Tarih: 01 Ağustos 2018

Yazan: İbrahim SOYTÜRK

Konu: Veren bir, vermeyen iki dilenci!

Toplum kafa karışıklığı yaşıyor. Sebep lidersizlik. Modern teknik araçlar doğmamış çocuğun cinsiyetini gösterse de, lider olup olamayacağını bilemiyor. Bulgaristan’da lider okulu yok. Üniversite demiyorum, çünkü olacak olan dana ……belli olurmuş. Bizde bu işlerde hala eski Rus deneyimleri uygulanıyor. Ruslar, becerikli olanların arasından işe yaramayanı BAŞKAN, KAPTAN, MÜDÜR, BAKAN, BAŞBAKAN, yapardı.

***

Bghaber.org” konuyu defalarca işledi. Orman kesmeye gidenlerin lideri kimdir? Balta sallayan, yola tomruk yuvarlayan yoksa kamyona odun yükleyen mi?

En yüksek ağaca çıkan, etrafı kolaçan eden ve “kesim şu yönde yapılacak!” diyen LİDERDİR. Suya ilk atlayan kara koyundur. Sürü peşinden giden kalın enseli kurttur.

***

Bir AB üyesi olan ülkemizde yenimodern kalıplar aranırken, Rusya ile ilişkilerde “eski kalıplara dönüş” izleniyor.

Modern” Bulgar toplumunda artıkyeni yerli kalıplar var. FARKLI OLANDAN korkuyorlar. Romenler, Türkler, Müslümanlar, sığınmacı ve kaçaklar huzurlu insanlar olsalar bile korkunun odağı olarak belirleniyor. Bulgar nüfus yaşlandı. Üstüne seyreldi de!Artık yardımlaşamıyorlar. Birbirlerini ateşleyip karşı koymak için güç toplayamıyorlar. Pes edip yok olmayı kabullenmiş gibiler…

Bulgar ruhunu dönüştürecek lider henüz ortada yok!

***

Bu hafta okuduğum “Sözcü” yorumlarından birinde Sakarya Savaşı ile ilgili “Keşke yunan kazansaydı!” ifadesi gözüme takıldı.

Türk ruhun söndüğünü ifade eden bu acıya ilk önce Lev Troçki’nin 1912 Edirne Savaşı röportajlarında bir er ve bir Çavuş arasında siperde geçen bir diyalogda şu şekilde rastlamıştım:

Asker Çavuşuna soruyor: “Bulgar ne istiyor?”

Çavuş yanıtlıyor: “İstanbul’u!”

Asker, “Hımmm! Verelim gitsin. Onlar idare eder, biz gölgede yatarız!

Bu noktada Türk halkının beynini ters çeviren Büyük Atatürktür.

***

Şahsi kanım: Bulgaristan’da durumun henüz çözülme perdesine vardığını düşünmesem de, gerek AB’nin memleketimizin geleceğine ilişkin sözlü tasarımları, gerek Rus varlığının Karadeniz kıyısından ülke içine yayılması ve sınırlarımızı zorlayacak muhtemel sığınmacı selinin çığa dönüşebilmesinden gelecek tehlikesi birbirini tamamlar nitelikte.

 

Korkulanaslında Hıristiyan ve Bulgar olandan farklı olan! Korku damarı canlı kalır ve beslenirse,aşırı milliyetçilik ve öteki düşmanlığı iyice köpürebilir. Kaynağında solmayan, silinmemiş, hala canlı XX. Yüzyıl bellek yaraları var. Öç alırlar endişesi korku olmuş. Kanımca günümüzün atan damarı bu.

Ülke yönetimi kanamayan yaraya pansuman yapılmaz zihniyetine hizmet ediyor.

***

Anti-Rus propagandaya rağmen, Bulgarlar Rusları öteki olarak görmüyorlar. Karadeniz kıyı şehirlerinde Bulgarlar 24 bin kişilik bir sözüm ona “yurtsever” doku oluşturmuşlar. Tatil merkezlerinde nüfusun % 30’u artık problem çıkarmayan  “yerli” Rusyalı! % 37’si eski KGB (Sovyet Diş Casusluk Örgütü), şimdiki CBR (Rusya Güvenlik Kurulu) elemanı olsa da onlara karşı bir nefret dalgası yükselmiyor. Motorluların gövde gösterisi alkışlanıyor. Rusça gazete ve kitap satılıyor. Radyo ve TV’de Rusça programlar var.

Batıya bağlı bir ülke olan Bulgaristan’da Ruslara karşı nefret dalgası uyanmasını önlemek bir lider işidir. Başarı sırrı açıklanmıyor. Lider ya deniz dibini inceliyor ya da gelişmeleri uzaktan takip ediyor.

