Nafiye YILMAZ

Son yazımda Bulgaristan’ın Güneyinde, hele Smolyan (Paşmaklı) ve Kırcaali illeri belediye köy ve mahallerinde yaşayan soydaşlarımızın yakın tarihin en kalın bir kara kış altında kaldığını anlatmıştım ve herkes Lodos bekliyor, demiştim. Evet, Lodos esti, karlar eridi, karaçalı ve güvem kuytularında kar çiçeklerimizle çiğdemlerimiz güneşi selamladı.

 

Bir de ne mi oldu?  Karın kışın faturası kesildi. Kar tepecikleri altında soluyamayan hayatta 10’dan fazla kardeşimiz, 2 000’e yakın koyun uzumuz, keçi ve ulağımız, 100’den fazla eşek, inek, buzağı ve sayıları açıklanmayacak kadar büyük olan tavuğumuz öldü. Birçok yerde toprak kaymaları oldu, yamaçlar yarıldı, kayma tehlikesi arttı.

 

Karakışa yenilmeden evlerinden çıkanlar bitkin.

Felaketin en büyük zarar verdiği bölge Yunanla sınır boyu köylerimizdir.

Bu sınırda artık beton ve demir direkler, içinden devamlı elektrik geçen, 5- 6 kat dikenli tel örgüler, sürülmüş sınır çizgisi kaldırıldı. Mayın tarlaları söküldü. Yani günlerde ir baş hayvanlar kafalarına estikçe memleketten memlekete geçebiliyor, ne kalmış kar bulutlarına ve vitesiz kuzey rüzgârlarına. Bize düşen kar sınır ötesine, Gümülcüneyse de yağdı. Gidip dönenler anlatıyor, kapanan yol yok, elektrikler kesilmemiş, okullar kapanmamış. Hayat etkilenmiş ama durmamış. Poliklinikler, dükkânlar, çarşı, Pazar açıkmış.

 

Nasıl olur da Yunanlılar yollarını bir günde açabilirken bizde kar neredeyse yıllanacak.  Bir de üstüne kar yağıyor diye bayram edenler var. Halk büzüldükçe büzülsün!

 

Dalavere biçimleri.

Sorunun cevabı basit: Bizdeki durumda gizli özellik var. Mesela Blagoevgrat ilinde Sandanski, Petriç, Razlog, Satovça, Gotse Delçev gibi hem Pirin hem de Rila gibi en fazla kar düşen, soğu sert, yolları tek şeritli, dar, dönemeçli, çıkışlı inişli dağ yoludur. Her ilde kar temizleyen, yol açan, yollara tuz, tuzlu su atan bir şirket ve bu şirketin her belediyelerde şubecikleri var. Ana şirketin ve ona bağlı olan şubelerin makine parkı aynıdır. Belediye ve kara yolu ihalelerine girenler bir tek şirketin temsilcileridir. İhale belgelerindeki makineler her aynı makinelerdir. Bunlar modern, cilt yeni, “bizim şartlarımıza çok uygun, yüksek verimli” hepsi ithal malı ve Avrupa ülkelerinde denenmiş ve sertifikalıdır. Öyle ise, neden 15 gün yolları açamadık? Evet açamadık, çünkü aynı makinenin aynı anda 15 yerde birden çalışması imkansızdır. Aslında her belediyede bütün önlemler alınmış görünse de kar temizleme ve yol açma ekibi aynıdır. Bu ekibin aynı anda her yere birden yetişe bilmesi imkânsızdır. Kabahat kimde? Havada, bulutlarda, karda, poyrazda, memleketimizin dağlık olmasında, insanlarımızın köylerde yaşamasında, köylere yol olmamasında vs. Suçlu olan çok, ama hesap sorulacak adam yok. Yanlış olan tüm kar temizleme işlerinin aynı şirkete verilmiş olmasıdır. Kar yol kesip hayatı durdurmamış olsaydı bur gerçek ortaya çıkmayacaktı tabii.

