Alptekin Cevherli

İnsanlık tarihi boyunca toplumlar su ve enerji kaynaklarına yakın alanlarda yerleşimlerini kurmuş, medeniyetler geniş su havzaları ve kolay ulaşılabilen enerji kaynakları yanında inkişaf etmişlerdir.

Günümüzde hızla gelişen iletişim ve ulaşım imkânları sayesinde güçlü devletler, günümüz enerji kaynaklarına ve jeostratejik bölgelere sahip olmak için kıtalar arası operasyonlar düzenleyebilmekte, sudan bahanelerle ve hatta bahaneler icat ederek enerji kaynaklarına el koyabilmektedirler.

Bu konuda Afganistan’ın, Irak’ın, Libya’nın ve Kırım’ın işgali güzel birer örnektir. Hatta Ermeniler tarafından Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçası olan Karabağ’ın işgali dahi bu bakımdan değerlendirilmesi gereken bir konudur. Evet, Ermenistan elbette güçlü bir devlet değildir, ancak fason iş yapıp, sahipleri adına Karabağ’ı işgal ederek bölgede uyguladığı etnik temizlik politikası ve soykırımı sonucu Karabağ’ı Türksüzleştirmiş ve Azerbaycan’ın elinden şimdilik fiilen almıştır.

Ancak Azerbaycan hükümetinin yürüttüğü dengeli siyaset politikası ve Azerbaycan’ın doğal kaynaklarını dünya pazarlarına açması sonucu bugün Azerbaycan kişi başına düşen millî gelir yönünden ve ülkenin refah düzeyi bakımından adeta çağ atlamıştır. 2000 yılında Azerbaycan’ın millî geliri kişi başına sadece 480 ABD Doları iken, 2014 yılında 10.033 ABD Dolarına yükselmiştir. Dost ve kardeş Azerbaycan’ın gösterdiği bu başarıyı takdir etmemek ve gıpta ile bakmamak mümkün değildir.

Türkiye’de ise bu rakam 2014 yılı itibariyle 13.464 ABD Doları’ndan fazladır. Oysa 2000 yılında bu rakam Türkiye’de 4.158 ABD Doları idi.

Türkiye 10 yılda kişi başına düşen millî gelirini 3 kat artırırken aynı sürede Azerbaycan 21 kat artırmıştır. Bu başarı ile Azerbaycanlı kardeşlerimiz ne kadar gurur duysa azdır.

Elbette bu başarıların ardında istikrarlı ve iyi çalışan bir siyasi irade ve halk vardır. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Bakü petrollerinin bu konuda dinamo etkisi gösterdiği de yadsınamaz bir gerçektir.

Azerbaycan’ın 7 milyar varillik petrol rezervi ve henüz çok azı kullanılmış bulunan doğalgaz rezervi Azerbaycan’ın kalkınmasında ve gelişmesinde büyük pay sahibidir. Bugün Azerbaycan, günlük yaklaşık 1 milyon varillik üretimi ile dünya petrol pazarında söz sahibi olan önemli bir ülkedir.

Ancak şu da bir gerçektir ki, petrol zengini olan ülkeler bu kaynaklarını sanayi, ticaret, ekonomik gelişme, askeri kabiliyet, tarım kapasitesi ve iyi yetişmiş insan gücüyle takviye etmezlerse güçlü ülkelerin kuklası haline gelmeye mahkûmdurlar.

Bugün dünyanın en çok petrol üreten ülkeleri sırasıyla Suudi Arabistan (dünyadaki toplam üretimin % 12’si), Rusya (% 11,7), ABD (% 10,1), İran (4,6) ve Meksika (%4,3) tarafından oluşturulmaktadır.

Buna mukabil en gelişmiş ülkeleri yani en çok petrol tüketen ülkeleri ise yine sırasıyla ABD (dünyadaki toplam tüketimin % 24,4’ü), Çin (% 9), Japonya (% 6,1), Rusya (% 3,4) ve Hindistan (% 3,2) tarafından oluşturulmaktadır.

Buradan da görüleceği gibi en gelişmiş ülkelerden süper güç olarak adından söz ettiren ABD ve Rusya’nın sırrı; üretimde de tüketimde de ilk 5 içinde olmasında gizlidir.

Yoksa Suudi Arabistan, İran veya Meksika en çok petrol üreten ülkeler olmalarına rağmen dünya siyasetinde ve güçler dengesinde ne yazık ki çoğunlukta ABD veya Rusya’nın peşine takılmış birer peyk görüntüsü vermekten öteye gidememektedirler.

Çin, Japonya ve Hindistan ise ki buna Almanya’yı (AB’yi) da ilave etmek gerekir, ciddi anlamda petrol üretememelerine rağmen dünya politikasında güçlü birer aktördürler… Demek ki iş petrol üretmekte değil, onu işleyebilmektedir…

Bugün için ise petrol üreticisi ülkeleri tehdit eden çok önemli bir faktör daha yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır…

Bu ise Kuzey Kutbu’ndaki (Arctic) zengin ve bakir petrol ve doğalgaz yataklarıdır. Ayrıca bunun yanı sıra milyonlarca (aslında binlerce) yıldır sürülmemiş uçsuz bucaksız tarım arazileri de bunun cabasıdır.

