Muazzez YURDAKUL

 

Bu dizimizde sayın okuyucularıma Türklere en fazla kötülük eden Bulgarları anlatmak istiyorum. Önünüze çıkan simalarda, köylülerimizden çok iyilik görmüş. birkaç defa hayatları kurtarılmış ama sonunda Türklere olan kin ve nefretini yenemeyip ellerinden geleni ardına bırakmayan hain-simalarla karşılaşacaksınız.

 

Birinci yazımda BKP MK Politik Bürosu’nda yerini soğutmayan ve Vatan Cephesi Başkanlığı da yapan PENÇO KUBADİNSKİ’ yi anlatmak istiyorum. Kaynak olarak da, onu yakından tanıyan, Deliorman yazarlarımızdan, Ahmet ŞERİF ŞEREFLİ’ nin

T.C. Kültür Bakanlığı yayınlarında 2008’de çıkan, Türk Dünyası Edebiyatı serisinden TÜRK DOĞDUK TÜRK ÖLDÜK eserinden bir alıntı sunuyorum.

 

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN “BABASI” KUBADİNSKİ

 

  1. Kubadinski Bulgaristan Komünist Partisi Politik Büro üyesi. Bir zamanlar Türklerin “babası” yerine geçiyordu. Türklerin kaderi ondan sorulurdu. Fırsat buldukça Türk tanıdıklara misafir gidiyor. Türkçe konuşuyor; Deliorman bölgesinde güreşleri birlikte seyrediyordu. Daha sonra bu içinden pazarlıklı adam, ad değişiminde, Türklere bıçağı arkadan vuranlardan biri oldu.

 

Kimdi Kubadinski? Deliorman bölgesinde 1944’ten önce partizanlık etmiş, çeteler kurmuşlardan bir tanesi. Razgrat’a bağlı Kubadın (Loznitsa) köyünde doğma, lise öğrenimi yıllarında kendisini komünizm ideolojisine adayanlardan bir çeteci. Onu Çar jandarmasının elinden kurtaran Türk halkı olmuştu. Onun için yeni rejim gelince Türk halkının “babası” kesilmişti. Türk halkının arasına girip, köylü dayıya Türkçe selam vermesi gönülleri okşuyordu.

 

Onun jandarma elinden kurtarıcısı Kubadın köyünden Kurtlar’ın Noman dedeydi. Şöyle anlatıyordu:

“…Penço mu? Biz köydeşiz. Babası köyün en zenginiydi. Köyün en gam almazlarındandı. Penço. Okuyamadı O. Okulu yarıda kesti. Partizan oldu ve dağlara çıktı. Çeteler kurdular. Babası gibi zenginlere karşı savaşıyordu. Geceleri köylere inerek zenginlerin evlerini basıyor, polisleri öldürüyor, belediyelerin evraklarını köy meydanında yakıyorlardı. Zenginlerden yağmaladıkları yiyecek maddelerini  “Biz idareye geldiğimiz zaman işte böyle yapacağız!” diyerek halka dağıtıyorlardı. Amaç, fakirin gönlünü kazanmak ve onları saflarına katmaktı.”

 

“Bir gün gece yarısı Penço evimize geldi. Aç kalmışlardı. Bizim koca-karı uykudan kalktı. Fırını kızdırarak, iki fırın ekmek pişirdi. Partizanların torbalarına ekmekleri doldurduk. Partizanlar aç kalmıştı. Köyden kırlara çıkmak, ölüm kalım demekti. Abluka altındaydık. Ben bir oyun düşündüm. Partizan Penço’yu  ve ekmek torbalarını arabanın altında bıraktım. Üstünü mısır saplarıyla doldurdum. Böylece polis kordonunu yarıp geçtik….”

 

Kubadinski’nin neden annesinin ve babasının evine gidip ekmek almadığını sormuştum Noman dedeye. Gülümseyerek tetiği çekermiş gibi yaptı:

 

“Gidecek ama kurşunu yağlayacak! Polisler geceli gündüzlü evin çevresinde dolaşıyorlardı.  Diğer yandan O, babasına karşı savaşıyordu. Babası zaten gelmesini istemiyordu. Eh anneleri bilmiyorsun, onların gözleri hep yaşlı…”

 

Başka bir soru: Noman dede sen onu sadece bir defa mı ölümden kurtardın?