 

Şirket belediyelere, onlar da hükümete karakışla mücadelede şu kadar bütçe dışı masrafımız oldu diye fatura kesmişler, Hasan Ali de Kırcaali kış zedeleri için 2-3 milyon istemiş, inek başı 1000, koyu başı da 180 leva ödemişler. Öteki paraların hepsi bir tek şirketin cebine giriyor. Smolyan’da ve Pazarcık’ta da durum aynıdır. HÖH-DPS zamanında da öyleydi. Irmak yataklarını temizleme paraları hep Çingene şirketlerine verildi ve sonda ırmaklar taştı ve memleket su altında kaldı. Değişen bir şey yok. Gerçekler çok acı, dalavere, rüşvet ve dolandırıcılık almış yürümüş, devlet olmadığı yerlerden kalkan cenazeler var. Karayolları Genel Müdürü görevinden istifa etti. Uzatmayalım….

 

Böylece “KARA KIŞ” konusunu tamamlamış oldum. Noktaladım. Üzgünüm Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) yönetimi helikopterlerle atlayıp kar altında kalan köylere inip “GEÇMİŞ OLSUN!” deyemediler. “Bizimkilerin” bu kara kışta dalaveresi yoktu.

 

Şimdi gelelim konumuzun ikinci kısmına.

 

Bulgaristan’da reform neden yapılamaz?

 

Sofya’da çıkan ve en fazla satan (en fazla okunan demiyorum  “Presa” gazetesini inceledim. Bir sayısında 50 defa “reform”, “reformcu blok”, “reform politikası”, “beklenen reformlar”, “reform programı”, reform hükümeti”  ve “bizde reform olabilir mi”, “bu halkla reform yapılabilir mi”, “bu kadar yoksul ve sefil yaşayan insanlardan reformcu ordu oluşturulabilir mi” gibi tespit ve soru okumaktan yoruldum.

Bir de devlet damarlarına aç kene gibi yapışmaya çalışan Reformcu Blok var ki, tamamen felaket.

 

Devrim ile evrimin kardeş olduğu söylenir. Birincisi hızlı, güçlü, çok kararlı, bilinçli, politik güç tarafından yönetilirken, ikincisini anlayabilmek için yalnız “hızlı” sözünü “aşamalı”, “giderek” veya “yavaş yavaş” gibi bir sözcükle değiştirmemiz yerli olur, deyenler kalabalık ve biz de onlara katılmış olalım.

 

Bulgaristan’da belki de hiç devrim olamadı. III. Bulgar devleti 1877–78 Rusya Türkiye Savaşı sonucunda kuruldu. Bulgar Çarı Ferdinand Tahtına devrimsiz oturdu. 1944’ün 9 Eylül günü sosyalist devrim oldu deyenler, bu değişiklik III. Ukrayna Ordusu’nun Hitler ordularını inlerine kovalarken yolu bizden geçti ve rejim değişikliği zorunlu odlunu söylemek ve yazmak istemiyorlar. Devrimci dönüşüm olması için yeni gelenin eski idarenin yaptıklarından hiö birisini yapmaması gerekir. Çar Ferdinand 1912’de, Çar III. Boris 1936 ve 1942-43’te, Todor Jivkov Pomakların isimlerini 1972 -73’te ve Türklerin isim ve kimliklerini 1984-1989’da değiştirdi. Burada 100 yıl kesintisiz devam eden bir ince ayrımlı rejimden söz edilebilir. Yani toplumdaki kara kanı akıtan derin bir olay sanki olmadı. Değişiklik istekleri sürekli çarpıtıldı. Azınlıklara didişme, düşmanca davranış, zulüm politikası aldı yürüdü.. Toplum param parça oldu.

 

10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov ve komünist totaliter rejim düşmüş gibi oldu. Aslında salyangoz gibi kabuğunun içine çekildi. Azınlıklara karşı klasik ayrım politikası HÖH-DPS’ ye rağmen devam ediyor. Çünkü HÖH yönetiminin sahne rolü şeytanlık yapmaktır. Bir de şu var: Bulgar halkı zaten devrimci yenilenmeye, derin dönüşümlere pek istekli değildir. Dikkatinizi çektiyse hiçbir sol partinin işçi sendikasının, gençlik birliğinin isminde “devrim” sözü yoktur. Devrim kendisinden korkulan bir şey gibidir. 137 yıllık yeni Bulgaristan tarihinde devrim olmamıştır. Olanlar hep ya isyan (1918 Vladaya Asker İsyanı; 1923 Eylül Ayaklanması, 1944 hükümet devirmesi) ya darbe (1934 faşist askeri darbesi) ya da işçi hareketi, gençlik hareketi, partizan direniş hareketi vs.

