Tarih: 12 Mayıs 2018

Yazan: İbrahim SOYTÜRK

Konu: Yeni dengede Türkler dolgu mu olacak?

Hain Ahmet’i Devin’e gece götürdüler. “Orfey”in parlayan ışıkları uzaktan göründü. Reşetnikov eski dostunu giriş bölümünde bekledi. Karşılamaya gelen Devin ve Barutin Belediye Başkanları ile sohbet etti. Konu HÖH’ün genç lideri Mustafa Karadayı etrafında döndü. Konuk, köylü oğlanı lider koltuğuna oturtanları uzaktan tanıyor, yakın planlarını bilmiyordu. O, Doğan’ı yetiştiren guro idi.  1996 Kırcaali konferansında Tüzük değişikliği ile Doğan’ın Osmanlı kalıtı sultanlık parçasını kiminle yöneteceği şahsen asla karışmamış, yalnızca Doğan’la ilgilenmişti. Onun tavrını belirleyen birkaç temel görüş vardı. Birisi, Sultanın güçlü olduğu dönemlerde Türklerin baş kaldırmadığı tarihsel gerçeğine dayanıyordu. İkincisinde, köylerine cami ya da cem evi bina eden ve kapılarını kayıtsız koşulsuz halka açanlara türbe yapıldığı, saygı duyulduğu gizliydi. Bunu bilenler, 1880’de Bulgaristan’dan dönerken Rus komutanlığının  Sliven’in Ablanovo (Yablanovo) köyüne tek katlı, minaresiz bir Allah Evi diktikleri ve Kazan (Kotel) yöresindeki 12 Türk köyü halkına bıraktıkları iyi biliyordu. Diplomatik çevrelerde katıldığı sohbetlerde ve Farsça kale alınmış Balkan Tarihi eserlerinde, Koca Balkan tepe yaylalarını vatan ve cennet bilen bu cesur insanların Büyük Süleyman’ın İran seferlerine isyanla celallenen alevi boylarından olduğu da tekrarlanarak anlatılıyordu. Rusların bu dağ Müslümanlarına cem evi bırakması, bu bakıma “biz sizin ardındayız” anlamını yıllarca taşıdı.  Şu da var, yöre Alevileri 1985 Şubatında isim değiştirmeye karşı sert direnişlerde olduğu gibi, 1989 Mayısı kitlesel direniş hareketinde de kahramanlık örnekleri verdiler. Bulgaristan Türklerini ayaklandıran 28 direniş örgütünden biri olan Demokratik Lig (Demokratik Birlik) kurucuları da bu köylerden çıkmıştı. Bulgaristan’da kurulan İLLEGAL VE YARI GİZLİ SİYASİ PARTİLER ARASINDA 21 Mayıs 1989’da İLK ULUSAL KONGRE DE ABLANOVADA ÇAĞRILMIŞTI.

Reşetnikov, Bulgaristan üzerine düşüncelerinde, Alevilerin ve Bulgar soylarının Pers kökenli olduğu tezlerini savunanlarla da birçok defa temasta bulunmuştu. Onun inancında, Bulgarların Türk ya da Farsi kökenleri ortaya çıkarsa, Bulgar kimliğini oluşturmada kullanılan Türk karşıtlığının dayanakları çökerdi. O, bu konuların derinlerinde yüzen birçok yaşlı Rus akademisyeni Doğan’ın mekanına getirmiş ve ona tartışmalı fikirleri dinletmiş, 140 yıldan beri Türkiye kapısı kapanmazken tası tarağını toplayıp çocuklarını sırtına aline alıp Dobruca, Deliorman, Trakya ve Rodoplardan sökülmeyen bu hayat ve insan sever, son derece çalışkan ve namuslu, iş güç yaratıp kendi geçimlerini kendileri yaratan,  geleneklerince yaşayan bu insanların Rusya’ya bakmasını sağlamanın mümkün olduğuna ikna etmişti. Tabii ki, bu ideler çok beslenmiş, Doğanın bir dediği iki edilmemiş, Lideri çevreleyen şirketlere tankerler dolusu petrol, benzin, mazot verilmiş, Burgas limanı kenarında,  “Lukoyl” şirketine ait gözde kıyı arsalarından birisi stratejik çözüm yüklemek istedikleri kişiye tahsis edilmiş, üzerine 27 Milyonluk Deniz Köşkü kurmasına, köşk limanına yatlar çekilmesine göz yumulmuştur. Bulgarları parçalayıp birbirine düşürme ve Türkleri de onlardan uzaklaştırma planı böyle gerçekleşmiştir.

