Tarih: 15 Ekim 2018

Yazan: İbrahim SOYTÜRK

Konu:  Pastırma yazında hareketlenme

Türkiye’de güzün son güneşli günleri anlamındaki “Pastırma Yazı” Bulgaristan’da “Çingene Yazı” dır.  Bu ay bizde Çingeneler bir yandan odun toplar, aynı zamanda yazdan kalma son şenlikleri düzenler, oynar, eylenirler.

Eski Zara (Stara Zagora) ili Gılıbovo kasabasının Çingene gettosunda elektronik müzikli “çalga şenlikleri” Pazar akşam geç başladı (14 Ekim 2018) ve “Çingene Yazıyla vedalaşma” gece yarılarında devam etti.

Nihavent ve Kürdili Hicazkâr alt dokulu ve Sırp müziği süslemeli yerli Çingenelerin 21. Yüzyıl gözdesi olan   “Çalga Müziği” dinlenmesini önlemek için devlet –polis ve jandarma – güçleri özel önlemler almış olsa da, çalgısız düğün, bayram, Pazar, kutlama vb düşünülemez burada. Günümüzde yarı aç yarı tok, üstü başı ona göre, gününü gün ederek paralel bir dünyada yaşayan Bulgaristanlı Çingenelerin son kimlik kaleleri olan müziklerini dinletmemek, oyunlarını kesmek, yasaklamak ameliyat masasında canlı canlı kalplerini söküp almak gibi bir şeydir.

Getto dolusu Çingenlerinin aylarca bekledikleri ılık Çingen Yazı gecesinde eller yukarı göbek sallarken polis tarafından basılması, müzik aletlerinin toplanması GETTO İSYANI patlattı.

Polis araçları devrildi, satırlar, baltalar şakıdı, çapa, kürek, yabalar havaya kalktı. Polisler tartaklandı, kovuldu. Olay bununla da bitmedi. Gılıbovo İş İşleri Bakanlığı Belediye Polis Amirliği kuşatıldı. Binlerce “silahlı” Çingen “Nedir bizim sizden çektiğimiz!” sloganlarıyla şehri ayağa kaldırdı. Milli kitle haber araçları, polislerin Çingene kız ve kadınların ve gençlerin kafasına silah dayadığını bildiriyor.

Eski Zara (Stara Zagora) ve Filibe (Plovdiv)  Polis Amirliklerinden, Jandarmadan yardım istendi, sabaha kadar Galabovo’ya silahlı, motorize, maskeli güçler aktı. Şehir kuşatıldı. Giriş çıkış yasaklandı. Tutuklananlar oldu. Baltalar satırlar toplandı. Marketler açılmadı. Fırınlarda ekmek pişmedi. Gettonun dünya ile irtibatı kesildi.

Bu haberi ilk veren BGNES ve News bg. Ayaklanmayı dünyaya duyurdu. Ardından resmi radyo ve TV programları “getto” olayının bastırıldığını bildirdiler. Polis Amirleri çıktı “polislerin başarılı eylemlerini” övdüler. Şehre giriş çıkış yasak.

Bu sene bu olayların yorumlarında, Çingene nüfus “kişisel kimliksiz sürü” olarak gösteriliyor. Kişisel suç ile “sürü suçu” eşitleniyor. Vatandaşların toplu (ortak)-(Kolektif) haklarının tanınmadığı Bulgaristan’da, insanlar sözde birlikte işledikleri suçtan, beraberce “sürü olarak” cezalandırılmak isteniyor. Henüz böyle bir mahkeme kararı çıkmadı, fakat iktidar borazanı medya artık “idam cezası”, “kolektif suç”, “sürü içgüdüsü” demeye başladı.

Bulgaristan’ın 1991 Anayasasında “idam cezası” yoktur. “Bulgaristan bir hukuk devletidir” denen bu ana yasanın 6. Maddesinde şöyle deniyor: “Yasalar önünde bütün vatandaşlar eşittir. Irk, milliyet, etnik aidiyet, cins, menşe, din, öğrenim, inanç, politik aidiyet, kişisel ve toplumsal mevki ve mal varlığına bakılarak hiçbir kimsenin hakları sınırlanamaz veya imtiyaz tanınamaz.”

Anayasaya göre Bulgar, Makedon veya Türk kimlikli vatandaşlar gece boyu müzik dinleyebilirse, bu hak Çingenelere de tanınmıştır. “Çalga” müziği dinlenemez diye bir yasa veya belediye kararı yoktur.

