Tarih 12 Aralık 2018

Bulgaristan Türk Edebiyatı – Barış ve Dostluk Çeliği

Bulgaristan’daki Türkler, edebiyat gönderi dikmiş bir halk topluluğudur. 140 yıllık Bulgaristan halısına aksakallarımızın bağdaş kurup oturduğu son divan, işte bu mekândır. Çarşamba ve Cuma, haftada 2 defa bir araya burada geliyoruz. Türkçe ve Bulgarca kursları burada dil döküyor. Türk edebiyatı, halk kültürümüz ve yaratıcılığımız, kültürеl etkileşim, konferanslarımız, yıldönümü kutlamalarımız, seçkin Bulgar yazar ve bilim adamlarıyla tartışmalarımız, görüş alış verişlerimiz yine burada oluyor. Biz bir Kültürel Etkileşim Derneğiyiz. Aynı zamanda son 140 yılda bu topraklarda yaratılan edebiyat ve kültürün sahip ve koruyucusuyuz.

Bugünkü Konumuz Bulgaristan Türk edebiyatıdır.

Vesilemiz, Sofya Milli Kültür Evinde açılan “Barış ve Dostluk” kitap festivali. Türkiye’den bu denli temsili bir yaratıcı heyetle ilk defa görüşüyoruz. Trakya Üniversitesinden, yazar Mustafa Hatipoğlu’na, Şair ve eleştirmen Adnan Özer’e, çevirmen ve yazar Ali Fuat Sevimay’a, Ankara’dan kaligrafi uzmanı İsmet Keten’e, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü Genel Müdür yardımcısı Bayan Demet Koç’a ve Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü Yurtdışı Kitap Fuarları Şube Müdürü Bayan Şüle Aygün’e hoş geldiniz diyoruz.

Bulgaristan Türk edebiyatı Bulgaristan edebiyatından kopmaz bir parça olsa da, farklı gerekçelerle, farklı bir kök metin, konu damarı üzerinde kurulmuş ve gelişmiş, Bulgaristan Türk kimliğine omurga olmuştur.

***

Prenslik, Krallık, sosyalizm ve demokrasi döneminde 200’den fazla Türk şairimiz Türk kaynağından beslenip Bulgar halısı üzerinde çiçek açtı. 150’den fazla yazarımız Türklük kalemiyle renklere ton verdi.

Amacımız, Bulgar halısındaki Türk renklerini soldurmadan yaşatmaktı; halkımızın Türk Kimliği ruhunu canlı ve dik tutmaktı. Kültürel karakterimizi belirleyen edebiyatımız oldu. Köklerimiz derindir. Halk bilgi ve inançlarımız, bilgeliğimiz ve yaratıcılığımız esin kaynağımızdır. Biz maddi ve manevi olarak kendini yenileyebilen, yeniden üretebilen bir topluğuz. Bu temelde şair, yazar, sanatçı, ressam, heykeltıraş ve diğer güzel sanat dallarında aramızdan seçkin yaratıcılar yetişti. Bulgar kültürel tablosunda her renkte bizden fırça darbeleri bulabilirsiniz…

***

Değerli konuklar,

Bulgaristan’daki Türklerin Edebiyatında genelden özele ve somuta iniyorum:

Bu kısa sunumu, BİZ ŞUYUZ, BİZ BUYUZ diyebilmemiz için hazırladım. Edebiyatımız, Müslüman bir toplumun ürünüdür.  Dünyevi bir bakış açısıyla kaleme alınmış ve 3 aşamada gelişmiştir.

Aşamalar birbirinin devamıdır. Kesintisiz bir ruhsal bütünlük izlemiştir.

Birinci aşama, Prenslik ve Çar Ferdinand – Çar III. Boris dönemi; 1878 – 1944 arasını kapsar. Politik olarak monarşi ve faşizm yıllarıdır.  İki Balkan ve iki dünya savaşı, 2 askeri darbe, 2 milli felaket yaşanırken Tek ulus, dil ve kültürlü Milli Bulgar devleti kurulurken, ötekileştirilmiştik ve göçe zorlanmıştık. Osmanlı ümmetinden sıyrılıp Bulgaristan Türk kimliğini oluşturup biçimlendirmeye çalışırken, kurumlaştık, Baş Müftülüğümüzü kurduk. 1929’da Bulgaristan Türkleri Birinci Milli konkresini topladık. Atatürk Alfabesini benimsedik. Anadil lehçelerimizi Türkiye Türkçesi mihverine çektik. Edebiyatımız Türkiye Türkçesiyle doğmuş ve gelişmiştir. Başar rolü şairlerimiz, şiirimiz gördü.

