Musa VATANSEVER

Konu:  Başkalarının oyuncağı olmayalım!

Bulgaristan’da Ekim sonunda yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimleri daha şimdiden can sıkıntısı yaratıyor.  Birinci neden, kuşkusuz ülkemizin yön aldığı Batıya yönelik yaklaşımdır.  Ne yazık ki, Batı yanlısı güçler henüz ciddi bir aday gösteremediler. Ülkenin içinde bulunduğu ciddi mali ve ekonomik sorunlarla birlikte, endişe uyandıran nüfus problemi siyasi süreçlerin normal seyrine engel oluyor. Aynı zamanda  üstüne üstelik dış politikada Batıya bağlanmış, Avrupa Birliği AB ve Birleşik Amerika (ABD) ambargolarını uyguluyoruz. Gelecek hafta Petersburg’ta yapılacak Rusya Sanayi Yatırımcıları görüşmesi ve fuarına gitmek isteyen Bulgar firması çıkmadı. Bu arada Rusya başbakanı basına “para yok dedi.”  Buna rağmen, Putin Batıya gülümseyişle bakıyor, Çin’e sımsıkı bağlılıktan korktuğu için Batı Avrupa yatırımcılarına yeşil ışık yakarak, “ama gelin” derken, ambargoyu delmeye çalışıyor. Anlaşıla Rusya geleceğini Avrupasız göremiyor. Bu durumda Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı gösterilememesi dikkat merkezindedir. Doğuya bakan, Türkiye ile ilişkiler konusunda karar veremeyen üç başlı bir siyasetin ortasında bulunuyoruz.

Kullanılma korkusu büyüyor.

İrili ufaklı tehlikelerin arasında, en fazla korkutan, başkaları (bir dış güç) tarafından kullanılmamız endişesidir. Boşa geçen sözde “demokratik” 26 yıl, 21. yüzyılda devletlerin yalnız dalaverelerle idare edilemeyeceğine kesin deliler sunuyor. Yeni demokratik, halkçı ve adil bir toplum düzeni kurabilme ihtimalinin zamanı doldu. Çok fırsatlar kaçırıldı. Totaliter baskı ve terör düzeni akıllıca sökülemedi. Hayat, yeni düzen yaratmanın eski rejimi yıkmaktan çok daha zor olduğunu gösterdi. Bu kanıtlansa da, halk dizginleri kendi eline alamadı. Dünya tarihinde sosyalizmden kapitalizme dönüşün örneği olmadığına, yarı yolda yıkılıp kaldık. Gül gibi çalışıp yaşarken, eski kıtanın en yoksul, işsizlik oranı en yüksek, ufku karanlık ülkesi olduk. Bu durumda dış güçler tarafından istedikleri gibi kullanılabilmemiz olasılığı ağır bastı. Yıkımlı gidişe direnme gücümüz tükendi.  Bizi kim kullanabilir. İktidar “Büyük Türkiye” etki alanında olmaktan korkuyor da, bu tamamen doğal ve en perspektifli bir gelişim vaat ediyor. 2023 perspektifli, Türkiye’nin Bulgaristan’a ve Balkanlara taşması tamamen normal sayılıyor. Yatırım fonlarını kısıtlayan AB yenilenmeye açılan ve yeni inkişaf ve atılımların sıçrama tahtası olacak teknolojilerin sırrını bulamadı. Birleşik Amerika da hala yerinde sayıyor.

Durumu korumaya çalışan genç kuşak.

Gençliği değişiklikleri, yenilenmeyi, daha yüksek bir hayat düzeyini bize de çağırmakla  geçen 90’lı kuşağı artık yaşlandı. Onun yarattığı maddi teknik alt yapı, yollar, demiryolları ve limanlar zamanını yaşadı. Elektronik çağ milyonları sokağa attı da, onların enerjisini toplayan yeni bir mucize henüz doğmadı.

Totalitarizmin etnik azınlıklara  ve geniş emekçi kitlelere zulmü,  insan haklarını, dil, din, kültür, yaşam biçimi ve etnik ahlak ayrımı yapan baskın uygulama  siyaseti, ağırlığını milyonların sırtında bugün de hissettiriyor. Battıkça batmamızın baş sebebi budur. Bir omurga tümörü gibi ezen totaliter kalıt toplum bünyesini felç ediyor. Son derece kötü olan durumun hissedilmemesine büyük gayret gösteriliyor. Bugün Fransa’da yaşanan sosyal düzen çöküşü yakında bize de sıçrayacak ve belki emekli maaşlarımızı alamaz duruma geleceğiz.

