Ertaş ÇAKIR

Tarih: 28 Ocak 2017

Bizim ana konumuz hep aynıdır: Türklüğümüz.                               

Bu yazımda Ahmet Doğan’ın lağım kanalı değimini, bir, yeraltında açılmış bir pis suyolu ve iki, kuşatılmış Türklük kalemizi ve siperlerimizi yıkmak için köklerimizin yaşadığı yeraltı bölgelerine açılan, içi patlayıcı dolu hendek olarak anlamanızı rica ederim.

Konumuz hep aynı konu. Onlar çarpıtıyor. Biz düzeltiyoruz. Giderek daralan bir yoldan yürümeye devam ediyoruz. Biz Bulgaristan Türkleriyiz. Aç tavukların çöplükten ya da yeraltının başka bir yerinden başını gösteren her solucanı kakalayıp ya iki yutkunmada kendisi yuttuğu ya da piliçleri dolayındaysa onlara paylaştırdığı gibi hareketler yapıyoruz. Bizim solucanlar hep kuşatıldığımız ve ayaklarımızın altındaki lağım hendeğinden çıkıyor. Hele son zamanda uzun yağmurlardan sonra irice solucanların ayakaltında tiksindirici bir şekilde uzadığı gibi uzamaya başladılar.  Biz lağım kanalında ne kadar solucan varsa hepsinin çıkmasını istiyoruz. Okurlarıma işaret etmek istediğim şudur:

Ben bu yazımda solucan benzetmesiyle son dönemde çıkan ve HÖH-DPS çirkefliğine adanan kitapları kastediyorum. Geçen yılın sonunda, birisi HÖH partisi kurucu Genel Sekreteri ve Başkan Yardımcısı Osman Oktay tarafından kaleme alınan “Bir Hayalin Çöküşü”  (Hak ve Özgürlükler Partisi hakkında gerçekler) bunların birincisidir. Hemen ardından gelen ve HÖH-DPS partisinden iki dönem milletvekili olan İvan Palçev kalemiyle derlenen, kapağındaki resimde Türklüğümüzün kalbini hedef almış ok yayda “Kentavırlar Zamanı” adlı eserdir. Yunan mitolojisinde yarı at yarı insan olarak tasvir edilen kentavır, HÖH partisi fahri başkanı Ahmet Doğan’nın tasviridir. Güneşin Bulgaristan Türkleri için de yeniden parlayacağı inancını öldürmeye çalışan hain katildir.

Taşıdığı büyük önemi dikkate alarak konuyu bir dizi halinde işlemek istiyorum. İlkyazıma, 2016 yılı sonunda çıkan 356 sayfalık “Kentavırların Zamanı” eserinin son 50 sayfasına sığdırılan SONSÖZ’ le giriyorum. 1997’de HÖH partisi genel merkezinde çok önemli bir bilim adamı ve öncelikle de psikolog olarak işbaşı yapıp 2010’a kadar -Ahmet Doğan’ın aktif siyasetle uğraştığı dönemde – onun birinci danışmanlarından olan, Sofya “Kutsal, Kutsal Kiril ve Metodiy Üniversitesinde” ruh doktoru Prof Lüdmil Georgiev SON SÖZÜ kaleme alan eleştiricidir.

Eserin özünü özgün bir süzgeçten geçiren SONSÖZ, son 27 yılda Hak ve Özgürlük Hareketi’nin Bulgaristan demokratik sürecine birçok konuda yoğun ve yetkili engel olma çalarını okurun önüne inci dizer gibi diziyor. “Soya Dönüş” süreci denen ulusal bütünleşme kılığı içinde Bulgaristan Türklerinin asimile edilerek bugün de eritilmeye nasıl devam edildiği anlatılıyor. Bulgarlaştırma sürecinin bitmediği, son zehirli okların anadilimiz gibi en hassas noktalara gönderildiğine ışık tutuluyor. SONSÖZ eserin yalnız birinci baskısında yer alıyor. Ahmet Doğan’ın özel emriyle yeni baskılarından çıkarılmış, çünkü HÖH partisinin lağım kanalının üstünü açıyor.

