Bulgaristan’da en büyük propaganda imkânlarına sahip olan, fakat halkımız, Türkler, Pomaklar ve Müslüman Çingeneler için “gık” demeyen Hak ve Özgürlük Hareketi’nde Ajitasyon ve Propaganda, Basın Yayın, Kültür ve Eğitim Şubeleri yoktur.

Nasıl oldu da 2.5 milyon insan ana dillerinde dört söz propaganda edilmeden yalnız ara sıra köfte kebap yedirmekle 24 yıl idare edildi, akıl erdirilecek gibi değil.

Partinin propaganda olanakları ve araçları başkalarının elinde bulunuyor.

Bu güce sahip olanlardan biri, ikinci süre HÖH listesinden milletvekili olan ve fahri başkan A. Doğan’ın çok yakın dostu olarak bilinen D. Peevski ile annesinin elindedir. HÖH Vekili Peevski, Bulgaristan’da en ucuz gazete olan günlük “Telegraf” ile haftalık sarı basının gözdesi olan “Uikent” gazetelerin sahibi olduğu gibi, “168 Saat” gazetesini de kontrolünde bulunduruyor. Bunun dışında, iletişim holdingi başkanı olarak tüm basın yayın ve elektronik propaganda araçları üzerinde yüksek otoriteye sahiptir.

Annesi de günlük  “Monitor” ve haftalık “Politika” gazetelerinin sahibidir.

 

Bu gazeteler Bulgar dilinde çıkıyor. Direk tesir gütmüyor, bilenlerin bilmeyenlere anlatması, anlayamayanlara anlamış olanların açıklaması mantığına göre kurulmuş ve yayın yapıyor. Bu organların kullandığı basın yayın dili “özel dildir” okumuş olmayanlar kavramların içeriğini anlamakta güçlük çekebilirler, son hedef resim, alt yazı ve “şarj” türleriyle, kısa nüans ve ayrıntılı açıklamalarla kovalanıyor.

 

HÖH parti başkanı ne Ahmet Doğan ne de Lütfü Mestan partinin taktik ve stratejisi konularında yazı yazmaz, açıklamada dahi bulunamazlar. Bu gazetelerde,  HÖH / DPS hakkında iyi kötü yazı çıkmaz. Yapılan eleştirilere yanıt verilmez. Her şey susarak halledilir.

Hâkim olan mantık, dağ başına bir kuş konsa ya da bir sürü kuş konsa hep aynı değimli, saf saklığıdır.

Bu gazetelerde, Bulgaristan Türk ve Müslümanları bir kaygı ve mesele olarak yoktur.

Onların hiçbir problemi ve programı yoktur.  Bu yayın araçları insanımızı ve halk topluluğumuzu görmezden gelir. Devamlı diğerlerinin sorunlarıyla uğraşan bu gazeteler, çalışma ilkelerinde aksi propagandayı ön plana çekmiştir. Kendileri susarken, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan ve HÖH yönetiminden başka bir iki kişi hakkında yazılanları ve söyletenleri yansıtırken, lehte propaganda yapmış olur.

Bu yazımızın konusu bu mantığı birkaç bölüm halinde açmaktır.

Gazete okurken satır aralarında neye dikkat edilmesi gerektiğine işaret etmektir.

Stratejik araştırma grubu olarak biz, okurlarımızla metodik çalışmaya başlamamız gerektiğine, bu konularda sözlü yayınlara da geçmemiz gerektiğine inanmış bulunuyoruz.

 

Örnekleyelim: Tütünler satılmadı. Haskovo’da tütün üreticileri ana yolu kesti. Balyalar yolda. Demetler açıldı, pastallar saçıldı. Kibrit çakıldı. Benzin dökülüyor ve tütünler yakılıyor. Ateş, duman, dalaş, dövüş. Haykırış, bağrış, küfür ve yumruklar hepsi TV ekranında.

Bir demeç: “Sofya’ya gelip Meclis önünde kendimi yakacağım!”

