İlyaz VATANSEVER

 

Cumhurbaşkanımız Sayın R. Tayyib ERDOĞAN, dünya tarihinde ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferi olan Çanakkale Zaferinin 100. yıldönümünde yaptığı değerli konuşmada “o savaşların ve galibiyetlerin etkisi bugün de devam ediyor” derken, çok önemli bir konuya parmak bastı. Gerçekten de, 15. yılında olduğumuz yeni yüzyılda bir asır önce Osmanlı topraklarına yağan bombalar, yalan yağmurları bugün de yağmaya devam ediyor. O zaman Edirne, Gelibolu, Çanakkale, Sakarya vs. bombalanıyordu, bugünde aynı imparatorluğun kardeş yurdu olan Mısır, Yemen, Libya vs. bombalanmaya devam ediyor.  O zaman Akdeniz’de savaş gemileri batırılıyordu, bugün savaş kaçakları dolu gemiler denizin dibini boyluyor. O zaman azınlıklar sözde baskı altındaydı, dinleri köreltiliyordu. Bugün de aynı masallarla aldatılıyor. Üstüne üstelik o zaman olmamış olanlar bugün olmuş gibi allatılıyor, balon gibi şişirilip büyük kara lekeler güneşi kapıyor. Emperyalizmin o zaman diktiği kavga ağaçları bugün çatırdadıkça çatırdıyor.

 

Olmayan ağacın gölgesi de olmaz. Fakat ne yazık ki olmamış olan sözde soykırım ve katliamların faturası bugün de Türkiye Cumhuriyetine ve Türk halkına kesilmeye devam ediyor. Bunlardan biri Ermeni sözüm ona sözde soykırım faturasıdır. Moskova’dan Londra’ya ve İstanbul’dan Erivan’a tüm tarih arşivleri “Ermeni soykırımı” diye bir olay olmadığını anlatsa da, yalan üstüne yalan, yama üstüne yama Ermeni Soykırımı bir bostan korkuluğu olarak XX. yy. tarihinde dikili duruyor. İnsanlık çok soykırım gördü de, olmamış bir “Ermeni soykırımı” korosuna Roma Papası ile Avrupa Birliği Genel Kurulu’nun da katılması, geçmişe kör bakmaktan kolay bir şey olmadığını bir daha kanıtladı.

 

Oysa Avrupa 1953’te bir karar aldı ve “geçmişte olan olaylara ‘soy kırım’ denemez” dedi. Bu karar Birleşmiş Milletler katında da geçerli oldu. Geriye dönük böyle bir karar alınması kesinlikle yasaktı. Öyle olmasa, milyonlarca Yahudi’yi gaz kamaralarında yakan Almanya XX asır Avrupa tarihinin en vahşi ve cani soykırımcısı ilan edilirdi. Korku Avrupa’yı titretmeye devam eder ve farklılıkların güzellik demetinden oluşacak yeni uygarlıktan söz bile etmezdi.

 

Oysa XVI. yy. başında farklı düşünenleri meydan ateşlerinde yakan İspanyol Kralı ve kilise  – engizisyon devri – tarih aynasında kendini gördüğünde, intihar ederdi.

 

Oysa biz Bulgaristan Türkleri ve Bulgaristanlı Müslümanlarını da 1877-78 den sonra aralıklarla ve son 1989’da toplu halde vatanımızdan kovulurken bir soykırım yaşadık, bize karşı dilimiz, dinimiz ve yaşam tarzımız yasaklandığında bir kültürel soykırıma uğradık. Ne Papa ne de AB Genel Kurulu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu olaylara görmezden geldi sustu, görmek istemiyorlardı.

Hem AB üyesiyiz, hem kültürel soykırıma maruz kalmışız, hem de Brüksel bize aman şu haklarınızı alın, aman sizde de etnik azınlıklara da eşitlik sağlayan yeni bir adalet anlayışı olsun demiyor!

