Şakir ARSLANTAŞ

Konu: Büyük Türkiye yolu sonun kadar açıldı.

Dünya liderleri ilk kez devamlı bombalanan ve yanan bir savaş alnına bu kadar yakında bir araya geldi. Antalya, konum olarak, eli kolu dünyanın dört bir yanına uzanan hırslı bir terör ahtapotunun çok yakınında bulunur. G-20 zirvesinin huzur içinde ve başarıyla gerçekleşirken,  olaysız noktalanması, 21. Yüzyıl Dünya Tarihine Türkiye Cumhuriyeti ismini özel bir güvenlik adası olarak yazdıran çok önemli bir olay oldu.

İkinci Dünya Savaşı’nda Paris, Varşova, Stalingrad yanarken, devlet başkanları Roosevelt, Churchill ve Stalin savaş ateşinden ve bombaların patladığı bölgelerden çok uzaklarda, Tahran ve Yalta’da buluşup görüşmüştü. Yeni dünya haritası Yalta’da çizilmişti. G-20’nin, tüten Yakın Doğu’nun burnunun dibinde, Antalya’da toplanması günümüzün eskiye kıyasla çok daha güvenli olduğuna işaret olmadı mı?

Yıldırma denemesi, önce Ankara’da patladı, Mısır’da bir Rus yolcu uçağı düştü. 124 kişi öldü. 13 Kasım gecesi Paris 135 kurban verdi. Eşzamanlı terör saldırısı gerçekleşti. Cephesiz bir savaş yayılıyor. Ahtapotun Brüksel’de bölgesel merkezi olduğu ve Londra ve Belçika’da bomba patlatıp dünyayı korkutmak istediği ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı François Hollande Fransa’da “savaş durumu” ilan etti. 124 kişi tutuklandı. 160 konut arandı. Yakın Doğu ateşine yıllardan beri en fazla odun atan Fransa oldu. Uçak gemilerini ve filolarını bölgeye gönderdi Bombalamaya devam ediyor. 1919’dan beri kendini bu bölgenin baş aktörü ve düzenleyicisi olarak gören Fransa, Kürt asileri silahlandıra silahlandıra PKK, DEAŞ ve İŞİD’de MODERN ÖLÜM ARAÇLARINI KULLANMAYI ÖĞRETTİ.  Geçen sene kayıt dışı silah ticareti 98 milyar Euro’ya tırmandı.

Paris’te “Batalan” konser salonunda 90 kişiyi sıraya dizilerek 3 saat boyunca teker teker “Kalaşnik”le öldürüldü. Bulgaristan’ın Kazanlık kentindeki “Arsenal” fabrikası “Kalaşnik” üretiyor. Tüm üretimi fabrika kapısında elinden alan endüzerli silah ticareti 3 US şirketidir. Siirt’te Türk zırhlı araçlarına atılan füzeler AB üyesi Doğu Avrupa ülkelerinde imal edilmiştir. Asilerin eline sıkıştıranlar hep aynı güçlerdir. Teröristle savaşan terörist kendini aklayamaz. Katliamın affı olmaz. Halkını kıyan diktatörleri savunanların zulmü haklı gösterilemez. Bu Suriye’de de böyledir, Bulgaristan’da da böyle olmuştur. Terör tröstlerinin sinsi oyunlarına, tuzak ve kışkırtmalarına göz yumulamaz. Sığınmacıların huzurlu yaşayabileceği vatan toprağında (güvenli bölge) oluşturulmadıkça, terörizmle savaşta kesin başarı elde edildiği iddia edilemez.