10 günlük ziyaret için geldiği Bulgaristan’da yeni HÖH lideri Mustafa Karadayı’nın yetiştiği köy ve kentin havasını koklamak, insanlarla serbest temas kurmak, sohbet etmek, olduğunca oturup beraber yemek yemek, kahve veya çağ içmek emekli KGB generali için çok önemli ve değerliydi.

İnsanlara baktıkça fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını, fakat kimseden de bir şey istemediklerini fark etti. “Bulgar’dan ödünç para alınmaz” burada bir atasözü olsa da, bu insanların devlet olan güveni de kırılmıştı. Emeklilik yıllarına iyi giren madencilerin 1997’de emekli maaşlarının “sigorta sistemi çöktü” gerekçesiyle % 50’i azaltılması, orman işçilerini tarım işçileriyle eşitlemiş ve gelirlerini sıfırlamıştı. Tütün primleri de hep muhtarların ve ekip şeflerinin elinde kaldı. Yeni yeni filizlenen korkuda ise, Bulgar levasının kalkacağı ve Yüzünü görmedikleri Euro’ya geçilmesinden endişeliydiler.

Kasabada anıtlar var.  “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” kavgası çok uzun sürmüş, 4 kuşak kurban almış. 300’den fazla şehit düşmüş… Şehirde sürgün edilenlerin, hapse düşenlerin, geri dönmeyenlerin hatıraları yaşıyor. Akan çeşmeler sanki onları anlatıyor. Sular eskisi gibi akarken, toplum da alıştığı tehlikelerle bildiği gibi yaşıyordu.

Köylerde hala köskötürüm yatakta insanlar olduğunu anlattılar. Şehri daha uygar bir çehreyle gezerken modern dünyadan çok uzak bir yerde olduğunu hissetmişti. Bu dağlarda yaşayanlar kültürel yenilenme ve değişimlerin geleceğinden korkmuş gibiydiler. Mutluluğun köklerine, anane ve törelerine bağlı kalmakta olduğuna inanıyorlardı.

Ahmet’in gelmesinden bir gün önce Sofya’dan başka konuklar gelmişti. Körpe kuzu çevirdiler ve üzerine çam balı sıvadılar. Daha önce hiçbir yerde görmemiş ve yememiştim. Yemek listelerinin hiç birinde olmayan bir sürpriz oldu.

1878 Berlin Anlaşmasında bu topraklar Bulgar’a verilmemişti.  Osmanlı’da buradan çekilmedi. 1913 vahşeti olmasaydı, şu sakin ve vicdanlı, Allah’ın verdiğinle yetinmeyi bilen bu insanlar, Bulgar devletini de sevebilirdi.  Fakat o yılların genç ve hırslı Çarı Ferdinand, Bulgarların gözüne girmek ve kendini sevdirmek için tarih boyu başlarına ne gelmişse, hepsini Bulgar olmayanlara da yaşatmak, Müslümanlara eziyet çektirirken kendini sevdirmek istiyordu. Örneğin, 862’de Hıristiyanlığı kabul etmeyen Bulgarlardan 100 bini kesilerek veya asılarak öldürülmüştü. Bu zihniyetle kuduran ve Batı ve Orta Rodoplar’da 250 bin kişinin ismini ve dinini değiştiren, fesleri toplatıp yakan, minareleri yıktıran  Çar ve intikamcı gürüh, 250 bin haneyi de Bulgaristan’dan kovmuştü. 20. Yüzyıla bu kadar kara bulutlarla giren bu dağlarda huzurun oturmadığı her yerde hissediliyordu.