Kök değerlerimizden ilgilenenler, Sofya’dan İstanbul’a Vatan ve Millet şiiri divanıyla dönen Namık Kemal’de, Trakya İnsanının Vatan uğruna gösterdiği fedakârlığı dile getiren Filibeli Ahmet Faik’te,  Varnalı Muallim Naci’de, Eski Zaralı Hüseyin Raci’de, Rodoplu Mehmet Perim’de, Deliormanlı Osman Sungur’da ve başka ölümsüzlerimizde aradıklarını bulabilir. Yeni bilinç ve ruhu oluşturan bu yaratıcılığın özü şu iki satırda kristalleşmiştir:

Bir taraf Tuna’dır / bir taraf kara

Kamil doktor yoktur / yaramız sara.

Şiirimiz ilk dönemde aydınlık aramıştır.  Razgrad’ın Caferler (Sevar) Köyünden şair Muhammed Yumuk’un 1924’te kaleme aldığı ve milli bilincimize hitap eden “Marş” şiiri bu bakıma kayda değerdir. Ümmetten sıyrılan ve Türk Kimliğimizi arayan genç kuşağa şairimizin hitabı şudur:

Bilginin ordusu bizim ordumuz
Bilip öğrenmek bizim borcumuz
İsteriz biz cahillik kalksın aradan
Bilgi ocağı olsun yurdumuz.

İkinci aşama:

Sosyalizm ve totaliter – komünizm dönemi, 1944’ten 1989’a uzanır. Komünistler iktidar olmuş, ülke Rusya’ya bağlanmıştır. Bu aşamayı 3 alt döneme ayırıyoruz: Birincisinde (1944 – 1964) geleceğe sosyalist ilhamla bakan şairlerimizden Mehmet Con, Niyazi Hüseyin, Mehmet Çavuş, Ahmet Şerif, Sahattin Bayram, Recep Küpçü ve başkaları derin izler bırakmıştır. Vatan toprağı kokusu, bu toprağın atalarımızın kabri ve tarihimizin emaneti, alın teri ve kanımızın döküldüğü yer olduğu bilinci bu dönemde kesin biçimlenmiş, inanca dönüşmüş ve Türk etnik kimlik kültürümüz oluşmuştur. O dönemde okullarımız yeniden açılmıştı, anadilimizde basın yayın serbestti. Özenci sanat ocaklarımız ve tiyatrolarımız arı kovanı gibiydi.

1964-1974’e uzanan ikinci alt dönem yaratıcılığa sunulan olanaklar açısından “altın çağımız” ya da “Lale Devri” diyoruz. Osman Aziz, Durhan Hasan, Şaban Kalkan, Mustafa Mutkov, İsmail Çavuş, Aliş Sait, Ömer Osman, Ali Bayram aynı havayı nefes ettiğimiz, ama ne yazık ki yıllar içinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızdır. Sabri Alagöz, Ahmet Cebeci gibi kalemi hala elden bırakmayanlarımız da var.

Bu kuşak, Hacıoğlu Pazarcığı (Dobriş) Pirli köyünden Ahmet Cebeci’nin kalemiyle Bulgaristan Türklerinin GÖK KUBBESİNİ şöyle çizdi.

Türklük bizim şerefimiz, şanımız
Din uğruna akar temiz kanımız
Vatan için feda olsun canımız.

Türk’üz, İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz
Dünya yansa andımızdan dönmeyiz.

Dobruca, Deliorman bizimdir
Gerlovayla, Kocabalkan bizimdir
Rodop denen Türklü Volkan bizimdir.

Türk’üz, İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz
Dünya yansa / andımızdan dönmeyiz.