Bu röportajlarda Hak ve Özgürlüklerin adı sapı, lideri, il merkezinden herhangi bir görevli yok.

Basın olayı körüklüyor. Kullandığı söz: “İsyan!”

Ardından HÖH “propaganda borazanları” çalmaya başlıyor:

Biz Bulgaristan’ın Kosovo olmasına müsaade edemeyiz!

Etnik kavga kışkırtanlar cezasını bulacaktır!”

Hemen ardından bir iki kişinin bilekleri kelepçelenip 72 saat içeri atılıyor.

Hemen sonra, HÖH’ten daha kodaman biri (L. Mestan olabilir)  TV programlarında burnunu gösterip,  “Tüccarın satın almadığı tütünü biz gelecek yıl devlet bütçesinden ödeyeceğiz!” diyor.

Tabii havanda su dövüyor. Bir defa gelecek yıl iktidarda olup olmayacakları belli değil.

Gelecek yılın bütçesi “boş teneke boş ses.” Amma bunu halk anlayamıyor.

İki, AB finans komisyonu bu gibi ödemelere asla izin vermez.

Fakat HÖH’lü kodaman işi “ben sizin garantörünüzüm,” “ne olursa olsun yanınızdayım,” “her şey bize bağlıdır,” “ben sizin kurtarıcınızım”, “ben sizin babanızım” demeye getiriyor.

Aslında tüccardan komisyon isteyen, tütüncülere mallarını daha ucuzdan elden çıkarmaları için baskı yapan, ödemeleri geciktiren, tüccarla fıkırdaşan, tütün fabrikaları üzerinde kontrol sağlayan, sigara dağıtıcılarından haraç alan hep kendileridir. Halkımızın ekmeğiyle oynadığı oyunlarla süreğen baskı uygulayan, herkesi bezdiren, oyalayan, çaresizlikte boğan HÖH politikacılarıdır.

Onlar Bulgar devletinin baskı mekanizması içinde en önemli dinamit durumundadır.

Biz olmadan bir şey olmaz “ boşboğazlığına kapılmışlardır.

Böylece üretici için olumsuz durumdan kendisi için olumlu durum çıkarıyor, üreticiyi ezerek, propaganda oyunuyla kendini umut meleği gibi göstermeyi başarmış oluyor.

 

Ellerindeki araçlarla izledikleri propaganda, “aksi propaganda” (yani kendi aleyhlerinde gelişen durumdan lehte olan duruma geçiş) şeklinde geliştiriliyor.

Bu propagandanın çok önemli kalemlerinden biri DÜŞMAN İCAT ETMEKTİR.

Örneğin, 2003’te icat ettikleri ve artık 11 yıldır besledikleri düşman: “Ataka” Partisi ve Volen Siderov’tur. Bu parti HÖH parasıyla kuruldu. Bu parti AB Genel Kurulu’nda “ılımlı milliyetçi” bir parti şeklinde tanıtılırken, genel geçerli istekleri tamamen “sol” talepler olmasına karşın, Bulgaristan’da “Çingenelerden sabun yapma”, “Türkleri ikide bir Anadolu’ya gönderme,”  söylevini körüklüyor.

 

25 Mayıs 2014 Meclis AB seçimleri arifesinde vakıf mallarının iadesi için mahkeme kararlarını kınama, camileri taşlamalar, “Bulgaristan malı Bulgar’ındır, Türk’e verecek taşınmazımız yok.

Camiler bizimdir!” sloganlarını yükseltenler,  HÖH liderlerinin beslemesi olan “DÜŞMAN” ATAKA oldu. Volen Siderov ve “Ataka” – propaganda hedefidir. Onlar üzerimize tükürdünüz “paramızı verin oyununda aktör, yani propaganda düşmanıdır. Bu propaganda oyununda esas olan “Sel gider kum kalır” gerçeğidir.

