küfü kazıdı mı? Hayır! Küf kokusu ciğerimizi kemirmeye devam ediyor. Sofya’da Çar Boris Parkı’nda “Sovyet Ordusu Anıtı” (1954’te dikildi) havaya uçurulsa, insanlığın İkinci Dünya Savaşında verdiği 50 milyon kurban hayata geri döner mi? Şehitlerin aziz hatırasına, barış sembolü olan emellerine saygımız azalır mı? Hayır, azalmaz. Öyleyse!

İsimlerimizi ve kimliğimizi değiştirme mengenesi sıkılırken, totaliter zulüm zirve yaparken büyük sayıda kurban verdik. Bulgar demokratik kamuoyunun bazı temsilcileri tarihimizde işlenen en gaddar zulümdür, deseler de,  T. Jivkov’u ve totalitarizmi lanetleyen ÖCÜ ANIDI dikilmedi. Totalitarizmi lanetleyen kitapların yeni baskısı gecikiyor. Haklı davamızda göz, kol, bacak, ayak kaybeden özürlülerimizin çocuklarımız ÖCÜ ANITINI göremediler. Gaddarlığı, ırkçılığı ve et kafalılığı lanetleyen anıt da yok. Anıt yok diye nefretimiz azaldı mı? Hayır azalmadı!

Yıkılması istenen ve ayakta kalması istenen anıtlar. Bu ikilem toplumu parçaladı.

Seçim yapmakta zorlananlar var. Mesela, Rus Çarı II. Aleksandır anıtına itiraz eden yok. Meclis Meydanına 1901–1907 yıllarında dikilmiştir.  Rus askeri ile Sovyet eri arasında fark yapılıyor. Aslında birisi Osmanlıdan, öteki de monarşi-faşist diktatörlükten kurtarandır. Değişiklik istemeyenler, küçük devletlerin asla kurtulamadıklarını, tam bir boyunduruktan kurtulduk derken, yeni bağımlılığa düştüklerini kitaplarda okumak istemiyorlar. Bu böyle olmasa, 1878’de Osmanlı’dan ayrılınca Rus Çarlığına bağlanan Bulgar Prensliği, neden 10 yıl sonra (1886) Avusturya Macaristan ve Alman boyunduruğuna gönüllü girmek istedi? 30 yıl Prenslikten sonra da, 1908’de aman bizi Almanya’ya daha sıkı bağlayın çığlıklarıyla 36 yıl boyunca Çarın dikta rejiminde inledi. Yeni dönem Bulgar Çarları olan Ferdinant, oğlu III. Boris, torunu II. Simeyon ve onun oğlu veliaht Kardam 7 yıl komada yattıktan sonra 7 Nisan 2015 günü hayata gözlerini yumdu. Bu zatların vatanımızda anıtı değil dikili tek ağıcı yoktur. Halkımıza üç defa ulusal felaket yaşattıkları hiçbir zaman unutulamaz. Bu anlamda anıtı olmayınca onlar unutuldu mu? Faşizm döneminde verdiği kurbanları yok mu sayalım!!!

Toplumun değer yargıları açısından arınması heykellerle hesaplaşmakla olmaz.

Yıkılanların yerine yenilerin dikilmesi de bir şey değiştirmez. Anıt hak etmiş azizlerin heykellerinin yükseltilmesine yasak getirilmesi hiç bir şeye çözüm değildir. Tarihe dört gözle bakıp ibret alacaksak, Osman Paşa anıtını mutlaka dikilmelidir. Süleyman Paşa da Şipka Doruğunda yerini almalıdır. İnsanımız 600 sene tütüncülükten geçindi. Yol boylarında tütüncü çeşmeleri akmalıdır.