129 kişinin hayatını alan Ankara saldırısından sonra, Antalya Dünya Zirvesi’nden bir gün önce vahşetin Paris’te yinelemesi, dünya liderler zirvesine damga vurdu. Terörü Kınama Bildirgesi yayınlandı. Öncelikle terörizmin din, millet ve etnik grupla ilintileyemeyeceğine işaret edilirken, küresel terörizme karşı küresel güvenlik çağrısı yapıldı. Terörün mali kaynaklarının kesilmesi dondurulması kararlılıkla açıklandı. Terörün küresel sorun olduğu vurgulanıyor.  Terörizm ve mülteci krizine ortak sorun bulunması isteniyor.  Sınırlarda, karada ve havada güvenliğin arttırılması ortak irade olarak dile geldi. Antalya organizasyonunun yüksek başarısı, güvenli dünya kurulmasına bir yeni mini örnek oldu.

Antalya zirvesi bütün dünyayı etkiledi. “İslam Devleti” ve çakalları dünyayı korkutmak istiyor. Türkiye, dünyayı korkutup yıldırmak isteyenlere karşı en güçlü kalkan olarak ortay çıktı. 2.5 sığınmacı burada konaklıyor. Türk devleti 1970’lerden beri PKK ile savaşıyor. Bugün artık bombalar PKK, DEAŞ ve İŞİD’e silah ve mermi verenlerin avlusunda patladığını görüyoruz.

Her bakıma güvenli ve istikrarlı ülke Türkiye terörle verdiği haklı mücadelesinde açık destek toplarken, barış güçleri arasında ön plana çıktı, büyük takdir buldu. Dünya liderler şöleninin başkanı Sayın T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ev sahipliğini Türkiye halkı yaptı. Dünyanın gözü, gönlü ve güvenli gelecek umudu Türkiye üzerindedir. Türkiye dünya siyasetinde bölgesel, son söz sahibi olan bir belirleyici güçten, küresel istikrar gücüne büyümeyi başardı. Türkiye terörle kararlı mücadele ve sığınmacı sorunlarını çözmede örnek model oldu.

Dünyanın siyasi değişimi kabul ediyor.

Geçen hafta, Sofya’da T.C. Başbakanı ve AK parti Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davut oğulu’nun STRATEJİK DERİNLİK eseri Bulgarca olarak lüks bir baskıyla yayınlandı. Bu araştırma eseri daha önce birçok dile çevrilerek dünyanın Türk devletinin 21. Yy siyasetini anlamasında elden düşmez kılavuz oldu. Yazarının benzer bir iddiası olmasa da, bu eser,  bir de, 1988’de okuyucuya sunulan Amerikan siyaset bilimcisi, Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Samuel Huntington’un birçok siyasi lider, akademisyen ve entelektüel arasında yıllarca tartışılan “Medeniyetler Çatışması” eserine sanki en derin cevap oldu.

İki dahi, Davutoğlu ile Hungtinton 21. Yüzyılı çok farklı gördüler. Bilim çevreleri ikisinden birini desteklerken, diğerleri karşı görüş ifade etseler de, siyaset de akan sular gibi zaman içinde berraklaştıkça derin gerçekler göründü. Her iki eser de, dünyada hiçbir yönetimin veya diktatörün ebedi olmadığı ortak gerçeğini ortaya koyarken, sosyal sistemlerin ve medeniyetlerin de zaman içinde değiştiği üstüne aynı görüşü savundu. Bu değişimler yalnız dış dayatmalarla değil, iç yasa ve kurallar göre de olur. “Arap Baharı” Tunus pazarında bir esnaf gencin kendini ateşe vermesiyle başlamadı mı?

Huntington kitabında ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazanacağını savundu. Yazar her kültüre yaşama hakkı tanınmasını istedi. Yazar, küreselleşme sürecinde Batı ve diğerleri arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulundu. Huntington, milli devletlerin 21’nci yüzyılla birlikte artık merkezi siyasi rolünün tamamlandığı görüşüne asla katılmadı.

Medeniyetler Savaşı, öncelikle, içinde yaşadığımız çağın kendine özgü yanlarını nasıl anlamamız gerektiğine dair de bir model sundu. Son dönem uluslararası forumlar bunu kavradı. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmak istemeyen devletlerin son söz sahibi olmalarının doğru olmadığı ortaya çıktı. Ele aldığımız kitap, bu model, ulusların din, dil ve kültür ayrımı temelinde bölgesel ve dünya çapında çatışmasının kaçınılmaz olduğuna işaret ederken, yıl 1988 idi. Savaşlar gecikmedi.