 

Devrim bir de bir şeyi tamamen yok edip yerine yenisini yaratma (koyma) anlamına gelir. Bizde 1990 ile 2 000 yılları arasında 1945 ile 1985 yılları arasında kurulan sosyal ve ekonomik ilişkiler toptan yıkılıp yok edildi. Tarım kooperatifleri dağıtıldı. Ttopraklar sahiplerine geri verildi.

 

Sanayi işletmelerini de yıktılar yıkıyorlar, çöpe attık atıyoruz ya da hurdaya çıkardık çıkarmaya devam ediyoruz. Makinelerimizi Türkiye’den Yemene değişik devletlere sattık, paketleyip gönderdik. Ama yerlerine yenisini kurmadık. Sözde dış yatırım bekliyoruz.

 

Aslında şu bizde 1989’dan sonra ve Geçiş Dönemi boyunca oldurulmaya çalışılanın pek adı

da yok. Çünkü toplumsal gelişim süreci içinde, özel mülklerin kooperatifleştirilmesi ve kamulaştırılmasıyla kurulan sosyalizm özel kapitalizmden bir adım ileri bir sosyal ve ekonomik olgudur. Sosyalizmin pes etmesi olan 1989 yenilgisi aslında sosyal ilerleme yolunda bir “U” bükümüdür. Bir eri dönüştür.

 

Değişikliklerden kazanan Batı sermayesi oldu.

Her yıl ülkemizden 9 milyar leva para kar olarak Batı bankalarına aktarılıyor.

Hiçbir Batı şirketi Bulgaristan işçisine Batı işçisine verdiği ücreti vermiyor.

Biz, Geçiş Döneminde (25 yıldan beri ) sosyalizmden kapitalizme dönüşmeye çalışırken kamulaştırılmış ve kooperatifleştirilmiş mülkiyeti eski sahiplerine iade etmeye gayret ettik.  Bu işten en çok memnun olan dükkânlarını geri alan şehir esnafı oldu. MOL, BİLLA, KAUFLAND, MOL vs, alış veriş merkezlerinin iç pazarımıza çökmesi onların da sevincini kursağımızda bıraktı.

 

Devrimin “yok etme” ve “yenisini yaratma,” sosyal yaşamda, uygarlık yolunda ileri bir adım, bir hamle olduğu düşünüldüğünde, bizde sanki bir şeylerin yarısı yapıldı ve ardından tüm işler birden durdu anlamı ortaya çıkıyor. Çünkü ilerlerken ileri gidemedik, dibe batık. 900 bin kişi – her 5 kişiden biri – ayı 100 leva (50 Euro) ile çıkarmak zorunda. Çalışanların aldıkları maaşla geçinememesi acı bir gerçek. Gözlenen sosyal-ekonomik ve kültürel topyekûn çöküş acı bir gerçektir.

 

Bu durumda bizde olup biten hakkında yalnızca şu soruyu sorabiliriz: Olanlar bir “yarım kalmış devrimin yaraları mıdır?” Yalnız üst yapıyı – politikayı – kucaklayan değişikliklerin geniş kitlelerin hayatını, yaşam tarzını ve düzeyini etkilemediğine örnek oluyoruz. Bizde olmaya başlayan ve yarım kalan işlerin bilimsel araştırılması yapılmadığından, bu bakıma söz hazinemiz de kısırdır. İnandığımız bir şey varsa o da,  bizim memleket gibi yerlerde, belki biraz şarklı olduğumuzdan, belki Osmanlı bünyesinde çok uzun zaman beraberliğimiz olduğundan “devrimci dönüşüm” olarak anlatmaya çalıştıklarımız ancak sürünerek evrim geçirendir. Acele etmeden, can sıkmadan, otura otura, çok zorunlu olmadan hatta yerinden kalkma zahmetine katlanmadan, bazen da sürünerek olanın adıdır. Belki de dünyayı görme arzusunu yitirmişlerin saray sefasının son ismidir.