Yenilenme yolu yıkımdan geçmez. Değişime açılan yenilenme (reform) zamanını yaşamış olanın içinden yeni bakış açısı ve değer sistemi süzülerek filizlenmelidir. Cani bir sistem olan faşizmi, insanlık dışı bir düzen olan totalitarizmi olumsuzlarken daha iyi olanı aradık. Faşizm Alman, İtalyan ve Bulgar toplumlarında gelişti, tırnaklandı ve zehirli dışlarını hümanizme, insan sevgisine, hiç bir suçu olmayan halklara, insanlara batırdı. Onları parçaladı, kurşunladı, çizme ökçesi altında ezdi, kendilerinden olmayan herkesi yok etmek istedi. Toplumun en değerli hüman ilkelerle ve düzgün bir ahlak uyarınca eğitilmesine ağırlık verilmeyince gökdelen büyüklüğünde öcü anıtları da dikilse, arkadan gelen yine milliyetçilik, ırkçılık ve palazlanmış faşizan zihniyet olacaktır.

Bu bakıma, anıtları yıkmak tarihi çarpıtmak anlamına gelir. Bizde, İtalya’da ve Almanya’da Hitler canisinin anıtı yok. Bu faşizmin yeniden kükremeyeceği anlamına gelmez. Faşizmi doğuran temel bir de çarpıtılmış geçmiştir.

Ters yüz gösterilen geçmişten beklenen yenidünya doğmaz. Mesela isimlerimizin katli, hoşgörülü bir yaşam ortamının yeşermesine olanak vermiyor. İyi komşuluk direğimiz yıkıldı, yerine konamıyor. Vatanda kapanmadan açılan, kilidi olmayan KOMŞU KAPISI bir anıt hak etmedi mi dersiniz!. Ama yok…

Biz dünyada, hem geçmiş, hem de gelecek olarak varız. Yalnız sol ya da yalnız sağ gözle bakarsak gerçeği göremeyiz. Hatta iki gözle de değil, her yana dört gözle bakmalıyız. Görmemiz gereken eski ve yeni olan, yararlı ve yararsız olan, yeni uygarlığın taşıyıcısı olan ve ona yönelmemizdir önemli olan. Rusya ile ilişkilerimiz, dostluğumuz ve işbirliğimiz zamanını doldurmuşsa, onları özel fedakârlıkla sürdürmemize gerek yoktur.

* * *

Politik partiler açısından

Bulgaristan’daki Purinci, yeni-Stalinci, eski Rustçu güçlerin başında gelenlerin omurgasını oluştura gelen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne kölece bağlanan BKP’nin devamcısı Bulgaristan Sosyalist Partisidir (BSP). Bu politik güç küçüldükçe küçülse ve parçalandıkça ufalsa da hayatımızda, kamuoyunda, parlamentoda (39 milletvekili var) güncel yaşamda etkisini sürdürüyor. Şirketleri, bankaları çalışmaya devam ediyor. İstedikleri an banka çökertebiliyorlar. Mesela BTK’yı yoldular ve kapattılar. Yenidünyaya kimsenin gözyaşına bakmadan ayak uydurmaya çalışıyorlar. BSP Başkanı M. Mihov yönetimindeki parti heyeti geçen ay Moskova’ya gitti. Ziyaret masrafını sigaracı devi Pillips Muris’e bağlı bir İsviçre şirketi ödetti.  Hayatın renkleri her gün değişebiliyor…

Rus yandaşlığının omurgasını, geleneksel bağları ve dil, din, örf, adet ve başka yakınlıklar temelinde BSP partisi ayakta tutsa da, aşırı sol cephede aktif olan “Ataka” partisi geliştirdiği propaganda ve etkin çıkışlarıyla Moskova’nın yanında, daha doğrusu “Jirinovski partisi” olarak bilinen Rus milliyetçileriyle uyumlu çalışıyor. Tüm politik güçler gibi onlar da tek başına iktidar olmak ve Bulgar pervanesini yeniden Moskova’ya çevirmek istiyorlar. Ukrayna ve Kırım krizlerinde Putin politikasına dört elle sarıldılar. Batı’nın yaptırımlarını kınarken, NATO güçlerinin ülkemize yerleşmesine, bu askeri paktın bizde operativ karargâh kurmasına karşı çıktılar. “Ataka”nın Rusya’dan kopmamıza karşı etkinlikleri meclis kürsüsünden sokak gösterilerine kadar yayılmış durumdadır.