***

Bu durumda, Liderin vazifesi, “farklı olanı yok etmek, ülkeden kovalamak, ona yaşam hakkı tanımamak” olabilir mi? Olmamalı! Çünkü birini kaldırıp kovsak, boş kalan yere başkası gelip konuyor.

Farklı olana karşı “Sen bizim istediğimiz gibi biri olacaksın!Olmazsan yok olacaksın!” formülü artık geçerli kabul edilemez. Vatandaşların özgürce yetişip gelişmelerine yeşil ışık yakılmalıdır. Her yanlış siyasetin azınlıkları kemirip bitireceği gibi ana unsuru yani Bulgar nüfusu da geleceksiz bırakacağı gün gibi ortadadır. Bu gidişi toplum kendiliğinden ve kendi başına durduramaz. Liderin rolü burada belirleyici oluyor. Kararlı ve cesur, bilgili ve öngörülü bir önderle isabetli bir nüfus ve azınlıklar siyaseti, azınlık topluluklarının çok renkli bir milli demedi kucaklanırken alkışlamak istiyoruz.

***

Günümüzün kalıpları dökülürken Bulgar kıskançlığı belirleyici oluyor.2018’de  “AB üyesi uygar” Bulgaristan’da zengin olan için “vurguncu”, “kaçakçı”, “rüşvetçi” ve “dolandırıcı” benzetmesi yakıştırılıyor. Aynı zamanda toplumu ve devleti çökerten bu gidişe dur diyen yok. Yürütme, savcılık, yargı felç durumdadır. Bu durumda korku kalkmaz, çökmeye devam eder. Maddi ve manevi çöküşle mücadele etmeyen, azınlık ve sivil toplum haklarını tanımayan bir toplumdan Lider doğmaz…

***

Ülkenin dış borcu Gayrı Safi Milli Hasılanın % 62’sını aşmış, dışta ve içte çalışanlar 3,2 milyon, emekliler ise 2 milyon kişidir. Emeklilik fonunda 5 milyar leva açık var. Bu gidişle 20 yıl sonra artık hiçbir yaşlıya emekli maaşı ödenemeyecek. 2 milyon kişinin gelirsiz bırakılması sonucu nüfus yok olur, toplum çöker. Bu durumda sen şusun, sen busun denemez! Dil, din, kültür ayrımı yapılamaz. Yapılmamalıdır. Zaman tüm kırgınlıkları ve düşmanlıkları kesin gömme ve unutma zamanıdır. Bu bir Lider işidir.

***

Biz, bugünkü sefaletimizin, ağırlaşan yoksulluğumuzun nedenlerini 1997’de iktidara gelen Birleşik Demokratik Güçler (ODC) partisi başkanı ve Başbakan İvan Kostov’un ani bir kararla, emeklilik maaşlarımızı % 50 azaltan kararlarında görüyoruz. Halkın kazanımlarına saldırmış ve gasp etmiştir. Bir Başbakan olarak kendisini lanetliyoruz. İv. Kostov’un yaptığı bir soygundur ve bir Liderlik olarak kabul edilemez. Aynı kişinin tek  sermaye ile 15 özel banka kurdurup halkımızın birikimlerini toplayınca bankaların hepsini kapatması ve paralara el atılması da bir modern Lider’e yakışır bir uygulama olarak asla kabul edilemez. Halkı soymanın haklı gerekçesi olmaz!

***

Başbakan olan II. SimeonSaks-Koburg-Gotski (2001 -2005)  762 günde hepinizin durumunu iyileştireceğim gibi son derece popülist bir yaklaşımla bunalım yaşayan seçmeni aldattı. Kostov’la başlayan Bulgaristan’ı alabildiğine soyma çizgisine devam ederek dedesi Bulgar Çarı I. Ferdinand ve babası Çar III. Boris’in saltanat taşınmazlarına el almaya çalıştı. Rodop ve Rila Dağlarında 100 yıllık çamları kesti Geçimsizlik dar boğazında sıkışıp kalan halka, vaat ettiği dönüşümlerde liderlik etmedi. Onun, 50 yıl sonra Bulgaristan’a dönmesine sevinen etnik azınlıkları avutmak içinse birkaç çeşme ve otobüs durağı yapmakla yetindi. Ülkenin gelişmesine en büyük köstek olan etnik ayrım, farklılıklardan korkma ve onları yok etmeye yönelmiş düşmanlık siyasetine çözüm aramadı ve bulamadı. Ötekileştirme ideoloji ve siyasetinden beslenen sağ ve sol aşırı uç aktivlik mayalanmasına olanak yarattı.