 

“Aaa, değil! İkinci sefer izlerini kaybettirmek için ardından koyunlarımı sürdüm kırlara. Polis yine farkına varamamıştı. Her iki seferde korkudan hasta oldum. Gâvur hele de Türk olduğumu fark edince amansızca çekiyordu kurşunu.  Üstelik evini de ateşe veriyordu.”

 

1944’ün 9 Eylülünden sonraki ilişkileri:

Kubadinski gelip görüyor mu seni?

 

“Kubadinski devlet adamı oldu. Korkusu yok, ama zamanı sınırlı. Çevrede bir yerde güreş varsa, o zaman seyretmek için fırsat bulup, bize de uğradı birkaç defa. O eski adam değil o. Zamanla insan değişiyor; neler yaşadığını unutuyor.”

 

Noman dede Kubadinski’ye ve çetesindekilere yardım ettiği için, Kapitalizme ve Falizme Karşı Savaşan Adam” ilân edilmiş ve ödüllendirilmişti. Tebrik edince gülümsedi:

 

“Kardeşim bana ödül, tatlı sözdür. Neme gerek bu demir parçaları! Eh, getirip verdiler. Allah razı olsun! Demeye dilim varmadı. Penço’ya yardım ettiysem, komünist olduğumdan dolayı değil. Biz Türkler, muhtaca yardım ederiz!”

 

Madalyaların altın mı gümüş mü?

 

“Sen de kardeşim. Bulgar’da nerede altın? Teneke. “Abba, cici, cici” deyip torunum oynuyor onlarla. Koca-karı çocuğun elinden almak istediyse de, “Bırak oynasın!” diye çıkıştım.  Ben teneke parçasına sevinecek yaşta değilim!”

 

“Sen, Kubadinski’den memnun değilsin anladığım kadarıyla.”

 

“Memnun veya değilim, her sözün söylenecek yeri, günü var. Orasını bana bırak! Pek derinleri eşeleme…”

 

Çok derinlere dalmıştı Noman dede, devam etti;

 

“Eve girmek için insanlar kapı düşünmüşler. Evin ardındaki pencereden girmek mubah olsaydı, pencereden girerlerdi içeriye! Bırak söyletme beni!”

 

Kucağında sarışın bir torunu vardı: İki yaşında var yoktu. Arada bir onu seviyor ve düşünüyordu.  Torunu dedesinin sakalını çekiyordu.

 

“Şumnu’da Tombul Cami de denilen Şerifpaşa Camii vardı. Bu ibadet binasını yaptıran Şerif paşanın, çok ihmalkâr oğlu, har vurup harman savuruyormuş. Babası oğluna içi acıdıkça “ Senden adam olmaz, oğlum!” diye sitem ediyormuş. Gel zaman git zaman oğlu da yüksek bir koltuğa yaslanarak Paşa olmuş. İşte o zaman adam olduğunu kanıtlamak için iki zaptiye yollayarak babasını huzuruna çıkartmış. “Baba bana hep Senden adam olmaz! Diyordun. “Gözünle gör ben Paşa oldum! Paşa!” Baba gülümsemiş… “Oğlum, gerçi sen Paşa oldun ama adam olamadın! Adam olmak, paşa olmaktan daha büyük. Adam olmuş olsaydın, yaşlı babanı iki kat huzuruna çıkartmazdın!” demiş.

 

Norman dede bir süre susmuştu:

 

“Bizim Kubadinski de ministri (bakan) oldu, ama adam olamadı gitti!”

 

Ad değişimi kampanyasında “Kurtlar” familya adı, “Vılkov” oldu. Noman dedenin doktor olan oğlu böyle dar bir durumda Penço Kubadinski’yi makamında ziyaret ediyor.  Hiç olmazsa soy isimlerinin (familya isimlerinin) aynı kalması için, ricada bulunuyor: “Bu Politik Büro’nun kararıdır, yardım edemem!”

***

 

İsimlerimiz değiştirilmezden önceleri, 1974’te Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit Bulgaristan’ı ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında Bulgaristan Türklerinin hayatını yakından izlemek üzere Razgrat ili Kubadın köyüne götürüldü. Köy Meydanındaki kültür evi balkonundan yaptığı konuşmada B. Ecevit, Todor Jivkov’a dönerek şöyle demişti: “Soydaşlarımın, isimlerine, soyadlarına, din ve ana diline, özgün kültürüne,  ahlak ve adalet anlayışına müdahale etmediğiniz takdirde, Bulgaristan Türkiye Cumhuriyetinden büyük ve yakın dost bulamaz!”

 

Devam edecek.

Reklamlar