Muazzez YURDAKUL

Okullar yine tatil oldu. Biz öğretmenler de geçen ders yılı olaylarını iyi ve kötü yanlarıyla yeniden yaşarken, kimi defa gün boyu hafızamızdaki olaylara takılır, durup, olduğumuz yerde donup kaldığımız oluyor. Birkaç gün önce ben de öğrencilerimden bazılarının şu ya da bu fikrin ve olayın etkisi altında kolayca kalabildiklerini düşünürken, aklıma KAR VE KARDELEN masalı geldi. Bundan 14 yıl önce Ankara “DORUK” Yayımcılık tarafından basılan HER YAŞA DÜNYADAN MASALLAR SERİSİNDE – ROMEN MASALLARINDAN SEÇMELER’ DE yer alan ve sizinle paylaşmak istediğim bir Romen halk eserinin derin çağrışımlı olmasından çok etkilendim. Karnelerin dağıtılmasıyla biten bu ders yılında fırsat bulup bu masalı öğrencilerime okuyup, onların cıvıltılı tartışmasına sunmadığımdan dolayı üzgünüm. Kendimi bir az da olsa teselli etmek amacıyla bu masalı  şimdi sizlerle paylaşıyorum.

Kar ve Kardelen

İlk kar yağdığında tatlı, yumuşak ama renksizdi. Aşağı-larda yeni otlar binlerce renk içindeki çiçeklerle birlikte çayırları yeşile bürüyordu. Kar gözlerini bu güzelliklerden alamıyordu. Kendi anlamsızlığından yakınmaya başladı. O da bu güzel renklerden bir kaçıyla süslenmek istiyordu. Bir gün ottan şu ricada bulundu: “Ot, bana biraz yeşil renginden ver. Çok hoşuma gidi-yorsun. Sana benzemek istiyorum“.

Ama ot yumuşamadı. Kar ormanda bir yabangülünün yanında durdu: “Güzel yabangülü“, diye rica etti ona, “bana biraz renginden ver. Senin gibi pembe olmayı çok istiyorum.” Ancak yabangülü de hiç etkilenmedi. Her geçtiği yerde aynı ricada bulundu. Irmak kıyısındaki düğünçiçeğine parlak sarı rengi için, unutma beni çiçeğine gök mavisi için, menekşeye moru için, yamaçtaki karanfil canlı kırmızı için. Ricalarına karşın hiçbiri onu duymadı. Çiçekler renklerini kıskançlıkla koruyordu. Kar derin bir acı duydu. Tüm çiçeklere kin besledi. Böylece onlar onun buz gibi soluğundan korkar oldular. Bir gün çayıra uzanıp uzun süre uyudu. Soğuk palto-sunun altındaki bitkiler titredi, güzel rengini yitirdi. Çiçekler iz bırakmadan kayboldu. Toprakta hafif bir gürültü duyuldu. Hafifçe kenara çekildiğinde, bir çiçek topraktan çıktı. “Burada ne arıyorsun?” diye soğukça sordu kar. Çiçek beyaz çanını çaldı: “Ah! Dünyaya geldim sonunda. Bu donmuş topraktan geçen bir yol açmak için ne kadar çaba harcadığımı bilemezsin!” Bu küstah çiçeğe şaşıp kafasını karışan kar biraz eridi, sonra cesaretini toplayıp şöyle dedi: “Gördüğüm en saf renge sahipsin. Bana da bir parça vermeyi kabul eder misin?” “Al öyleyse“, diye onayladı Çiçek. Birbirimize benzeyip iyi ilişkiler kuracağız. Ama biraz kenara çekil de yeterince yerim olsun.” Kar seve seve söyleneni yaptı, beyaz renkten biraz aldı.

Sonunda birisi ona acımıştı! “Adın ne?” diye sordu. Çiçek çanlarını salladı: “Daha adım yok. Gördüğün gibi yeni doğdum!” “Şimdi ikimiz birbirimize benziyoruz. Bana ren ini verdin, ben de sana adımdan vereceğim”. Çiçek heyecanla kabul etti. Böylece Kardelen Çanlarıyla ilkbaharın gelişini haber verdiğinde, kar onu karşılar, erir terk eder. Ve sonbaharın sonunda yeniden gelmek üzere çayırları terk eder.