İşte bu ortamda toplumun uyanması ve “ne oluyor burada” demesi engelleniyor. Uygulanan yöntem genç iş gücünü sınır dışına göndermektir.  710 bin kişi artık Türkiye’deyiz. Memnun olmayanlar, homurdananlar için kapı hep açık tutuluyor. Gitmek isteyene dur diyen yok.  Gençlerimiz ekmek teknesini Batıya ve Türkiye’ye taşıdı. “Western Union”  ile gönderdikler yılda 1 milyar Euro “Bulgaristan’da açlıktan ölenler var” haberlerinin dünya medyasında yayınlanmasına engel oluyor. Hayatın kendi yağında kavrulmasına yeter gibi…  Havaleler Avustralya’dan, Kanada ve Birleşik Amerika’dan, Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’dan, diğer yakın ve uzak Batı devletlerinden gönderiliyor. Rusya’da çalışanımız yok. Para  gönderenler, kullanıldıklarını, sömürüldüklerini, en zor işlerde çalışmak zorunda olduklarını, sigortasız çalışmak zorunda bırakıldıklarını, bin bir engel ve güçlükle yüzleştiklerini gizliyorlar. Ne olursa olsun dayanmak ve başa çıkmak ruhu üstün geliyor. Gurbetçilerimiz sağlık sigortası yaptıramıyor. Tatile gelemiyor. Aileleri için daha fazla bir şeyler yapmak isteseler de ellerinde gelen olmayınca üzülüyorlar. Herkes geçici işlerde sigortasız çalışıyor. Biz bir AB ülkesiyiz ve sözün kısası, yüzde yüz kullanılıyoruz.

Yeni ortam bizi “politik köle” haline getirdi.

1990’dan sonra bizi idare edenler, bizim malımızı mülkümüzü, haklarımızı, devletten bize ayrılan teşvik fonlarını, yardım paylarını, AB fonlarını kendileri kullandı, yakınlarına dağıttılar. Kendi öz çıkarlarını halkımızın menfaatleri önüne koydular. Talan siyaseti izlediler.

Bizi mecliste ve devlet katlarında temsil etme hakkını elde eden sinsi ve ikiyüzlü zümre ülkemizde “politik köle” zümresi yarattı. 21. yüzyıl kölelerinin 19. yüzyıl kölelerinden farkı, yalnızca seçimlerde oy kullanma hakkı olmasıdır. Şimdiye kadar tek bir işçi ve köylü meclise giremedi. Bizim yalnızca oy kullanarak onların işaret ettiklerini seçme hakkımız var. Bulgar basınına göre, bu siyasetin en acınası kurbanları Müslüman Türklerdir. Onları “siyasi köle” durumuna getiren ve siyaset içinde eriten de Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) dir.

İnsanımız  seçtiği kişiyi tanımaz. Seçilenlerin işlerini asla kontrol edemez. Rüşvet alsalar ve devleri dalavere, dolandırıcılık kurbanı etseler bile “Ne yapıyorsunuz?” diyemez.  Seçilenler telefonsuz, faksız, internetsiz saraylara, köşklere, devlet dairelerine ve otellere saklanmışlar ve halkın dertlerinden tamamen kopmuş ve kendi çoraplarını örme peşindedirler. Onlar, istedikleri gibi karar veren saray kurtlarıdır. Sahte diplomalı kişilerdir. Dayatılmış belediye başkanı ve  milletvekilidir. Hiç bir niteliği ve becerisi olmayan ahlaksızlardır.  Devleti çökertenlerdir. En büyük zulümleri yapmış olsalar da hapse girmeyenlerdir. Bu uygulamalar sonucu Bulgaristan dış borç batağına batmış, ekonomisi çalışmaz olmuş, domates ve biberle birlikte maydanoz ve salatalığı bile komşu ülkelerden satın almak zorunda kalmıştır.  Avrupa’nın en sefil ve yaşlıları tamamen yoksul bir ülkesi haline gelmiştir. Bunun nedeni, en başta beceriksiz, niteliksiz kötü yönetimden ve istikrarsız yöneticilerden  kaynaklanmıştır. Bu durumda “siyasi köleliği” gönüllü kabullenmeye zorlanmış olmamıza şaşmamak gerekir.

Denge sağlayıcı unsurun da felce uğramış olduğu ortadadır.

Bizi bugün idare eden kulis ardı güçlerden herhangi biri, herhangi bir şeye  “hayır” diyecek durumda değildir. Ne var ki, biz de artık şu Fransızlar ve Almanlar gibi “hayır” deyip sokağa dökülmeyi öğrenmeliyiz. Seçim kanunumuz değiştiriliyor, seçme ve seçilme hakkımız elimizden alınmak isteniyor, vatandaşlığımızı kaybetme tehlikesi belirdi, ama biz hala bekliyoruz, “Hayır!” demeye mecalimiz yok sanki. Ne olursa olsun her şeyle razı olmak, en büyük tehlikedir. Bu teslimiyetçiliktir ve bize yakışmaz. BULTÜRK’ten başka hiç bir dernek ve federasyonun bu konuda Cumhurbaşkanı Plevneliev’e, meclise ve siyasi partilere bir protesto mektubu göstermemesi, çok anlamlı olduğu kadar, baygın teslimiyetçiliğin yeni işaretidir.  Bayramdan bayrama ve anma töreninden anma törenine Bulgaristan’a gitmekle demokratik haklarımızı savunamayız. HÖH siyasetini destekleyenler hak ve özgürlüklerimizi ölümcül hendeğe itiyorlar.

Cumhurbaşkanı seçilmekten korkanlar var.