Şu dünyanın arşını ne zamana kadar farklı ölçecek?

Ne zamana kadar Batı Doğuya tek gözle bakacak.

Ne zamana kadar Türkün olan her şey “kötü” ve “kara” olacak?

Ermenilerle ilgili başlarına gelmemiş bir olayın “soy kırım” olarak gösterilmesine, gerek Bulgar halk meclisinde gerekse, bizde aldığı oylarla bir yere kadar Müslümanlığımızı ve Türklüğümüzü de savunmak ve temsil etmek için Brüksel’e delege ettiğimiz HÖH milletvekilleri düşman seline kapılıp sahte, asılsız ve tarih çarpıtıcı kararlara “evet” oyu verecekler?

Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlarımız günümüz Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın 1915’te Osmanlıda “Ermeni soykırımı” olduğu kararına onay vermiş olmasını asla unutamaz. Bunun hesabı mutlaka sorulacaktır. Bize, muhbirler, yanar döner ve dönekler başı olan bir başkan lazım değil!

Lütfü Mestan’ın HÖH parti başkanlık koltuğunda oturma niyetinde ısrarlıysa, bir uydurmadan başka bir şey olmayan, şu sahte bir asır kokuşmuş ve yıldönümü anılmaya hazırlanan Ermeni meselesini vesile ederek, basın ve medya önünde, Sofya Meclisi’nde ve tüm parti örgütlerinde bir bildiri yayınlayarak olmamış bir olayın anılmasını lanetlemesi gerekir. Eğer gerçekten Türk partisinin Genel Başkanı olmak isterse. Gerçekler balçıkla sıvanamaz. Hak ve Özgürlük Hareketi yönetimi perde ardı güçlerin esirliğinden kurtulmalıdır. Doğrularca çizilen gerçekçi yolu izlemelidir. Kendilerinden bunu istemekte haklıyız.

Biz, birisi Bulgaristan’ Türkiye’nin görevlileri olan diplomatların Ermeni diasporası (kopuntusu) tarafından öldürüldüğünü unutmadık. Biz Ermeni diasporasının sözde Ermeni soykırım olayını kabul etmeyen Bulgaristan Türklerine, Bulgarlara, belediyelerimize, meclisimize baskı yaptığını ve yapmaya devam ettiğini de unutmadık. Bu baskıların son aşamasında Haskovo şehrimizdeki Türk mahallesinde bulunan çocuk parkına “Ermeni Parkı” adı verilmek istenmesinde de gördük. Bu olayı bizler protesto ediyoruz. HÖH partisinin adım adım ilerleyen düşmanlık ve ötekileştirme karşısında sağır ve kör kalmasını da şiddetle kınıyoruz.

Olmamış bir olaya abide dikilmez!

Olmamış olayın gerçek öyküsü, romanı, sanat eseri, ne ninnisi, ne şarkısı ne de senfonisi olur. Anlatılanlar uydurmadır. Osmanlı Padişahinin emperyalist güçlerin İstanbul’u amansız bombalayarak işgal etmeye hazırlandığı bir dönemde  “şehrin boşaltılmasını emretmesi”;  Rus Çarı ordularının Kafkasya üzerinden Anadolu’ya yayıldığı ve dehşet saçtığı yıllarda Ermeni çetelerinin Türk köylerini talan etmesine halk sillesi, soykırım olarak nitelenemez. Dünya XX. yüzyıl Yakın Doğu ve Osmanlı tarihini yeni kıstaslarla yeniden okuyup olayları gerçekçi değerlendirmek zorundadır. Mason localarında çizilen planlar gün ışığına dayanamaz.

İngiliz başbakanı Churchill’in “Biz Anadolu’yu Türklere bırakmayacağız” sözlerine kapılıp isyan eden yardakçıların başına gelenler soykırım olarak gösterilemez. Soruyoruz:

Dünyanın Tarihsel Gerçekleri Ne Zaman Doğru Dürüst Okunmaya başlayacak? Tarih çıkar kalemiyle yazıldıkça “soykırım” masalları bitmez!