Bu arada  İç Makedon Devrim Hareketi  (VMRO), “Ataka” partisi ve kahverengi veba olarak ortaya çıkan sözde “yurtseverler” -(Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi) seçmen tabanına II.Simeon başbakanlığında inildi. Babası III. Boris ile komünistlerin yaklaşık bir asır boyunca farklı olanları eritme ya da ötekileştirme, yurttan kovma siyasetinin 21. Yüzyılda daha ılımlı bir uygulamayla, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) yönetiminde maskeli bir şekilde devam etmesini direk olarak destekledi. Gelişmeler II. Simeon’un Bulgaristan halkını aldatmasına tepki olarak, onun partisine bir daha oy vermedi.

***

2005’te koalisyon hükümeti kuran Sosyalist Parti (BSP) lideri SergeyStanişev, siyasi sahneye bir halk lideri olarak değil, Brüksel Oligarşisinin bir piyonu olarak çıktı. Ülkenin NATO’dan sonra AB üyeliğini de onayladı. Önde gelen komünist-sosyalistlerden biri olan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov (2002-2012) da bu süreçte bir halk önderi olarak değil, rüzgârın yönüne uyan biri olarak hareket etti. Bulgaristan Türkleri Doğu’dan Batıya yönelen bu dönüşüme ellerinde tasla katılmışlardı, fakat bütün umutları boşa çıktı. Olay, o dönem HÖH Genel Başkanı olan Lütfi Mestan ile BSP Başkanı ve Başbakan SergeyStanişev Sofya’da “Kartal Köprü” barışma ve geçmişi unutun öpüşmesiyle noktalandı. Ne ki hiçbir şey unutulmuyor. Yaralar canlı. Deliormanlı şairimiz Habil Kurt 1 Ağustos 2018’de yazdığı “ÇİLE” şiirinde şöyle diyor:

ÇİLE

Anam Seksenbeş”te

zorunla “soyuna döndü”…

Hemen karalara büründü…

ve yanarak haline… öldü.

Yad ellerde de gömüldü.

 

Ama öz memleketinde

kaldı ebediyen belgelerde

yabancı takma isimle…

Bu daha da acı… Ölümden bile!

Tabi, bunu anlayıp da çekene!!!!

Ve bu çekiler bir değil, beş değil, beş bin değil, beş milyondan da fazladır. Bulgaristan’da bu kör düğümü çözemeyen hiçbir Türk veya Bulgar asla halk LİDERİ olamaz. O zamandan beri BSP partisinin Türklere olan yaklaşımında, onların okullarına ve kültürel haklarına kavuşmasına ser tutumunda değişiklik yaşanmadı. Seçmenlerimiz sınır kapılarında tartaklandı, BSP faşizan saldırıları lanetlemedi. Türk milletvekili adaylarının halkla görüşmelerinde anadilimizde konuşmalara ceza kesilmeye devam ediyor. Politik sistem değişikliği kabul edilmiyor. Yabancı ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının, TC.’de yaşayanlar da bu kapsamda, meclis ve cumhurbaşkanı seçimlerine ve halk oylamalarına mektupla oy vermesi de kabul edilmedi. BSP Türk seçmen kitlenin ve STK’larımızın bu değerli önerilerine el uzatmadı. Bu durumda, BSP partisinden hem Bulgarlara hem de Türklere Çingenelere, Gagavuzlara, Ulahlara, Pomaklarla ve Tatarlarımıza lider olacak bir programla bir önder çıkmadı.

***

Bulgaristan Türklerin insan hak ve özgürlükleri, adalet ve demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının eşitliğine dayanan bir toplumsal düzen kurma davasında Ahmet Doğan’ın DEVASA İHANETİNDEN sonra Lütfü Mestan’ın BKP-BSP Türk katliamını af etmesi ve katiller başıyla kucaklaşıp öpüşmesi ASLA AF EDİLEMEZ BİR İHANETTİR.

Olay şöyle ki, o öpüşmeden sonra Bulgar milliyetçi komünistlerinin sürüsünden olan ve o güne kadar bize karşı bir daha başkaldırmayı akıllarını ucundan bile geçiremeyen komünist-faşist bataklığa gizlenmiş tüm sinsi güçler başkaldırdı. “Ataka” partisi lideri kitle mitinginde “sizden sabun yapacağız” dedi. VMRO – voyvodoları iktidar rüyası görmeye başladılar. Sözde “yurtseverlerin” “Skat” TV merkezi propaganda değil, faşist halk düşmanlığının kahverengi salyalarını akıtmaya başladı. İşledikleri cinayetleri, sopacı geçmişlerini unutamayan, 1984-1989 yılları arasında Türkleri sokakta kurşunlayan, hapishanelerde işkenceden can veren kahramanlarımızın cesetlerini domuzlara atanlar birden bire yeşerdi. “Fırtına geçti” dediler. Türkler geri adım attılar. Onlar da sığınaklarından çıktılar. “Avrupalı” ve “vatandaş” adlarıyla süsledikleri partilerinin peşinden sürüklenerek iktidar oldular. Amerika ile ülkeyi al ama bizi koru pazarlığı yaptılar ve artık 9 yıldan beri iktidarda bulunuyorlar. Bunların hiç birisinden lider olmaz. Lider korkmaz onlarsa sağ sola bakınmaktan ileri adım atamıyor. Başta BoykoBorisov olmak üzere hepsi korku içinde. Hepsi sabırsız. Ekmeden biçmek istiyorlar. Sıkışınca kazanmadıkları paraları dağıtıyorlar.