Profesör Lüdmil Georgiev’ın Hak ve Özgürlükler Partisindeki görevi, kendi kaleminden çıktığına  göre, etnik ve dinsel bir parti olduğu iddia edilen HÖH-DPS’yi ideolojik, siyasi ve psikolojik olarak bir ulusal demokratik partiye dönüştürme ve kamuoyuna kabul ettirmektir. O bu işi ciddiye alıp üzerinde yıllarca ter dökerken HÖH lider ekibiyle çok sert çelişkiye düşer, Ahmet Doğan hakkında “bu adam deli – ruh hastası” diyip bilimsel çalışmalarına devam etmek üzere altı yıl önce HÖH’ten ayrılır. Altı yıl önce HÖH partisi sökülmüş ve 120 bin oy GERP partisine kaymıştı.

Dizi yazılarımda onun kendi eliyle yazdıklarına harfi tercümeye bağlı ve sadık kalmak şartıyla, günümüz için can alıcı bulduğumuz birçok konuyu aydınlatmak istiyoruz. Benzetmelerim, Türklüğümün ayakları altında açılmış ve içine barut depolanmış lağımdan uzun yağan yağmurdan sonra başını yeni yeni göstermiş bir solucana benzeyebilir. İlginizi çekeceğine inanıyorum. Çünkü biz hepimiz hayatı lağım kanalından güneşli dünyamıza çıkarmaya çalışmak zorundayız. Verdiğimiz kutsal bir mücadeledir. Büyük yazar Victor Hugo’nun “sefillerin de hayat hakkı var” dediği kadar kutsaldır. Biz bu işte varız. Solucanları yoldan toplamak bizim işimizdir.

Konumuz yeni değildir. Önceki yazılarımda, eski HÖH Genel Başkan Yardımcısı Kasim Dal ve 18 yıl HÖH milletvekili ve 2013–2015 arası HÖH eski Genel Başkanı olan, şimdiki Sorumluluk, Tolerans ve Hürriyetler için Demokratlar Partisi DOST Genel Başkanı Lütfi Mestan’a “bırakın başka şeyleri, düşürün dilinizin altındaki baklayı” derken, kendilerinden yalnız bir şey, HÖH ve “lideri”, hainlik ve dürüstlük hakkında bildiklerini yazıp yayınlamalarını istedik. HÖH partisi parti içi diktatörlük uyguladığı için lağım kuyusundaki solucanların, sıçan ve kenelerin büyüklüğünü, boğucu kokunun zehrini dışardan bakanlar sezemedi. Biz Mestan ve Dal’dan HÖH’ün lağım kanallarını halkımıza gerçekten anlatmalarında ısrar ediyoruz. Bu pis kanalı gerçekten açıp temizlemek ve insanlarımızı sizin de katkınızla içine itildiği tuzaktan kurtarmak istiyorsanız hakikatten,  birlikte olmak zorundayız. Bunu isteyenler ısrar etmeye devam edeceğiz. İnanınız sayın okurlarım, HÖH’ten koptuktan sonra halkımızın karşısına çıkan ve yeni “liderinizim” deyenler içlerini dökmeden,  samimiyet çizgisinde buluşmadan, yeni kurulan hiçbir Türk – Müslüman partisi bizde kök salamaz ya da olayların içyüzünü bilen biri tarafından çarpıtmadan yazılıp anlatılmadan, yeni kurulan hiçbir azınlık partisi halkı kucaklayamaz, nefes alıp yaşayamaz, çünkü ne pislik kanalı ne de barut dolu lağım üzerine dikilen hiçbir ağaç tutmaz. Köklerin gözleri vardır. Yerin dibindeki yarını gören onlardır.