 

Halsizliğe düşenlerin çığlığı.

Kalın kar 3 günde düştü. 12 günde kalktı. İş 15 günde bitti. Ama bu doğada böyle… Olayın sonunu hızlandıran dış etken Lodos esintisi oldu. Toplumsal işler çok uzun zaman istiyor. Mesela Boyko Borisov hükümeti HÖH-DPS oylarıyla 16 milyar levayı aldı, canını neden sıksın. Canı çok sıkılan zaten kendini ya tren altına atıyor. Ya da apartmanın 5-nci katından uçuyor. Arabalar devamlı birbiriyle çarpışıp günde 3–5 can alıyor. Kendini yakan 30 kişinin kendini yakacağı önceden biliniyormuş hiç kimse hiçbir tedbir almamakta özgür. Bu işin haklı yanı da “kaderi yönlendirebilecek güç olmaması kuramı” iktidarda olanların işine geliyor.

Fazla ileri gidenlere karşı önlemler hemen işleme konuyor. Hayreddin köyünde 80 yaşında bir ninenin evi 15 defa soyulmuş, dedesi gamdan ölmüş. Nine bir tüfek icat etmiş ve 16-ncı defa mutfağa giren hırsızın ensesine dayamış. Hırsız ihbarda bulunmuş ve 80’lik nineyi önce ifadeye, ardından sorguya ve şimdi de duruşmaya çağırılmış. Yani işlerini yapamayanlar halkın devrimci silahlı başkaldırısından korkuyorlar.

 

Kısır döngü içindeyiz.

Bazı işler bizde de şıp diye oluyor da, mesela aydınlığın Doğudan Batıya geçmesi 300 yıl aldı. Batı çok zor aydınlandı. Uyanış çağına zor girdi. Önceleri insanlar Güneş Batıya battığından, aydınlığın Batıdan gelmesini beklemişler. Giden gittiği yoldan geri döner misali. Kara toprağa gömülen tohumun sürgünle belirmesi gibi. Fakat bizimde bazı ağaçlar açsa da meyve bağlamıyor. Bütün bahçe meyve vermeyen kalemlerle aşılansa, mahvoluruz be! Vaktiyle sizlere anlattığım Papaz Armudu öykümde yanında aynı armuttan bir ağaç daha yoksa tozlaşamaz, meyve vermez, demiştim. O benim hayat tecrübemdendi. Bu bakıma şu Geçiş Dönemi diğer ülkelerde sanki tuttu ama tozlaşamayan biziz,  bizde sonuç vermedi.

 

Şu anda aklıma başka bir şey takıldı.

 

İkinci Dünya Savaşında Almanya öyle bombalanmıştı ki, yerüstüne dilmiş ne varsa % 80’ni yerle bir olmuştu. Dünyayı yakma emeli olan Hitler faşisti ölümünden bir gün önce, yerin yedi kat altındaki beton sığınakta “Almanya’yı yakın!” emrini verdi. Bu onun son emriydi. Bir gün sonra kendini zehirledi. Bu onun son emriydi, yerine getirilmedi. Ama 19 Mart 1945’te, yani tam 70 yıl önce o dünyayı ürpertmişti. Alman halkı vatanını yakmadı. Toparlandı. 70 yılda eski kıtanın en gelişmiş ve en güçlü ülkesi oldu. Dünya Hitlerden önce de çılgınlar tanıdı.

 

Olaylar ters de gelişebilir.

Hıristiyanlıkla gelen Yeni Çağa girerken Neron Roma’yı “yakın” demişti. Çılgınlıkları sıralamakla bitiremeyiz. Yakıp yıkmak aslında ne devrim ne de evrimdir. Reform ise hiç değil. Kural bozanlar gerçek tarihi yazanlardır. Bir örnek. 13 Nisan 1876’da Orta Balkan göbeğindeki Panagürişte – Oberişte çamlığında Osmanlıyı devirmeye karar alan havariler iki hafta sonra yani 1 Mayıs 1876’da Ayaklanma başlatıp Sultanlıktan kopmayı planlamıştı.  İsyan çırasını Filibe’de (Plovdiv) kendi evlerini, köşklerini, çiftliklerini ateşe vererek yakacaklardı. İncil, tabanca ve kama üzerinde yemin etmişlerdi. Damarlarından kan akıtarak dava uğruna kardeşleşmişlerdi. Ne oldu, aklıselim üstün geldi ve Filibe’de kimse evini yakmadı. İnsana devrim, kurtuluş, evrim, reform diyerek rahatını bozdurmak zordur.