***

XXI. asır yeni bir başlangıcın başıdır.

Yeni atılımın özünde farklılıklar ateşini körüklemek değil, farklılıkların çelengini örmek olmalıdır. Avrupa Birliği bu amaçla kuruldu.

Doğu Batı köprüleri böyle bir niyetle atıldı.

Asya, Afrika, Avrupa ve dünya hepimizin ortak evidir. İnsanlığın en büyük edinimi olan barış ve güvenliği yaşatmak ve güçlendirmek ortak davamızdır. Eski defterleri karıştırıp olmayan, gündemden düşmüş veya zaman aşımına uğramış bazı olayları zorla masaya yatırıp, bütün dünyayı meşgul etmek ve halklar arasına nifak sokmaya çalışmak en istenmeyen şeydir.

Ermeni halkı da dâhil bazı halkların Türk halkını tamamen tanıyamamış olması üzücü bir olaydır. Tüm halklar gibi, Ermeni halkı da, Türk halkına kardeş halklardan biridir. Ortak tarihimiz özü kimin biçimi kimin ustalığı olduğu bilinmeyen eserlerle döşenmiştir. Türk halkının büyüklüğü de, öncelikle Anadolu mirasına ortak bir kazanım olarak bakmasında ve Anadolu hazinesini bir dünya kültür hazinesi olarak yaşatmasında gizlidir. Büyüklüğümüzün kuvvet kaynağı budur.

Bu ansambılın içinde birçok Ermeni eseri de vardır.

Bu konuda Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Bilecik’te şöyle dedi:

“Horasan’dan baslayip, Konya’da tohumlari ekilen, Selcuklu mirasını burada

sekillendiren, Osmanli ile cihan devleti haline gelmiş olan bu hareket, Turkiye

Cumhuriyeti ile istikbalini kazanmıştır. İnsallah kiyamete kadar da

durdurulamayacak, engellenemeyecektir”

İşte Gerçek budur.

Bu sözlerde gizlenen büyük bir öykü var. Bu öykude hepimiz yerimizi bulmalıyız.

Ermeni kardeşlerimiz de dâhil.

Bu ülkede yasayan herkesin kendini bulacaği bir tarih var.

Kadim Anadolu tarihi. Adı Türkiye tarihidir. Adı Vatan tarihidir.

Bu ülkenin, bu topraklarin kendi öz tarihidir bu.

Hatti, Akad, Asur, Luvi ve Hitit’lerden Lidyalilar ve Frigyalilar’a Galya, Pergamon, Pontus ve Romalilardan Mogollar, Selcuklu, İlhanlılar, Saruhanlılar, Osmanliya kadar uzanan,Cumhuriyet kuran ve şimdi ve kendine has bir Türk Başkanlık sistemine uzanan  bu topraklara uzaklardan gelen ya da uzak gecmişten bu yana bu topraklarda yasayan tüm halklarının ortak tarihi…

Bu da bizim tarihimizdir. Hepimizin ortak tarihidir. Bu tarihin içinde “soykırım” diye bir şey yoktur. Olamaz. Olmamıştır. Çünkü yaşamış, yaşayan ve aynı toprak üzerinde var olmaya devam eden halklar, soylar, boylar, etnikler aynı toprağın ürünleriyle var olduklarından dolayı, aynı tarihin devamıdırlar. Bu tarihte birinin başına gelen diğerlerin de başına gelmiştir. Kimseye karşı özel bir işlem yapılmamıştır. Çünkü kardeş dünyamızda herkese yer vardır. Olmuştur. Olacaktır.

Bu ulkede yasayan herkesin, benim sizin hepimizin tarihidir sözünü  ettiğim…

Türkü, Kürdü, Lazi, Cerkezi, Ermeni’yi  tum Türkiye insanının iligine kemiğine, benliğine islemiş bir tarih bu.