Bu masal Romen halkının derin zekâsının bir ürünüdür. Toplumsal yaşamın bir tün anlatımıdır. Romanya’da da Bulgaristan’da olduğu gibi büyük sayıda etnik azınlıklar yaşar. İsimleri sıralanan “yabangülü”, “düğünçiçeği”, “unutma beni”, “menekşe” ve karanfil” etnik halk topluluklarının anlatımı için kullanılmıştır. “Çiçekler renklerini vermiyor ve kıskançlıkla koruyorlardı” tümcesinde, her halkın kendi özgün özellikleriyle yaşamak istemesinde gizli olan gurur ifade bulur.

Bulgaristan örneğine dönersek, “soğuk kış, “soğuk kar”, dondurucu buzlu ortam Bulgaristan Türk, Pomak, Çingene, Ulah ve Gagavuz azınlık halk topluluklarına karşı XX. Yüzyıl boyunca periyodik aralıklarla şiddetlenen ve devlet eliyle uygulanan baskı ve terör rejimlerinin bir ifadesidir. Çiçeklerden istenen renkleri ise, etnik halk topluluklarının öz kimliklerinden en değerli ve belirleyici olanın – isimlerin, soyadlarının, adet, gelenek, kültürlerin, eğitim ve öğrenim olanaklarının, imanlarının istenmesidir. Düşünürsek, rengi olmayan çiçek bir hiçtir. Çiçekçilerde satılan boyanmış çiçeklerin satılmadığını siz de görmüşsünüzdür. Boya renk verir ama doğallığı yok eder. Renklerini kaybeden, boyanan,  solan çiçekler kokularını da yitirir. Kuru bir sap, sonra da çöp olur. Özleri köklerinde, insanların öz kimliği de hafızalarındaki tarih ve benlik bilgilerinde özgün bilgilerde ve deneyimlerde yaşamasa, onların da hayvandan farkı kalmaz.

Bu anlatımda bizim lehçemizde “akça bardak” olarak bilinen “kar delen” de, halkamız tarafından “erken öten horozun sesi çatlak olur!” değimiyle yayılmıştır. “Akça Bardak” kuytu bir yerde buzlu toprağı delmeye çalışırken gözü hep güneşi arar. Sonra bu kar tümsekleri arasında benim ne işim var, belli bile olmuyorum diye düşünmeye başlar. Kendi kendine sorduğu soruların cevabını da toprağa yani köküne bakarak arar. “Allah’ım sen benim karlar içinde, tümsekler altında kaybolacağımı bile bile, yeryüzüne neden gönderdin? Sorusunu soran kendisine ve yanıt bulamadan ölür.. Bu soruların ağırlığından başını kaldıramaz… Güneşten utanır ve solar…

Kar “beyaz renkten biraz aldı” ifadesi de değiştirilmek istenen insan kimliğinin özünün de azar azar eritildiğini ve sonunda “asimilasyon” denen süreçlere kadar derinleştiğine bir işarettir.

Şimdi ikimiz birbirimize benziyoruz” Bulgarların “tek devlet tek ulus, hepimiz Bulgar’ız, her yer bembeyaz” uydurmalarının iyi bir benzetmesidir.

Bu masal, Bulgaristan’da son yüzyılda etnikleri yok etme politikasını çağrıştırarak anlatan başarılı bir benzetmedir. En sonunda Sofya devleti, Bulgarlar Türklerden ve Pomaklarından ve öteki etniklerden çaldıklarından, kaptıklarından, el koyduklarından ve gasp ettiklerinden hiçbir kimseye hiçbir şeyi iade etmemiştir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, somut kimlikler genelin içinde korunamadığında asla belirleyici olamaz. Avrupa Birliği’nin etnik azınlıklar politikası da farksızdır. Bu uygulamalar hayata yeni ton veremez. “Kar Delen” gibi baharın geldiğini haber verdiği an yok olup toprağa gömülmek zorundadır. Başka dünyalara karıştığı için sıcak günleri müjdeleyen diğer çiçeklerle demet, birlikte kokamaz, toplumsallık dışıdır. Diğer çiçekler dünyayı kokularla yıkayıp dört mevsim renklendirip sevindirirken o yalnız “çan çalmakla” yetinir. Çünkü bütün dünyayı bembeyaz eden kar-kış onu karı eşelemeden bulunmaz duruma getirmiştir. Tam bizim “Bulgarlaştırılınca” tozlu eski tarih kitaplarını karıştırmadan Türk kimliklerimizle bulunamaz duruma getirilmek istendiğimiz gibi…

Bir Romen halk masalının düşündürdüklerini çağrışımlı benzetmelerle anlattım.

Reklamlar