 

Dünyayı yeniden kurmak bir devrimci yeniden biçimlenme ise, hafta içinde en güzel haberi Kahire’den aldık. Dubay’lı bir para babası, 46 milyar US Doları gözden çıkarmış ve Mısır devlet konseyini,  bakanlar kurulunu, anayasa mahkemesini ve bazı başka makamları 10 milyonluk şehrin çilesinden kurtarmaya karar kılmış. Nil Irmağının Doğusuna ve her sabah Güneşin ilk ışıklarının belirdiği kumsal tepenin tam ardına yeni süper modern bir anakent inşa edip gözdeleri yeni kente taşınacakmış. Yeni anakent, kadim Kahire, piramitler ve Swings görünmesin diye gökdelensiz, kimse nümayiş ve miting yapmasın diye meydansız, her şey serbest ve herkes özgür olacağı için mahkemesiz ve hapishanesiz kurulacak.  Bu olay,  Mısır’ın yeni yönetim merkezi, size de, zaman içinde her şeyin ya Batıya ya da Doğuya doğru devamlı değiştiğini ima etmedi mi?  II. Ramzes (m.ö. 1318 -1251) zamanlarında, Menfis kenti Mısıra Güney Payitaht imiş. Ama Kahire’nin idarî anakenti içinden atmasında, eski geleneğe ancak biçimsel benzerlik taşıyor. Yolun rahata götürdüğüne inanan insan seve seve yürür.

 

Devrimci dönüşüm örnekleri.

Devrin olguları, öz olanı ve biçimi değişime güçle zorlarken, aslında insanlar değişim açısından tutucudur, bir çivinin bile sökülüp yerine başkasının çakılmasına karşı çıkarlar. Mesela Fransız Burjuva devrimi (1789–1794) Krallık (monarşi) yerine parlamenter burjuva düzeni getirdi. Bu bir tarihsel devrimdi çünkü toplumsal ilişkileri öz ve şekil olarak kökten yeniledi. Toprak kölesi (maraba) köylüler iş gücünü satabilme özgürlüğü kazandı. Karşısında giyotin duran devrim ordusu kurtuluş özlemiş genç gönüllülerden kurulmuştu.

 

M.K. Atatürk T.C.nde Osmanlıca dil ve Arap harfleriyle yazımı Türk alfabe ve diliyle değiştirdi. Devrimci eğitim ve kültür reformu gerçekleştirdi. Öz ve şekildeki yenileşme cumhuriyet ruhunda ve devrimci nitelikliydi. Bu atılımlar büyük hazırlıklar sonucu emsalsiz bir kararlılıkla ve tek hamlede gerçekleştirildiği için devrimci eylem örneğidir. Bugün Cumhurbaşkanımız R. Tayip Erdoğan yönetiminde asırlarca medeniyet dilimiz olan Osmanlıcayı seve seve öğrenmeye hazırlanıyoruz, çünkü cumhuriyetle gelen Türkçemizle zengin tarihimizi kucaklayamıyoruz, dolayısıyla yeni ufkumuza gerekli kaynaklarımıza hayat hakkı tanımakla gurur duyuyoruz.

 

1990 -2015 Bulgaristan’da totaliter devlet-tekelci rejiminden, halkçı demokratik özgürlükçü düzene geçilmesi beklendi, fakat olmadı. Eski güçler zamanı dolmuş olanın yıkılmasına yol verdiler. Daha kesin bir ifadeyle, öze dokunulmasına yani toplumsal ilişkilerin değişmesine fırsat ve imkân tanınmadı. Değişiklikler işi olanı işsiz bıraktı. Emekçi kitle dış ülkelere işe kaçmak zorunda bırakıldı. Sebebi, alt yapıda köklü dönüşüm yapılmamasıdır.