Kürsel ısınma ile birlikte buzulların erimesiyle; bugüne kadar bazı bilimsel araştırmalar ve macera düşkünleri hariç hiç kimse için bir şey ifade etmeyen kutuplarda, özellikle de Kuzey Kutbu’nda insanlık tarihinin belki de Nuh tufanından sonra ilk kez karşılaştığı bir fırsat ortaya çıkmıştır…

Birleşmiş Milletler tarafından tarafsız bölge olarak kabul edilen Kutuplar, buzulların eriyip de altından kara parçalarının çıkmasıyla birlikte iştahları kabartmış, hele ki dünyanın bilinen mevcut petrol rezervinin (bazı kaynaklara göre) % 25’inin Kuzey Kutbu’nda (Arctic’te) olduğunun keşfedilmesiyle birlikte hiçbir zaman anlaşamayan ABD ve Rusya bir anda kıta sahanlığı konusunda el ele vererek bunun 200 deniz miline çıkarılması konusunda fikir birliğine varmışlardır. (Ki bu kuralı Türkiye uygulayabilse, Yunanistan işgalindeki 12 Ada, FIR Hattı ve Kıbrıs sorunlarımız anında çözülür.)

Bugün Kuzey Kutbu’na kıyısı olan 5 ülke Rusya, ABD, Kanada, Danimarka ve İsveç 200 deniz mili olarak sınırlarını Kuzey Kutbu’na (Arctic’e) doğru büyütmüşlerdir. Kapasiteleri dâhilinde donanmalarını da Kuzey Kutbu’nda petrol arama istasyonlarını korumak üzere görevlendirerek bayrak göstermektedirler… Hatta Rusya Kuzey Buz Denizi’nin dibine bayrak dikerek provoke edici bir eyleme de girişmiştir.

Bu konuda ayrıca bel altından da iki taraf birbirine saldırmakta, çevre felâketi ve kutup ayılarının insanlık için öneminden dem vurarak gerek Green Peace ve gerek diğer çevre örgütleri ve basın yoluyla birbirlerinin petrol konusundaki araştırmalarını ve sondajlarını baltalamaya çalışmaktadırlar…

Ayrıca konu ile direkt olarak alâkası olmayan ancak korkunç derecede petrol ihtiyacı içerisinde olan diğer gelişmiş ülkeler de Arctic’teki ‘henüz’ uluslar arası olan sularda petrol arama ve hak iddia etme faaliyetlerine girişmişlerdir. Hatta Çin bu konuda iddialarını o boyutlara vardırmıştır ki; küresel ısınmadan kaynaklı su baskınlarından etkilendiğini ve ülkesinde sık sık sel felâketleri yaşandığını öne sürerek Kuzey Kutbu’ndan pay isteyecek kadar (tabirimi mazur görün) uçmuştur…

Bu mantıkla, Türkiye de Antalya’daki seralarda her kış yaşanan sel ve rekolte kayıplarını öne sürerek Kutuplar’dan pay isteme hakkına sahiptir.

Ayrıca Türkiye ve hatta diğer Türk Cumhuriyetleri; Sibirya’da yaşayan Saha – Yakut Türkleri’ni, İsveç’in kuzeyinde yaşayan Sami ve Lapon Türkleri’ni, Alaska’da yaşayan Aleut Türkleri’ni öne sürerek aslında Kuzey Kutbu’nun bir Türk coğrafyası olduğunu belirterek hak isteyebilirler… Ve emin olun bu, Çin veya Hindistan’ın taleplerinden çok daha gerçek ve somuttur!

Tabi bölgeden petrol çıkarılmaya başlandıktan sonra bu Türk boylarının hepsinin onbinlerce yıllık yerlerinden ve yurtlarından olacağını veya bir şekilde ortadan kaldırılacağını tahmin etmek için ne yazık ki kâhin olmaya gerek yok…

Peki, bu durumda şu anda dünyanın sayılı petrol ve doğalgaz üreticilerinden olan ancak orta vadede Arctic Petrolleri’nin piyasaya sürülmesi ile birlikte bu avantajını yitirecek olan Orta Asya Türk Devletleri ve Azerbaycan ne yapmak zorundadır?

Elbette ebedî zenginlik yoktur. Henüz mevcut sistem işlerken geleceği plânlamak ve sorunları hızlı bir şekilde çözüme kavuşturarak sanayileşmeyi ve ülke bütünlüğünü askerî ve siyasî güçle birlikte sağlamak, petrol üreticisi Türk Devletleri’nin birinci önceliği, olmak zorundadır.

Makalemizin başında da belirttiğimiz gibi; sanayi, ticaret, ekonomik ve teknolojik gelişme, askerî kabiliyet, tam bağımsız tarım kapasitesi ve iyi yetişmiş insan gücünü hazırlayan ülkeler; ancak süper güç olabilirler. Bugün dost ve kardeş Türk Cumhuriyetleri, geleceğin dünya siyasetinde birer süper güç olmayı istiyorlarsa -ki bu çok yakışır-, 15 – 20 yıl sonrasına şimdiden çok iyi hazırlanmaları gerekecektir. Kutup petrollerinin arzı ile birlikte daha da aşağıya düşmeye devam edecek olan petrol fiyatları, başta Arap ülkelerinin ve Türk Devletleri’nin bütçelerini olumsuz etkileyecektir. Belki de bu işten en fazla Kuzey Kutbu’nu bilfiil işgal etmiş olan devletler kârlı çıkacaktır.

Tarım ürünlerinde yaşanacak bolluk da genel bir rahatlamaya neden olacak, tarımsal ürünlerin fiyatlarında önemli düşüşler yaşanacaktır.

Reklamlar