Berlin Duvarı” yıkıldı, sosyalist dünya çöktü, “Arap Baharı” yaşandı. US ve Fransız uçakları Bengazi’den Beyrut’ta bombaladı. Bombalar çiçek dikmedi. Hep ölüm ve yıkım getirdi. 1956, emperyalizmin sömürgecilik sisteminin çöküş yılıdır. Bu yıllarda eski bir Fransız kolonisinden (örneğin Cezayir’den) kaçmış bir Arap’ın ana diliyle, ibadet diniyle ve öz ahlakıyla Fransa vatandaşı olması mümkün oldu.  Fakat dilini, dinini, kültürünü unutup Fransız olduğunu dünya göremedi. Paris varoşlarında kıvılcım kapan asimile edilişe ve adaletsizliğe tepki ateşi alevleri defalrca göklere tırmandı. Bu büyük gerçeği görüp anlamadan 5 bin Fransalı Arap’ın, 5 bin İngiltereli Arap’ın ve binlerce Orta Asyalı Müslüman’ın İŞİD’e gönüllü er oluşu anlaşılamaz. 80 bin kişilik silahlı İŞİD ordusu böyle oluşmadı mı?  Bu eski kıtanın ana kentlerde mülteci, sığınmacı, savaş kaçağı, etnik azınlık kimliklerinin asimile edilmesi siyasetine tepki değil de nedir? Bir de alternatifsizlik (seçeneksizlik), umutsuz gençlik sorunu var. Sosyalist dünyanın yıkılmasıyla Batılı genç kuşak umutsuzluk kuyusu dibine düştü. Ne yazık ki,  kültürel farklılıklarını yaşatabilmeleri için İŞİD onlara bir seçenek olarak göründü. İnsan kelesi keserek dünyaya korku salmak, olmadı uçak düşürmek, Paris’i yıldırmak, saflarına yüksek bilgisayar mühendisleri toplamamalarını başka türlü nasıl açıklayabiliriz. Terör haklı gösterilemez ama onlar 9 dilde radyo yayını yaparak bunu dayatmaya çalışıyorlar. Terörün, teröristin iyisi olmaz! Evladını kaybeden hiçbir ananın gözyaşı sahte değildir.

Kültürel ve etnik, yerel ve bölgesel büyük kavga ateşlerinin yanacağına işaret eden Huntington haklı çıktı. O, yenidünya medeniyetinde etnik ve ulusal farklılıkların yeni bir demet oluşturabileceğini öngöremedi. Belki de emperyalist ortamdan gelişine bağlı eksik yanı kaldı. O, bunun aşılabilir bir sorun olduğuna inanmalıydı. Multi kültürel ortamda birlikte yaşamanın bir çözüm olabileceğine inanmalıydı, ama emperyalizmin kültürel dayatmaları bitmedi ki!

Bizde de öyle olmadı mı?

2007’de, Huntington’un ölümünden tam bir yıl önce, Bulgaristan Avrupa Birliği üyeliğine soyundu. Brüksel çözülmemiş iç ve dış sorunlar raporu istedi. Nüfusun  % 24’ü Çingene, % 12’si Türk ve % 10’u da Pomak Müslüman olan memleketimizde totalitarizm döneminde ayak altına alınan etnik azınlık haklarımızın hiçbiri ne anadilimizde okuma yazma, konuşma, şarkı söyleme, ne özgün kültür, yaşam tarzı yaratma haklarımız dahil hiçbirinin bir virgülü bile tanınmadı.  A. Doğan ve HÖH yönetimi asla af edilmez bir hainlik yaptı: Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yok diye bildiri imzalayıp Brüksel’e gönderdi.  Hepimizi birden, çocuklarımızın geleceğiyle birlikte tümümüzü yaktı. Ahmet Doğan’ı neden kuş uçmayan saraylarda, yeni buzağılamış ineğin memesine yapışmış bir kene gibi beslediklerini anlayabildiniz mi?! O, tüm haklarımızı, Türk kimliğimizi, Türk geleceğimizi ateşe verdi. Mestan ise, Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yok etme ateşini sonuna kadar yakmak ve külünü saçmakla görevlendi. Başka bir ödevi yoktur. Her gün 5 vakit camiye gitse ve bin def tövbe etse beş para etmez. Silinmeyen ve unutulmayan günahlar vardır.