Geldiğimiz ve bugün yaşatmaya çalıştığımız kültürle harmanlanmiş bir tarih.

Yani kısaca Ortak tarihimiz.

***

Biz Bulgaristanlı Türkler devletsiz yetiştik.

Ulus kavramıyla da ilgilenmiyoruz, çünkü biz başka bir ulusun bizi kendi içinde eriterek yok etme çabalarından kaçtık da geldik. Bizim için Balkanlı, Rumelili olmak,

Ulusallık kafesine kapanmışlıktan çok daha değerli ve anlamlıdır. Biz kafeste değil ormanlarda dallarda ötmek, hür olmak için varız.

Siz adina baska bir sey deyin, ben Türk olarak ulusus yaşamak istiyorum.

Evet bunları istemiyorum…

Ayrıcalık istemiyorum.  Bir ulus bu kadar rengi, bu kadar farklılığı ve bu kadar zengin bir kültürü bağrında taşıyamaz…. biz ulus üstü bir dünyayız.

Eşitlerin içinde eşit insan topluluğundan bir fert olmak, ne kadar güzel!

Biz tarihsel güzellikler demeti olan biziz!

***

İnancımı saklamak zorunda olmadığım, anadilimle böbürlenmediğim, birlikte

yasamak icin bölünmek gerekmedigine inandığım bir yer var, biliyorum, o da burası,

onu da biliyorum. Adı Türkiye. Dünyanın en güzel yeri, canım yurdum benim.

Belki başka bir şeydi eski adı, ama;

Şairler olmamış şeylerden etkilenmez

“Dortnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kisrak başi gibi uzanan”

bu memlekette

“bir agac gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeiçesine”

yaşamak için;

birlikte mucadele edebileceğimiz, bir Türkü oldugunu biliyorum.

Kardeşlik türküsü…

Kazanabilmemizin mumkun olduğu, bir o kadar da zorunlu olduğu, kavgayi birlikte yapabileceğimiz bir ortaklık, ya da adını siz de koyabilirsiniz…bambaşka bir birliktelik…

            Yalnız olmamış bir şeyin adını koymayın.

Ne mutlu koca dünyaya. Anadolu’da adı “soykırım” olan bir tek çocuk yok…

            “Savaş” var, “barış” var, “zafer” var, ama adı  “soykırım” olan tek bir çocuk yok…

Gelin bu aptal soy boy inadindan vazgeçelim!

Olmamış şeyleri olmuş diye kışkırtmaktan ne çıkar?

Gelin geçmişimizin binlerce yillik kardesliğini bozmayalım!

Türklerle dost olmadan daha mükemmelini bulabilmeniz zaten hayal!

 

Gelin bizim binlerce yillik sevgi kültürümüzle daha dün soylenmis masallari

yarıştırmaya kalkmayın,  çünkü dünyada başka bir benzerini bulamazsınız! Sizleri sadece ateşi yakarken çıra yerine kullandılar ve kullanmaya da devam ediyorlar amma hepimizin bildiği gibi ateş yandıktan sonra çıralara ihtiyaç kalmaz. Bakın Balkanlarda kurulan devletlere bu gün hepsi zor durumdalar, yardım nerede yok. Çünkü onlarla işleri bitti.

Gelin dervişleri, bilgeleri, şairleri dinleyin…

Arşivlere bakın, tarihten gelen yankıya kulak verin!

Bunlar Para sesi su sesi değildir.

Gelin bildiğimizden şaşmayın!

Gelin harcın içindeki toprağı, suyu, kumu, çakılı, samanı ayırmaya kalkmayın.

Bu harç çoktan tutmuş yeniden karmak için kırıp parçalamanız gerekir.

Kırmayın, parçalamayın.

Olmayanı zorla oldurmaya çabalamayın!

Reklamlar