Anayasanın 32. Madde (1) fıkrası, “Vatandaşların bireysel yaşamı dokunulmazdır” derken, 33. Maddenin (1) fıkrası da “Aile yuvası (evi) dokunulmazdır” denmiştir. Bulgar Anayasasında getto, yoksul kesim, evsizler, sefiller, eğlenceleri bir tek çalga müzik dinlemek olanlar ya da ancak çalga müzik dinlemekten zevk alanlar gibi tanımlamalar yok. Ayrıca Bulgar Anayasası polislere getto baskını yapma, müzik aletlerini toplama, müzik dinliyorlar diye insanları tutuklama hakkı da tanımamıştır. Şu da var, 1991 Anayasasında Bulgaristan’da yaşayan etnik azınlık toplulukları için “sürü” değimi kullanılmamıştır…

Ekim ayının 6. Günü Rusçuk (Ruse) şehrinin “Selamet” gettosunda Viktorya Markova adlı bir Bayan TV sunucusunun öldürülmesiyle ilgili “defter kapandı, suçlu belli” iddialarında bulunanlara yanıt veren Örgütlü Cinayetler Amirliği eski Müdürü Krasimir Stoyçev, her cinayet olayına jandarmanın karışmasını eleştirdi. İktidarın ve devlet kurumlarının kampanya halinde çalıştığını, hiç kimsenin polise güvenmediğini, “vatandaşların sürü halinde tepki gösterdiklerini” açıkladı. Bir kişinin işlediği ve halen kanıtlanmamış ve suçlusu dış ülkede bulunan bir cinayetten ötürü “bütün bir mahallenin” terör ize edilmesinin doğru olmadığına vurgu yaptı.

Biz, iyi ve doğruyu insanların köklerinde aramak zorundayız. Köklerde saklanmış iyilikler ve kötülükler bugünkü toplumun renklerini belirleyendir.  Gılıbovo ve Rusçuk’un “Selamet” mahallesi, Stanimaka (Asenovgrad) şehrindeki Müslüman mahalle ile Gırmen ve Varna Çingene gettolarının defalarca basılması kötülük köklerinin bütün memlekete yayıldığını ve baskı ve terörle, silahlı tehditle, tutuklama ve yargı yoluyla “huzur”, “nizam”, “intizam” ve devlete “güven” sağlanmaya çalışıldığını gösterdi ve her hafta, her geçen günle yeniden kanıtlıyor.

Bulgaristan’da uzlaşma arayışında son dönemde çok sık kullanılan kavram “tolerantnost” (hoşgörüdür).  Bulgarlarla bizim ve ülkede yaşayan diğer azınlık topluluklarının lehçelerinde yer alan bu kavram çok farklı anlamlar yüklü bir değimidir. Hemen şunu ilave edelim. Fransız kökenli olan bu değim, önce bir genel ev Tüzüğü’nün başlığı olarak kullanılmış. Bu müessesede çalışan Bayanların hepsinin irk, sosyal durum, yaş, cilt rengi vs farklılıklara bakmaksızın tüm müşterilere aynı kalitede ve değerde hizmet sunması gerektiği anlamını ifade etmiştir.

Bugünkü Avrupa kaynakları, Brüksel başta olmak üzere, bu kavramın  bazı AB kurumlarında da sıkça kullandığını ve içerinde eski kıta yerlilerinin yeni gelenlere karşı toleranslı davrandıklarını ifade etmektedir. Ne ki “tolerantnost” yerlilerin ötekilerden daha fazla, daha üstün kimseler olduğunu ve diğerlerine karşı alçak gönüllü davrandığı anlamındadır.

Son yıllarda “Her şeyin üzerinde Bulgaristan” sloganı gölgesinde toplanan Bulgar milliyetçileri de – polis ve jandarma da aralarında – “alçak gönüllü” davranışlarında silah, cop ve kelepçe kullanmaya öncelik tanımaya başladı. 28 yılda 29 milyar Leva çalındığı kanıtlanan, art arda banka soyulduğu, her gün 1-2 bankomat söküldüğü, hastalara ucuz ilaç verildiği, “Kremikovtsi” demir döküm tesisi gibi dev kombinaların sözde “1 levaya” satıldığı gibi gerçekler ayak altında geziyorken “alçak gönüllülük” (tolerantnost” gibi kavramları kullanmak bile alaya neden oluyor.

Kötülüklerin köklerini arayanlar 1962’de Çingenelerin isimlerinin ve dinlerinin değiştirildiğini, fakat arkada 56 yıl kalmasına karşın, hatta Avrupa Birliği koşullarında bile değişen hiçbir şey olmadığını, ancak sefilliğin, cahilliğin ve çaresizliğin derinleştiğini görüyorlar. Gettolardaki her vatandaşın gönlünde köz gibi kızaran ve en küçük bir hareketlenmede parlayan bir kötülükler yarası var. Bu eski ama kapanmamış, savmamış bir yaradır. Biz aynı yarayı, 1913 Pomaklara yapılan saldırılarda, 1934’te Rodop dağılılarının isimlerini değiştirme zorbalığında, isim ve din değiştirme amaçlı 1964 “Avramovo” yaylası asker taarruzlarında, isim, din ve kimlik değiştirme hedefli 1972-73 Nevrekop köyleri kış isyanlarında, sürgünlerde, toplama kamplarında, hapishanelerde birikmiş ve katılaşmış şekliyle görebiliyoruz. Müslüman Türkler arasında göçlerde, 1984-89 “isim değiştirme” baskı ve teröründe aynı yaralar katmerleşmiş ve 1989’da Milli Ayaklanma kudretiyle Todor Jivkov diktatörlüğünü devirmiştir.