Devin, Orta Rodoplarda bir Müslümanlık kalesiydi. Burada Çan sesi işitmedi. 9 Mayıs sabahı kahvaltıya indiğinde Rus Halkı’nın Büyük Vatan Savaşı zaferinin 73. Yıldönümü vesilesiyle masasında bir buket yaban Rodop çiçeği ile karşılanacağını, Belediyeden, HÖH yönetiminden veya BSP partisinden birkaç kişinin gelip kendisini kutlayacağını düşünmüştü. Sürpriz oldu. Gelen olmadı. 1942’den sonra Alman Nazi askerlerini besleyen bu insanlar, “kurtarıcı” olarak tanıtılan Sovyet askerlerinin yüzünü görmemişti. Bu dağların onların olduğu ve tüm gelenlerin gidici olduğu inancı hepsinin görüşünde belirleyici olandı.

Bu insanların geçmiş ve gelecek vizyonunda anlamı insan kardeşliği olan, ümmet anlayışı yaşıyordu. Müslüman olmaları hayat kaynağıydı. Camiye gittikçe sanki ruhları arınıyor ve güçleri tazeleniyordu. Onlarda Müslümanlıktan kopmayız ve koparılamayız bilinci derin kök salmış ve imanlarının özünü belirlemişti.  Yerli halkın sezgisi güçlüydü. Onları siyasete kazanmak, modern siyasetin virajlarına sürüklemek ve tuzağa düşürmek kolay işler değildi. Kendi kanat önderleri olan bu insanlara sahte lider dayatmak da kolay değildi.

Reşetnikov, karanlığa açılmış ve perdesi aralanmış pencereden otel önündeki boş havuza bakarken, ansızın bir hareketlenme oldu. “Geldiler.” Diyenlr beklenen konuğu karşılamak için sıra düzerken, “Lena, brat moy!” (Leonid kardeşim benim)  diyen hain A. Doğan, ondan 2 karış yüksek adamın boynuna sarıldı. Öpüştüler…

 

Bu görüşme, Reşednikov için bu görüşme büyük önem arz ediyordu. 26 Şubat 2016’dan beri yüzyüze görüşmemişlerdi.

 

Avrupa Konseyi Sofya toplantısının sonuna kadar Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov’un  ayrı ayrı Moskova’ya gitmesi ve Başkan Vladimir Putin’le görüşmesi planlanmıştı.  Radev ile Borisov’un arsı iyi değildi. Borisov siyasi hiyerarşi yolunu Cumhurbaşkanı olarak tamamlamayı düşünürken, Radev de başkanlık sistemine geçerek bugünü iktidar güçlerini politik shneden uzaklaştırma planları hazırladığını gizlemiyor.

6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı Radev’in Hava Kuvvetleri Generalinden büyük bir seçim başarısıyla Cumhurbaşkanı olması da Raşetnikov’un yönettiği Moskov merkezinin başarısıydı.  Bu planda Türk seçmenlerin oyları belirleyici olmuştu.

Halka demokrasi diye tanıtılan son 28 yılda, Ahmet Doğan’ı parmağında istediği gibi oynatan Rus istasyon şefi, 1997’de Türk seçmenin Demokratik Güçler Birliği CDC Başkanı Stoyanov’a oy verilmesini isterken, 2002 yılında tam tersini talep etti. Milliyetçi komünistlerin lideri, Bulgarlaştırma sürecine aktif katılanların önderi olan, 2004’te Türklerin isimlerinin değiştirilmesine karşı Kırcaali’deki Bulgar hortlamasını yöneten, Türklerin isimlerinin, din haklarının, anadillerini kullanarak yaşamalarının ve kültürlerinin yok edilmesinden yana olduğunu asla gizlemeyen, BSP liderliği görevinde bulunan Georgi Parvanov’a oy verilmesini isteyen de oydu. Bu milliyetçi komünist 2012 yılında da Türklerin oylarıyla Cumhurbaşkanı oldu, ama ne Müslümanlar ne de Türkler için hiç bir şey yapmadı. Hatta bugün başımıza bela olan aşırı milliyetçi, saldırgan “Ataka” partisi yine Moskova’nın önerisiyle ve Multigrub’un parsıyla 2005’te G. Parvanov’un onayı ile kuruldu.

Rus planları için Ahmet Doğan aracılığıyla Bulgaristan Türkleri hep kullanıldı.

 

Reklamlar