****

Aslında “Kentavırlar Zamanı”, Ahmet Doğancılardan biri olan İvan Palçev tarafından onu putperestleştirmek için kaleme alınmış bir uğraşıdır.  Bu bakıma, yazarın, dünya görüşü ile Prof. L. Georgiev’in SONSÖZÜ arasındaki derin çelişki her satırda baş gösteriyor. Çünkü yazar ile eleştirmenin kullandığı değer yargılarının anlamı geçmiş ve bugün açısından birbirini tutmuyor. Mesela Palçev, 1878’de Rus Çarı II. Aleksandır’ı vatanımıza Tuna nehri ve Varna limanı üzerinden saldıran bir “kurturıcı” olarak nitelendiriyor. Ona “Kurtarıcı Çar” diyor. 3 Mart 1878 tarihini,  San Stafano (İstanbul Yeşil Köy) Rusya – Osmanlı Barış Antlaşması imzalandığı günün Bulgar Milli bayramı olarak kutlanmasını kutsuyor. Prof. Georgiev aynı görüşte değildir. O bu konuda başına gelenleri ve verdiği mücadeleyi anlatıyor:

Kentavırlar Zamanı” eserine sonsöz yazma teklifini nasıl aldığına bakalım:  Bir yıl önce Palçev’e  “Siyaset ve Tarihin Eleştirel Psikolojisi” kitabımı hediye etmiş. Eserinde, her bir tarihsel durumunda toplulukları olduğu gibi kişisel yaşantıları da psikolojik olarak açabilen bir yeni psikolojik paradigma (bakış açısı) /değerler dizisi/ ortaya koymuş. Olaya bir kuyuya iner gibi inerken şunu da eklemem gerekir, “Kentavırlar Zamanı’na” SONSÖZ yazma teklifi ona “Bulgar Tarihinin Eleştirel Psikolojisi” eserimi tamamladığını paylaşmasından sonra gelmiş. Kabul etmiş ve elinizdeki kitabı okuduktan sonra 50 sayfalık bir eleştiriyle düşüncelerini tam düşündüğü gibi, annemin salmalık kiremitliğine hoşaf serdiği misali gün ışığına sermiş.

Palçev’in değindiği ve Ahmet Doğan dediğinde abarttığı olaylar esas olarak doksanlı yılların başlarına ait olsa da, Yeni Çağın başlarında Tuna Bulgar Devleti’nin kurulmasından bu yana Bulgar devletlerince yaşanan 7 Geçiş Dönemi’nin sonuncusunun içinde cereyan eden süreçlerin ilk yıllar bölüdür. Ne ki, demokratik Bulgaristan temelleri o yıllarda atıldığı için bu olaylar çok önemlidir.  “Ahmet Doğan beni HÖH partisine 1997’de “partinin etnik karakterini kırmak”  ve bir “ulusal siyasi güce” dönüşümünü sağlamak için çağırmıştı” diyen Prof Georgiev, “HÖH içinde ve bir partili olarak geçirdiğim sürede temel ödevim buydu” Diyor ve şöyle anlatıyor:

“2010 yılında kendi arzumla istifa dilekçemi sunduğum partinin yıllar yılı Merkez Konsey üyesiydim yani karar alma ve yürütme organında bulundum. Fikirlerimi açıkladığım süreçlere bizzat katıldım ve onları yakından gözetledim. 7. Büyük Halk Meclisi’nde 36. olağan mecliste milletvekili olan İvan Palçev ise, beni HÖH’te görev aldığım yıllardan daha önceye, sizi de10 Kasım 1989’dan sonra beliren karmakarışık olaylar harmanına taşıyor. Bu açıdan öne çıkan sorunlar ideolojik ve ekonomik olmaktan fazla, geleneksel olarak bu topraklarda yaşayan Türkler ve Bulgarlar arasında oluşan karşılıklı etkileşime ilişkindir.”

Bulgaristan’da Geçiş Dönemi etnik bunalımın çok derin olduğu bir dönemde başlamişti. Bunalım 1984–85 mantıksız “soya dönüş” yıllarından ve 1989 “Büyük Seyahatten” sonra kızışıp derinleşmişti.