 

1989’da Türkleri vatanlarından kovan totaliter iktidar, aslında önemli bir stratejik ödevi kendi lehinde çözdü. A. Doğan ve diğer gizli polis “DS” ajanlarının ve BKP üyelerinin “Büyük Göç”e öncülük etmeleri bu stratejiden bir parçadır. 1989 Mayısında ayaklanan Türkler ve Müslümanlar yönetimi korkutmuştu. Onlar yalnız hak ve özgürlük içindeğil, adalet de istedikleri için toplumsal bünyedeki altyapı üst yapı ilişkilerini, politik yönetimi hedef almışlardı ki, ülkeden kovulmaları genel sosyal gerginlik ve birikimin gazını büyük ölçüde aldı. A. Doğan ve ekibine bugün de tomar tomar para veriliyorsa, Bulgar totalitarizmi bedel ödüyor demektir.

 

Bu açıdan, toplumsal değişim için mücadele birikimleri gazının büyük ve küçük göçle, sınır kapılarını açık tutarak, sürgünle, sindirmeyle, yargısız infaz uygulayarak, kitlesel tutuklamalarla alınması hem devrimlerin (köklü dönüşümün)  hem de evrimleri (yenilenmeyi) olayların frenlenerek engellenmesi anlamındadır. Sinsi sinci gerçekleştirilen toplumsal dönüşümü engelleyip durdurabilmeleridir. Daha derin ve uzun vadeli planlarının ne olduğunu bilmiyoruz. Son 25 yılda bir şeyler yapalım derken her defasında tosladılar. Kendilerini mağdur gösterip yaprak oynamasına izin vermediler. Değişim isteyen birikimin gazı her fırsatta alındı.

 

Türkleri 1984–1989 yıllarında eritip asimile ederek Bulgarlaştırmaya çalışan totaliter zihniyetin canlı olduğunu 2015 HÖH aleyhtarı genel ve toplu hortlamada izliyoruz. Baskı rejiminden en fazla zarar gören Türklerin ve Müslümanların kitle iradesine rağmen de olsa,  eski zorbalığın terör heveslisi komünist general varislerine arda ve destek olarak, onlarla işbirliği yaparak, ortaklıklar kurarak,  politik sahnede değişik biçimlerde yaşayabilmelerine fırsat tanınması çok olumsuz ve yüzkarası bir özellik olup geleceğimizi karartabilir. Karakış günü dolunca, güneşi görünce kalktı. Bu misale göre, BKP mirasçısı BSP partisinin de demokrasi koşullarında eriyip gitmesi, derelere akıp, yolumuzdan çekilmesi gerekirdi.  Söylemesi ağır gelse de, totalitarizm mirasını 25 yıl yaşatan A.Doğancı HÖH-DPS hain yönetimidir. Haindir diyoruz, çünkü bize zorbalık uygulayanla birlik oldular. Bu af edilir bir olay değildir. Uzlaşma politikası her zaman ve her yerde uygulanmaz. Biz Çar II. Simeyon değiliz. HÖH – satılmışları daha 1990’da devrimci dönüşümden yana tavır alsaydı, bol bol demokrasi meyveleri toplayacaktık. Ödüllendirilen hainler sustular, baka kör oyunu oynadılar. Yiye yiye şiştiler ve yenileşmeye açılan yolumuza ölü manda gibi yatıp yolumuzu tıkadılar.

Devam edecek.

 

 

 

 

Konuyu dağ başındaki kardan kıştan, devrimci hamle ya da evrimci sürünmeyle rejim değişikliğine getirmemin sebebi ise, yine geçen hafta Bulgaristan’da sözün tam anlamıyla bir darbe teşebbüssünün (girişiminin) önlenmesidir. Olay şöyle sahnelendi. Biz öteden beri yazılarımızda BKP’nin varisi olan ve artık zamanını iyice dolduran, hazır mezarı kazılmış ve duası da okunmuş ama “ben hala canlıyım, bana zaman tanıyın” diye didinen sosyalist parti BSP ve burnunu her işe sokan DPS’li saray kurdu ajanların bir anda kenara sıkıştırılması oldu.

 

Reklamlar