Rusçu omurganın özünden olan ama kendisini Rusya politikası odaklı yeni bir eksende görmeye çalışan, sosyal işler bakanı Kalfin nezdinde, Başbakan Boyko Borisov hükümeti ortaklığında da yer alan, Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) partisi Başkanı G. Parvanov çok çelişkili bir dış politika sahneye koymaya çalışıyor. Bir yandan Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya ve 2007’de AB’ye girişi G.Parvanov’un 2 dönemlik Cumhurbaşkanlığı süresinde gerçekleşmişti.  Bu unutulmamalıdır. Şunu da aklımızdan çıkarmayalım: G. Parvanov, Sosyalist Parti’ye girmezden önce, üstelik BSP başkanı olduğu dönemde, Cumhurbaşkanlığının birinci süresinde ve 2006’da bir Türk partisi olarak bilinen HÖH’ün de desteğiyle yeniden seçildiğinde azınlıklara hep ters baktı. Devamlı olarak, arasız ve yılmadan, elinden geldiğince Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanların tüm etnik azınlıkların ezilmesinde ve bizde kimliksiz insan kütlesi yaratılmasında Doğancılarla birlik oldu. Bizi sistemli olarak ezenlerden biri odur.

Bu politik kimlik, günümüzde en kararlı Rus yanlısı rol almaya sıvanıyor. İstekleri arasında, AB Genel Kuruluna Rusya’ya karşı yaptırımların kaldırılması için Bulgar devletinin başvurması; bir Bulgar heyetinin Moskova’ya gidip ticari ilişkileri ve özellikle de Bulgaristan’ın Balkanlarda enerji merkezi oluşturması ve “Güney Akım” gaz boru hattı sorunlarını çözmesi başta yer alıyor. Bu arada, dosyası kapanan  “Belene” Atom Elektrik Santrali’nin Rusya tarafından inşa edilmesi gündeme çekiliyor. Aklından geçen Karadeniz sularında Bulgaristan’ın Moskova gemileri yanında yer almasıdır. Böylece Rusya Bulgaristan ilişkilerinde cırt pırt çıkışlar dönemi aşılıp yeniden programsal bir yumuşamalı yaklaşım geliştirilip gündeme getirilmeye çalışılıyor. Kuşkusuz bu yeni atılım yeni girişim olarak kök salabilse, “Ataka” ile BSP Rusyacı politikada ikinci sıraya itilebilir.

Isınıp Rusya’ya yeniden sarılma eğilimi bir de,  geçen hafta kurulması yolunda ilk adımlar atan bağımsız milletvekili Velizar Ençev tarafından başlatıldı. O, yıllar yılı Sofya’da yazdığı yazılarını “Skat” TV’de yayınladı. Aşırı sağ basında köşe oldu. Anti-İslam, anti Türk çizgisinde uzmanlaştı. Gençliğinde Bulgar gizli servisi “DS” Birinci Şubesine bağlı dış casusluk kurumlarında görev aldı. Totalitarizmci ve patriotik cephe adıyla siyasete katılan sağ milliyetçi ve ırkçı çizgili “PF” partisinden parlamentoya girdi. Başbakan Borisov hükümetiyle  “reformlar ve dış borç alma” gibi konularda bağdaşmazlığa düşünce, partisizliği seçmek zorunda kaldı. Kolay parlayan Yunan Başbakanı Çipros örneğini beğendi. Parti kurmaya soyundu. Bu politikanın son hedefinde AB ve NATO içinde Rus “Truva Atı” olmak var.

Tekrar ederek altını çizmek istiyorum. Rusya etkisinden, kıskacından, “kardeşliğinden”, “kurtarıcılığından” ve işbirliğinden kurtulmamız hiç de kolay olmayabilir. Bir yandan Batı dünyasına bağlılığımız gelişip derinleşirken, enerji kaynaklarımızın % 80’ni, hammadde alımlarımız Rus pazarına bağlı kalmaya devam ediyor. Öte yandan Ukrayna çatışmasında Rus Amerika yüzleşmesinin çok yakınında kaldık. 1990’dan beri ekonomimizi çökerten Rusya’nın gözü üzerimizdedir.

Devam edecek.

Reklamlar