Topluma korku, kompleksler, etnik merkezcilik ve birçok başka illet yerleşti.

“23 Mayıs 2006’da akşamüstü taksiyle eve dönüyordum. O zaman HÖH Başkan Yardımcısı, ismi unutulamayan Üçlü Koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Doğal Afet ve Felaketler Bakanı görevlerinde bulunan Bayan Emel Etem’den cep telefonuma gelen şu cümleleri asla unutamam:

Profesör Bey, 24 Mayısla ilgili olarak, Türk esaretinden kuruluş kutlanan 3 Mart yerine, 24 Mayıs’ın Bulgaristan’ın Milli Bayramı olmasını teklif ettiğiniz gazeteye verdiğiniz söyleşi yarın “24 Çasa” gazetesinde çıkacakmış. Şefle (Ahmet Doğan) danıştım ve biz ikimiz de aynı görüşteyiz, senin gazeteye telefon etmeni ve söyleşini yayınlamamalarını rica etmeni istiyoruz!”

Git gide hiddetlenmeye başladığımı fark ettim. Sükuneti koruyabildim ve sinsi bir şekilde şu cevabı verdim: “Sayın Başbakan Yardımcısı Bayan, bana hiçbir kimsenin emir veremediğini bilmiyor gibisiniz, lütfen işinize bakınız!…”

Taksi şoförü hayretle yüzüme baktı. Bir sigara yaktım ve dumanını derin derin içime çektim…

Söyleşim pek tabii ki basıldı. Dört bir taraftan gelen tepkileri birer birer hafızamda bugün de taşıyorum. Bulgarlardan daha fazlası bende bir “yeniçeri” gördü. Bana “ulusal hain” dediler. HÖH-DPS partisi Merkez Binasında (isimlerini sıralamak istemiyorum) bana öküze bakar gibi bakarken aralarında fısıltılı konuşurken “partinin değerini beş para ettiğimi” aralarında paylaşıyorlardı.

O zamandan bu güne artık 10 yıldan uzun bir süredir yeri geldikçe aynı ısrarla yinelediğim aynı tezimin doğruluğu konusunda en küçük bir kuşku duymadım ve hepsinin gözünün içine bakmaya devam ediyorum.

Burada söz konusu olan nedir?

Bulgar toplumunun 500 sene Türk esaretinde olduğuna ilişkin tarihsel algı devamlı yeniden ve yeniden üretilse de (ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülse de),  BİRİNCİ bu ilkesel olarak tamamen yanlıştır, doğru değildir; İKİNCİ olarak ise, hem Bulgar hem de Türk halk topluluğuna çok farklı derinliklerde ve farklı anlam taşıyarak ortak ruh hali olarak devrediliyor.

İkinci yazımda, lağım deresine ineceğiz ve Bulgarlar neden Türk esareti yaşamadılar, konusunu işleyeceğiz. Bu konunun can alıcı yanlarından biri HÖH partisinin bugüne bugün bu konuda okul kitaplarının değiştirilmesini istememesinde gizlidir. Yalanla toplum yönetilemez. Tarih yanlış öğretilirse, gelecek de yanlış olur. Üstelik HÖH parasıyla çıkan, HÖH milletvekili D. Peevski’nin imtiyazında bulunan “24 Çasa” gazetesi 27 Ocak 2017 günü “Batak Katliamı” konusunu yeniden çarşaf çarşaf açtı. Doğan ve çetesi lağım kokusunda yaşamaya alışmış, halkımızı boğmak istiyor. Para için ihanet dizileri basan Batılı yazarları yine başlık yapmışlar. 26 Mart 2017’de genel seçim var, “Türkleri korkutmak”, “Bulgarların kanını kabartmak lazım!” Diyecek bir şey yok. HÖH lağım kanalını kurtulana kadar bu böyle devam edecek!

Devamında: “Lağım Kanalı – 2”

Reklamlar