Seçimlere 3-4 ay kalmasına karşın, hiç bir siyasi parti kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkaramadı. Toplum sabırla bekliyor. Kulislerde kıpırdama yok. Her konuda dil döken siyasetçiler, bu defa sanki dillerini yuttular.

Son 5 yılda üzerimizdeki dış baskı o kadar yoğunlaştı ki, 24 Haziranda görev süresi dolacak olan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, sözde “şahsi gerekçelerle” 2. dönem devlet başkanı olmak istemediğini açıkladı. Bulgaristan’a seçimler konusunda baskı yapmayan tek devlet gerçekten de Türkiye’dir.  1990’dan beri çifte vatandaşlı yurttaşlarımızın serbestçe oy kullanması için ellinden gelen kolaylıkları yapıyor. Seçimlerin hilesiz geçmesine, demokrasi bayramı  gününe dönüşmesine gayret gösteriyor. Düzen, kolaylıklar, güvenlik sağlıyor.

Seçim önü pasiflik endişe vericidir.

Sofya’da, partiler, “Cumhurbaşkanı adayını neden göstermiyor?” sorusuyla  yeni bir anket yapılsa, elde edilen sonuçların % 99’u “Bu konuda bilgim yok!” olacaktır. Bizde kulis baskısı gizdir. Yorumlanmaz. Bu gibi konularda ikna edici olabilmek için, kıvrak zekalı ve sağlam karakterli olmak bile yetmez. Deneyimler de yeterli sayılmaz. Çünkü belirleyici olan sürprizdir. Yoğunlaşan dış baskı gerçekçi karar alınmasını hep engellemiştir. Bu hesapları yapanlar, bir de 5-10 adım öncesini düşünürler. Mesela, Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkanı Jelü Jelev’i Cumhurbaşkanı adayı göstererek, partisini dağıtıp yok edebildikleri gibi vb.

Bizde, “zaten her şey sır kalmıyor mu?” sorusunu soranlar var. Bazı gerçekleri yalnız A. Doğan bilse yeter, diyenler de yok değil. Yanlış bir kişiye güvenmenin ne kadar yanlış olduğunu henüz algılayamamış olanlarımız var.

Bulgaristan Türkleri arasından çıkan bakanlardan, Eğiri Dere’li,Tarım ve Orman İşleri Bakanı Mehmet Dikme, son yıllarda siyasetten uzak kalmasa ve HÖH 9. olağan kurultayına ve DOST kurucu kurultayına davet edilmedi. Olaylar, onun  halkımıza bazı konularda  daha derin ve samimi bir açıklamada bulunmak zorunda olduğunu gündeme getiriyor. Unutmadık. Bulgaristan tarımı onun zamanında çöktü. Tütün kotaları 280 binden 30 bin tona indi. Bu yıkımdan  sorumlusu olan hiç bir kimse yok mu?. Böyle bir ihanetin bedeli neydi?  Türkleri işsiz bırakıp, tütün fiyatlarını 26 yıl aynı seviyede tutup üreticiyi tarlasından  kovmak, işsiz ve geçimsiz bırakıp göçe zorlamak hangi akla kulluk etti? Cevap bekleyen sorular var sayın Bakan. Filibe (Plovdiv) ovasında meyve sebze yetiştirmekle bu defter kapanmış sayılamaz. Açların sesi kulaklarımızdadır.

Osman Oktay da dikkat merkezindedir.

Görüldü üzere son dönemde, 2002’ye kadar HÖH Genel Başkan Yardımcısı ve Örgüt İşleri Sekreteri olan Osman Oktay bir yorumcu olarak  sökülmeye başladı. İçini döküp rahatlayabilmek için bir de kitap yazdı. İtirafları, “Ahmet Doğan’ın zamanı doldu ve ondan kurtulmak için Osman Oktay’ı mı kullanıyorlar? sorularını doğuruyor. Bu yorumlardan ne  mi anlamalıyız? HÖH merkezinde ve  Bakanlıklarda dönen dalavereleri  eski bakan Mehmet Dikme ile yeni bir kitapta yeniden daha da derinleştirerek anlatsınlar. Büyük ilgi var. Bu kadar beklentiden sonra neden hiç bir şey olmadı sorusu herkesin kafasında zonkluyor.  Anlatmalısınız! Prensip sahibi ve centilmen bir liderin gerçekleri halktan gizlemesinin yenir yutulur bir tarafı  olamaz. Tarım Bakanlığında dönen dalavereleri ve rüşvet olaylarını, Ruşenin yaptıklarını da Bakan Dikme’den öğrenmeyi bekliyoruz.

Bazen en gizli kalması gereken olaylar, görüşmeler, konuşmalar birden fışkırıyor. IV. Şube Şefi Dimitır Popov’un birinci kitabının son sayfasına Ahmet Doğan ile Osman Oktay’ın resmini takmış. Bulgar gizli polisi Generalleriyle birlikte çekilmiş bir resim. Bu resim üzerine 5 cilt hatıra yazılabilir. Biz, Osman Oktay’dan kendisini yalnız ücret getiren irili ufaklı konulara vermekten vazgeçmesini ve o resimden çıkarak bütün gerçeği anlatmasını rica ediyoruz.

Reklamlar