Gulizar

Gülizar MERCİMEK

 

Devamlı değişen dünyada bir de değişen hayat var. Onu yüzen bir gemi olarak kabul ettiğimizde kaderci oluyoruz. Çünkü son hedef olan son durak her defasında aynıdır. Gidişi kürek çekerek ve dümenle yönlendirirsek o zaman kaderin işine karışmış oluruz. Başımıza gelen “Büyük Göç” gibi sosyal facialara halkımız “kaderde o da varmış” derken avunuyor. Hayat ırmağının şelalesinden düşerken, sağa sağalım kaldık. “Burada da yiyecek ekmeğimiz varmış” ise, ayın yazgımızın başka bir ayarıdır.

 

Hayat yolunu nesillerin yuvarlanarak ilerlemesi olarak görüyorum. Dışardan iten biri yoksa sanki herkes aynı hızla yuvarlanıyor. Evden işe, işten eve uzayan bir yol. Gidişi bir çember olarak gördüğümüzde, dededen babaya ve gençlere geçen bir benzerlik var. Hayat sanki nesiller değiştikçe kendini aynı monotonluğa teslim ediyor. Yeni zamana ayak uydurmak zor ama her şeyden fazla gerekli! Sürekli geri bakarak ileri yürüyemeyiz.

 

Olaya vatanımız Bulgaristan’ı unutma ya da unutmama açısından baktığımızda

Büyüdüğümde Ben De Senin Gibi Olmak İstiyorum Baba öyküsüne saplandım.

Bulgaristan’da ve Türkiye’de yıllar yılı parçalanmış yaşayan bizleri anlatıyor. Kimimiz orada kimimiz burada veya bambaşka bir yerde, beraberliğimiz hem son derece gerekli, hem git gide daha zor oluyor. Aşılması gereken güçlükler var. Gurbet hendeğini mutlaka aşmalıyız. Yürek olarak, ruh ve umut olarak hep beraber olmak zorundayız.  Bizi ayıran, ayrı düşüren, birbirimizden uzaklaştırmak isteyen güçleri neye mal olursa olsun yenmeliyiz.

 

Hikâyemiz şudur:

 

Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişmeme gereken işlere ve ödemem gereken faturalarla meşguldüm. İşin biri bitti derken yeni bir çıkardı ve böylece zamanımızı tükettiğimizin farkında bile değildik.

Oğulum ben uzaklardayken yürümeyi öğrendi, konuşmayı da öyle.

Ve biraz büyüdüğünde, “Senin gibi olmak istiyorum baba” demeye başladı. “Ben de büyünce senin gibi olacağım.”

İşyerine telefon açıp “Baba, eve ne zaman geleceksin?” diye sorardı ikide bir. “Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğulum. Ama geldiğimde güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”

Yıllar öylece geçip gitti. Oylum 10 yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım. “Top için teşekkürler baba!” dedi, “Hadi oynayalım!”

Bu hafta sonu, tamamlanması gereken işlerim var” dedim. “Bugün olmaz haftaya tamam mı?” “Tamam” dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi. “Büyüyünce baba” dedi, “ben de senin gibi olmak istiyorum.”

Yıllar böyle geçip gitti. Oğulum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra da üniversiteden mezun oldu. Bu durumda, başka birçok baba gibi, benim de söylemem gereken bir şeyler vardı. “Seninle gurur duyuyorum oğulum” dedim. “Gel şöyle biraz oturalım, sana diyeceklerim var.” Başını salladı ve gülümseyerek: “Arkadaşlara sözüm var baba” dedi. “Sen arabanın anahtarlarını verebilir misin baba? Sonra görüşürüz, oldu mu?”

Yıllar öylece gelip geçti. Emekli oldum. Artık bol bol vaktim vardı. Oğlum ise, başka bir şehirde iyi bir iş bulmuştu, orada yaşıyordu. Bir gün ona telefon ettim: “Eğer sence de uygunsa, hafta sonu buraya gel de hasret giderelim” dedim.

“Sevinirim baba” dedi. “Bir bakayım, müsait bir vakit bulabilirsem, gelirim. Ama şu sırada çok yoğunum. Fakat seninle görüşmeyi ben de istiyorum, baba” dedi.

Peki, ne zaman gelirsin oğlum?”

Ne zaman olur vimliyorum, baba. Şimdi bir iş görüşmem var, ona yetişmem gerek. Sonra ararım seni. Geldiğimde birlikte güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”

Ve telefonu kapattığımda oğlumun çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini anladım. Çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini… Örnek aldığı babasına benzediğini… Büyüyünce tıpkı babası gibi olduğunu…

İşte böyle, biz de, nasıl dağıldığımızı, nasıl paramparça olduğumuzu, bir gidenin bir daha yıllarca geri dönemediğini, evden kaçıp gidenleri düşündükçe kalbim duruyor, kafam zonkluyor.

Sofya’da bir arkadaşım, “Arıcılık” kitabı tercüme etmiş. Herkesin anlayabileceği bir dille anlatırken, anlattığı aslında arıcılık değil, tek bir arının en büyük kovanda yaşasa bile bal yapamadığı, yapamayacağı gerçeği. Dağılan soylarımızın da eski gücünü kaybettiği, birbirini görmeyen gözlerin gitgide yabancılaştığıdır. Tek arılı bir kovan etrafında en güzel çiçekler de açsa, beş para etmez. Kovan ailedir, soydur, kültürdür, iş bölümüdür, gelenektir, hürmettir, kavgadır evet bir ailedir, bal gibi tatlı bir yaşayış biçimidir. Arıların çiçek polenlerini karıştırmadan toplaması, renkleri birbirine asla karıştırmaması, “buket bal” karışımının bizim icraatımız olduğunu düşünmek bile, yukarıdaki hikâyemize döndüğümüzde, şu koşuşturmalı yaşamda devamlı düzen bozduğumuza bir kanıttır.

Devir dönüyor. Göçler bizi yurdumuzdan sökerken aslında bu devresel dönüşün kurallarını, zaman kesimini, ahlakını vs tamamen bozarak değiştirdi.

Köy mezarlığına uğramayalı kaç yıl oldu?

Kimsenin unutulmak için yaşadığına inanmıyorum.

Herkesin her işinin değerli olduğuna inanmak istiyorum.

Yeni bir yola açılmak hevesiyle yola devam, diyorum.

Reklamlar