2018 yerel ayaklanmaları, mahalli nitelikli gibi görünse de, Bulgaristan’da “paralel bir dünya” – yasal düzenin ve resmiyetin dışında bir yaşam çizgisi – olduğunu sergiliyor. Bu yaşam çizgisinin kuralları yoktur, gettolarda, muhtar, okul, öğretmen, sağlık görevlisi, eğitmen, sosyal yardım kurumu vs olmadığı gibi. Devlet yalnız silahlı polis ve jandarmaya dayanırsa DİKTATÖRLÜK olur.

Paralelk devlette ve diktatörlük ortamında temel olan  ahlakın rafa kaldırılmış olması, saygısızlığın yasallaşmış olması ve küstahlık hakimiyetinin var oluşudur. Polisin kadın kız kafasına tabanca dayaması, küfretmesi küstahlıktır. Çingenelerin gece yarısı bütün Trakya ovasını çalga müziğiyle uyandırması ve insanlara huzur vermemesi de küstahlıktır. Bulgaristan koşullarında, nüfusun % 30’undan fazlasını oluşturan ve her gün en büyük memur kitlesi olan polis ve jandarmayla didişen, yeni durumun adı – kuralsız paralel devlettir. Çocuklar okula gitmedikçe, hocalar gettolara gidip ahlak kuralları öğretmedikçe, kızlar ve anneleri meslek kurslarına toplanıp temizlik, yemek pişirmek, müzik dinlemek, dikiş nakış vs öğrenmedikçe her gün başka bir yerde patlak veren didişmeler ve direnişlerin taşıdığı öfke, kin ve nefret asla azalmayacak, tam tersine kudret toplayacaktır. Çünkü etrafta dolaşan peri tozudur. Şişe içinde açlığa dayanamayan cin şişeden çıkmıştır.  Kendi dünyasını yaratmaya çalışıyor. Kural tanımayan sefil insanları ardından sürüklüyor.

Öte yandan, yazılı belgelerde Bulgaristan’da Çingene yok, Çingene olmayan yerde Çingene problemi de olmaz, yazıp okuması olmayan Çingenelerin devlete gönderdikleri bir istek dilekçesi de yok. Çalacakları bir kapı ve gidecekleri bir yer de yok.

Kültürel otonomi istemiyorlar. Tüm kültürlerini çalganın içine sıkıştırmışlar.

Medeni kanun da istemiyorlar, çünkü 16 sında evlendikleri için hepsi yasa dışı “paralel evlilik” yaşıyorlar.

Okul da istemiyorlar, çünkü okula gidenler okuduklarını anlamayı öğrenemiyorlar.

Bulgarlarla kaynaşmak isteseler de, Bulgarlar onları kabul etmiyor.

Ölene kadar sanki yaşadıkları paralel devlette her şeyleri var, fakat öldüklerinde sonra, Müslüman kabristanlığına Fatiha ile defnedilmekte ısrar ediyorlar.

Bizdeki “paralel devletin” bazı özelliklerini anlattım.

Bu yazımı kaleme alırken, Silistre’nin Kemal Köyünden (Diçevo) şair Latif Ali’nin (1935 -1999)  VATANLA HASBİHAL şirini hatırladım. Lütfen siz de okuyun:

VATANLA HASBİHAL

Dedim ismin nedir, dedi: Vatan’dır.
Dedim başın karlı, dedi: Balkan’dır.
Dedim tarihin ne, dedi: Al kandır.
Dedim ya esaret, dedi ki, Yok, yok.

 

Dedim Karadeniz, dedi: Sevdalım.
Dedim Trakya, dedi: İpekten halım.
Dedim meyveye bağlı, dedi: Her dalım.
Dedim sarı, beyaz, dedi ki: Yok, yok.

 

Dedim Rodop dağları, dedi: Altın kaz.
Dedim çok mu yoksa, dedi: Kelam az.
Dedim insanları, dedi: Destan yaz.
Dedim ki var mı mutlu: Dedi: Yok, yok.

 

Dedim şu Dobruca, dedi: Ambarım.
Dedim tarlaları, dedi: Bir varım.
Dedim güllerinde, dedi: Bal arım.
Dedim ki huzur var mı, dedi: Yok, yok.

 

Dedim salkım üzüm, dedi: Bağımda.
Dedim sürü de var, dedi: Dağımda.
Dedim bin bir hikmet, Dedi: Çağımda.
Dedim gülen var mı, Dedi ki: Yok, yok.

 

Dedim cihanda pak, Dedi: Yüzüm var.
Dedim her tarafta, dedi ki: Sözüm var.
Dedim mert halkına, Dedi: Övgüm var.
Dedim şan düşmesin, dedi ki: Yok, yok.

Gördüğünüz üzere eskilerde “paralel devlet”,
Çingene İsyanı”  ve “Sürü suçları” yokmuş.
Yeni olaylar patlak verdikçe konumuza döneceğiz.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Paylaşınız.

Reklamlar