 

İkinci tip düşman, GERP meclis grubundan, bağımsız milletvekili, eski Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’tur. Komünist Partisi (BKP), HÖH partisi ve Ahmet Doğan Vejdi Raşidov’un Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hak ve özgürlük davasının sözde liderlerine muhalif olarak yetiştirmeleri için çok çaba ve para harcadı.

V. Raşidov iyi bir ressam veya heykeltıraş olabilir, ama (Bulgaristan’da Türkler ve Müslümanlar kan kusarken, sopa enselerinden inmezken ve ulusal ayaklanmaya hazırlanırken)  ona Avrupa Sanat Akademisi’nin 1989’da Parist’e “Altın Madalya” vermesi, BKP Merkez Komitesi tarafından örgütlenmiştir. Bulgar sanat çevresinde onun otoritesini beslemek için Washington Büyükelçiliğimiz önüne dikilecek  “Vasil Levski Anıtı” nı yapma ödevi, yine danışıklı dövüştür.

Sipariş “Multi Grup”  yani “lider” Ahmet Doğan tarafından verildiği gibi,  parası da “Multi Grup” şefi İliya Pavlov tarafından ödenmiştir. Şu da var İliya Pavlov Ahmet Doğan’ın isteği üzerine Vejdi Raşidov’u “EBEDİ MULTAK” ödülüyle ödüllendirdi.

Demek oluyor ki, HÖH liderleri, kendilerine karşı devamlı havlayacak köpekleri beslerken, “hedef olan, mahrum olan, acınacak olan” biziz havasını yaratma mekanizma ve araçlarını oluşturdular.

Bu politikanın içinde öz olan “Türkün ve Müslüman’ın her zaman ve her yerde merhametli ve her zaman azaba uğrayanın, muhtaç olanın, ezilenin, mahrumiyet çekenin, özürlünün, ihtiyaç duyanın” yanında olmasıdır.

Bu işin propagandası yapılırken 2013’te Oktay Yenimehmedov duruşmalarıyla ilgili “ağır ruh çöküntüsü geçirmiş” “tımarhanelere düşmüş”  “doktor raporu sunmuş” gibi mahrumiyet havası yaratmaya yarayan araçlar kullanıldı. Birden bire bütün Bulgaristan’da  “adamın durumu iç açıcı değilmiş, bıraksınlar da kendine gelsin” acınası bir durum, merhamet duygusu yaratıldı.

Üstüne üstelik adam Sarayda viski içerken “az mı çekti, sarsılmıştır” diyenler çoğaldı.

Radyo ve basında ağız değişikliği, acımalı söylem yaratıldı. Bir defa işin içine Bulgar devleti, mahkemesi, soruşturma organları girdi mi bizim halkımızda “olumsuz /negatif/ duyumsama” başlar ki, bu herkesi mağdurun yanında olması ile sonuçlanır. Bu defa bu başarılı kullanıldı.

Bulgaristan Türk ve Müslümanlarıyla ilgili propagandanın bir özelliği oldu.

Bizde inandığımız adama inanmak devamlı ve kalıcıdır. Yanlış da yapsak yanlış yaptığımızı itiraf etsek bile düzeltme yolunu seçmemiz çok zordur.

Biz Bulgaristan Türkler için “su yolunu kendi bulur” sanki yanlışlar kendiliğinden düzelir görüşü hâkimdir ki, HÖH yönetimi halkımızın ruh halini belirleyen bu özellikleri sömürdü ve sömürmeye devam ediyor. Bulgarlar açısından örneklense (su yolunu kendi bulur)  değiminin anlamı değişiktir.

Bulgar yanlış yaptığını anlar, bu işin bilincine varır ve yanlışlığı tekrar etmez.

Bu örneğin, daha kolay anlaşılması için yakın geçmişimizden politik misaller veriyorum:

Bulgar adamı dener, yanlış yaptığını tespit ettiğinde yanlışı tekrar etmez, dedik.

(1990 – 2014) Geçiş Dönemi’nde Bulgar politikacılarından hiç biri çılgınlığı yeniden deneme şansı bulamadı.

Reklamlar