Banka soyuyorlar, dış borç alıp müşteri hesaplarını kapatıyorlar. (BTK örneği).

Korkmasalar bu kadar polis ne gerek? Polise, bütçeden en büyük pay kesen ülke biziz. Yılbaşında polisler daha fazla para için kazan çevirdi, hemen 100 milyon leva verildi ve olay kapandı. 425 bin kişinin çalışmadan iktidar yemliğinden yediğini basın yazıyor.

Özürlü anneler meclisi ve hükümeti sardı. Bakıcı parası istiyorlar. Başbakan 150 milyon çıkardı, yarayı pansuman etmeye çalıştı.

Vebalı” oldukları için öldürülen koyunlara önce 90, sonra 150, sesler yükselince 200 leva ödendi, çobanlar Bakanlar Kurulunu sardı. Koyun ve keçi başı 300 leva ödendi. Bu parayı görenler, gözü kırpmadan koyun ve keçilerine kıyıyor.

Hem çok fakiriz, hem ekmek alacak paramız yok,  Bulgar dilenciler Avrupa sokaklarını doldurdu, aynı zamanda “bizim adamlar” için para bol. Başbakan Borisov adaletsizliğin lideri oldu.

İyi bir siyaset insanı toplumu birleştirmeye, vatandaşlar arasındaki dayanışmayı arttırmaya çalışır, ayrım yapmaz, farklı olanlara yan gözle bakmaz, toplumu korkulu durumlardan kurtarır. Bir günde iki demeç veren, birisinde özürlü, yetim ve zor durumda olan çocuklar için “para yok, nereden bulayım?” derken, 2 saat sonra yeni bir basın toplantısı düzenleyerek “2 milyar leva bütçe fazlasından” dem vurmaz.

Lider konusu bir yana, Bulgaristan’da henüz “iyi siyasetçi” ve “kötü siyasetçi” tartışması tamamlanmadı.

Siyasetçilerimizde elde olanı dayatarak ayakta kalma zihniyeti var. Ülkeyi büyük devletlere bırakarak ayakta kalma yaklaşımı da iyice yerleşti. Oysa devlet çıkarları ve halkın geleceği için yatırım yapmak siyasetçilerimizin tüm yaklaşımlarında belirleyici olmalıdır.

Bizim siyasetçilerimiz her yerde tehlike, endişe görüyorlar, halk eleştirisinden ve tepkisinden korkuyorlar. Yürütmede bana bir şey olursa endişesi nefes aldırmıyor. Oysa risk alıp, diyaloga geçerek problemlerin çözümü için çalışmaları gerekiyor.

GERB partisi iktidar olduktan sonra, Bulgaristan parça parça oldu. Bir defa Rusya’yı sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayrıldık. Ardından NATO ve AB yandaşları ve düşmanları olduk. Sığınmacılara karşı cepheler kuruldu. Onlar da cebinde parası olan ve olmayanlar olarak ikiye ayrıldılar. Her konuda yalan söylendiği için, yalan ile doğruyu birbirinden ayıramayan büyük bir kitle oluştu. Birincisine işsizler, bütün gün sokak ölçenler, evlerini su basanlar, büyük kentlere doktor muayenesine gelmiş, fakat yol parası olmadığı için köye dönemeyenler vs katıldı. Bizde doğru olanı bilenler susuyor. Paraların üstüne oturanlar durumu kırıntı dağıtmakla idare etme gayretindedir.

Üçüncü bir grup da belirdi. Onlar,penaltıdan taç yapan, fırsat belirince kale önünde yuvarlanıp kıvranan ve yeni penaltı için çırpınanları oyundan çıkarmayan teknik direktörlere benziyor. Bizde bunlar hep Lider olma çalımlarıdır.

Hevesli gruplarında Bulgaristan’da 2 500 000 kişi olmuş. Kaderleri loto, toto, lotarya ve şansa bağlı! Onların da Lideri var. Ama kim? Henüz bilinmiyor…

Hepsi dilenci, tası uzatmış bekliyor: Veren bir dilenci, vermeyen iki dilenci! Birinden birini seçmek size kalmış. Seçeceğiz de ortada Lider yok… Lider olmayınca işini söylemekte biz de zorlanıyoruz!

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Paylaşmayı unutmayınız…

Reklamlar