Alptekin CEVHERLİ
++++++++
Hatırlarsanız geçen sene 3 terör örgütü bir araya gelerek, çayır tiyatrosu gibi bir kurguyla ortak bildiri yayınlamış ve Türkiye’ye karşı savaş ilan ettiklerini açıklamışlardı. Irak’ın kırsal bir alanında önde 4 terörist, arkalarında da 15 – 20 eli silahlı adam ve kadın güya gözdağı vermişlerdi.
Musul konsolosluğunda esir düşen birimlerimiz ve aileleri kurtarıldıktan sonra bunlara bir de IŞİD (DAEŞ) eklendi. 
Aradan 4 – 5 ay geçti geçmedi bu örgütlerin arasında adı o zamanlar henüz geçmeyen FETÖ’nün kalleş darbe girişimini yaşadık. Böylece ülkemize saldıran terör örgütü sayısı 5’e çıktı. Memleketimizin huzur ve sükûnunu bozmak için artık 5 koldan saldırıyorlar…
Elbette bu örgütler birer taşeron. Asıl işi yaptıran arkalarında onları idare eden devletler. Bunların kimler olduğunu eminim ki tahmin ediyorsunuz… Evet, Birinci Dünya Savaşı’ndaki düşmanlarımız ve hatta müttefiklerimiz bile şu anda bu örtülü savaşın içindeler.
Daha önce bu sütunlarda yazmıştık, dünya 3. Dünya Savaşı’na doğru hızla evriliyor diye. Bunun tarafları artık az çok belli oldu. Sorun Türkiye’nin hangi tarafta olduğu? Ya da başka bir ifadeyle cephe ülkesi olup olmayacağı.
ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ kapsamında sınırlarında değişiklik plânladığı 22 ülkeden biri de Türkiye.
Buna mukabil, Rusya’nın da asırlardır her zaman önünde engel olan ve içindeki akrabaları nedeniyle en ciddi tehdit olan ülke de Türkiye.
Bu nedenle dost ve düşmanın bu kadar girift bir hal aldığı coğrafyada her an tetikte olmaktan başka çare yok. Güçlü olacağız, uyanık olacağız, soğukkanlı kararlar verip, millî duygularımızı ve moralimizi yüksek tutacağız.
·         Bugün için NATO üyesi olmamızla birlikte NATO’dan gerekli desteği alamadığımız aşikâr. DAEŞ ve PKK‘nın (YPG’nin) çeşitli şekilde lojistik ve istihbari yönden de NATO ülkeleri tarafından desteklendiğini sağır sultan bile duydu.
·         AB’ye tam üyelik süreci sürerken AB tarafından dışlandığımız da bir gerçek. Türkiye’nin altına yönelme politikası da bu anlamda bilhassa Almanya özelinde, çok doğru bir adım oldu.
·         Avrasya Birliği adı altında Rusya ve Çin ile ilişkileri biz yüksek tutmaya çalışırken, Rusya’nın Kırım’ı ve Abhazya’yı işgali, Suriye’deki tacizleri; Çin’in Doğu Türkistan’daki baskıları da göz ardı edilemeyecek niyet itirafları.
Peki, bu durumda ne yapacağız?
Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, yerli ve millî kişiler ve politikalarla ancak bu girdaptan çıkabiliriz.
Bunun için de gerekli güce ulaşıncaya kadar şu anda Hükümetimizin başlattığı atak doğrultusunda, kalan komşularımızla iyi ilişkilerimizin tekrar tesis edilmesi; millî onurdan ve menfaatlerden feragat etmemek kaydıyla Batı ile tekrar pazarlığa oturulması faydalı olacaktır. Bu anlamda İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi yurt içinden bazı eleştiriler almış olsa da, Hükümetimizin çok isabetli bir adımı olmuştur.
Yurt içi demişken…
Kimin dost, kimin hain olduğunu anlamanın aslında çok basit bir formülü vardır:
1-      Para kaynağı nereden gelmektedir?
2-      Fikirsel alt yapısı nereye dayanmaktadır?
Bu ikisi de aynı anda millî ve yerli olmayan hiçbir hareket, grup ya da kişinin ihanet içinde olmayacağını, kimse garanti edemez!
Adı, sanı veya geçmişi ne olursa olsun, para kaynağı direkt ya da dolaylı olarak dışarıdan temin ediliyorsa; ya da sürekli Batı kaynaklı bir para birimine yatırım yapıyorsa kesinlikle dikkatle takip edilmelidir.
Fikirsel anlamda da Batılı kaynakları baz alınıyorsa ve ölçüsünü buna göre ifade ediyorsa, kesinlikle millî ve yerli değildir, her an ihanet edebilir.
Dinden imandan, vatandan milletten bahsedebilir. Ama bahsettiği din, Allah’ın dini midir, yoksa Almanya’nın, İngiltere’nin veya ABD’nin çıkarları doğrultusunda inşa ettiği sözde Müslümanlık mıdır, dikkat etmek gerekir. Hoca gözüken kardinalleri nasıl görmeyiz? Müslüman basiret sahibidir. Unutmamalıdır ki; ibadetten, ticarete oradan da ihanete giden süreci henüz yaşadık, yaşıyoruz…
Diğer yandan, sözüm ona milliyetçilik yapıp, aslında İslâm düşmanlığı yapan Nazi uşaklarına da asla itibar edilmemelidir. İslâmiyetsiz Türk, Türksüz Müslümanlık olmaz, olamaz… Binlerce yıllık tarih buna şahittir. (300 milyonluk Türk dünyası içinde sayısı 500 bini bile bulmayan Ortodoks Türkleri kimse örnek göstermesin.)
Toplum ve devletimizin bu gerçeği, daha acı tecrübeler yaşamadan görmesi ve tedbir alması gereklidir. Bu arada 3 önemli husus da acilen dikkate alınmalıdır:
1-      Psikolojik harp saldırılarına karşı, milletimizin moralini yükseltecek çalışmalar yapılması şiddetle gerekmektedir.
2-      Yalan – yanlış, millî birliği küçük düşürücü ve Türkiye’mizi kötüleyen her türlü olumsuz haber veya kulaktan dolma bilgiye karşı basınımıza büyük görevler düşmektedir.
3-      Polislerimizin donanımı ve eğitimi yükseltilmelidir. Gerek FETÖ tarafından gerçekleştirilen Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov suikastinde ve gerekse de PKK’nın İzmir Adliyesi saldırısında olaya ilk müdahale eden güvenlik gücü, trafik polisleri olmuştur. Ancak şu da bir gerçektir ki; Trafik Polisi Fethi Sekin’in şehit edilmesi olayında olduğu gibi polislerimizin elindeki silah ve mühimmat konusunda ciddi eksikleri vardır. Bunun bir an önce giderilmesi şarttır…
Reklamlar