Büyük Türkiye yolunun kapıları sonuna kadar açıldı.

Antalya’da Türk stratejik liderliğinde geliştirilen görüşlerde barış, güvenlik ve istikrarın üstünlüğü öne çıktı.  Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan liderliği dünya forumuna huzur aşıladı. G-20 zirvesinde terörle yan yana sığınmacı sorunu da ağırlık kazandı. Bu soruna bir sonsuz sarmal niteliği kazandırılma yolu kesildi. Daha önce, bu konuda, eski kıta susuyordu. Akdeniz üzerindeki teknelerden gelen feryat, onları uyandırdı. Nüfusu yaşlanmış ülkeler gelenlere önce yalnız genç iş gücü olarak bakarak sevindi. Dünya teröre yenilmemeli inancı böyle doğdu ve halkları kucakladı. Son 5 yılda sığınmacılara kanat açan Türkiye, Ürdün ve Lübnan’da bu inanç zaten pekişmişti. Halklara yeni bir birlik mesajı veren yine Türkiye oldu.

Anavatanımızın öncü rol üslenmesi, 21. Yy başında kısa bir süre de olsa, altın çağını yaşaması, emperyalizm bunalımlarına elini kolunu kaptırmadan ayakta alması, Başbakan Sayın A. Davutoğulu’nun “Stratejik Derinlik” eserinin doğmasına teorik temel oluşturdu. Bu eserde bir de Balkan siyasetine yeni yaklaşım esasa oturtulmuştur. Sığınmacı alaylarını topraklarda görenler yeni bir Balkan savaşını gevelemeye başladı. Ele aldığımız eser Balkanlar’da barış tesis eden mücadele içinde doğdu. “Medeniyetler Çatışması” yerine “Uygarlıklar Uzlaşmasını” getirdi. Türkiye’nin izlediği siyasetin barış, uzlaşı, birlik ve kardeşlik olduğunu bütün dünya G-20 zirvesinde de gördü. Son 15 yılda Ankara’nın AB’ye ve tüm dünyaya, komşu Arap ülkelerine mesajları hep uzlaşma, güvenli ve barış olmuştur.

1970’ten beri uluslararası ve iç terör odak ve tröstleriyle, son dönemde paralel yapıcı hainlerle ve onlara siyasi omuz verenlerle ağır mücadele veren Türkiye devleti, terörün tüm dünya halklarının ortak düşmanı olduğu gerçeğini artık birçok uluslararası forumda kabul ettirdi. G- 20’den önce, Viyana’da yapılan Suriye Dönem Toplantısında bunu gördük. Şm götüren batış yolunun taşları dikilmeye başladı.  Antalya’da Obama – Putin, Erdoğan – Putin,  Erdoğan – Obam ve Erdoğan – Merkel görüşmeleri bu başarılı siyaset yolunun uluslalar arası durakları oldu.  21.  Yy ilk 1 yılının en büyük zaferi küçük ve büyük devletlerin terörü ortak düşman olarak tanıması ve karşısında korkup yılmayacak bir bitlik beyan etmesi oldu. Antalya Bildirisi’nin derin anamı budur. Dünya zirvesi Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan ve Başbakan A. Davut oğulu’na güvendiğini ve inandığını en parlak biçimde gösterdi.

Büyük Türkiye yolu sonuna kadar açıldı. Bu kapı artık kapatılamaz.

Yolumuz açık olsun.

 

Reklamlar