Yıl 1964

Türk kimliğimizi, Gök Kubbemizi, Ufkumuzu belirleyen DORUK ÇAĞI’ında insanımıza ve toplumumuza aşılanan değerler şunlardı: Vatan, anadilimiz, yurt sevgisi, özgürlük, dostluk, eşitlik, kolektif haklar, ortak kader, adalet, insan ve azınlık hakları…  – bizim otonom bir kültürel azınlık olduğumuz bilinci yerleşmişti. Ve bunu destekleyen yüzlerce onurlandırıcı olay birbirini izliyordu. Bir örnek: Pehlivanlarımızın defalarca olimpiyat, dünya, Avrupa ve ulusal şampiyon olması, er meydanlarında danaları sırtlaması yepyeni bir ruh yaratmıştı vs. Ozanlarımız gönül okşuyor. Halk şiirimiz yeşeriyordu. Bulgaristan Türk edebiyatı gönderi o yıllarda dikildi. Şair ve yaratıcılarımız halkın arasındaydı. Şiir ve destan okuyarak maneviyatımızın omurgasına su veriyorlardı.

İkinci alt dönem için şunu da söylemek zorundayım. Okullarımız devletleştirildi. Bulgar okullarıyla birleştirildi. Bulgar devleti kültürel birikim fıçımızın çemberlerini giderek sıkmaya başladı…

Üçüncü alt dönem: 1972’den sonra ırkçı rüzgârlar esmeye başladı. Pomakların isim ve kimliklerini değiştirme zulmü bizi ürküttü. Komşunun başına gelen… Atasözü beynimizde çizgi oldu. Sert dediğim rüzgârlar, şiddetlenirken kavurucu oldu. Türk kimliğine nefes aldırmama kararı alınmıştı. Her gün bir başka şekilde üstümüze geliyorlardı. Yaratıcılarımız Türkçe yazmaya devam ederken, 1984’ün Aralık ayının Bocuk Gecesinde isim değiştiren ejderha kapımıza geldi. Gelen –devlet terörüydü – gelenek, görenek, dil, yaşam tarzı, giyim kuşam, Türk kimliği, manevi-kültürel hayatımızda ne varsa hepsini istiyordu. Felç olduk! Kitaplar toplanıp yakılıyor, radyo bantları Bulgarca yayına mıhlanıyor, kasetler toplanıp ayakaltına alınıyordu.  Yapabilseler dilimiz ameliyat edilecek ve Türkçe konuşmamız engellenecek, beynimiz ameliyat edilecek hafızamızdan Tarihimiz ve kültürümüz çıkarılacaktı. İşte o zaman Türkçe gizli yaratıcılık dönemi yaşandı. Ozan, yazar ve şairlerimiz Türk varlığımızı toplama kamplarında, sürgünde ve hapishanelerde en iyi bir şekilde korumayı başardı. “Belene” ölüm kampında dahi Türkçe konuştular. O yılların eserlerinde ifade bulan kişisel bilinçten, ortak Türk-Müslüman bilincine geçişimiz ve inancımızdan ve mücadelemizden siyasi bilincimizin doğuşu Türkçe oldu. Edebiyat yaratısı aydınlarımız bu sürecin jeneratörüydüler.

1989 Mayısında tutukluların salıverilmesi ile hak ve özgürlüklerimiz uğruna ayaklandık. Siyasi hedefimizde zalim diktatör Jivkov’u devirmek vardı. Şehitler verdik, parçalandık, 350 binimiz birden yurttan sökülüp atıldı. Bu başkaldırı, 3. Bulgar devleti tarihinde en büzük ayaklanmadır. 72 binimiz birden kalkıştık. Biz bir kadın-erkil topluluğuz, bayrağı kadınlarımız taşıdı. Diktatör devrildi. Büyük kükremeden POLİTİK KİMLİĞİMİZ DOĞDU ve Hak ve Özgürlükler Partisi’nde biçimlendi.

Ne yazık ki, Bulgaristan’da demokrasi sakat doğdu. Totalitarizm yıllarında kaynaşan Faşist- totaliter bünye ayrışmadı. Tek dilli –Bulgarca; tek kültürlü – Bulgar kültürü; tek uluslu – Bulgar ulusu – sözde demokratik devlet etnikleri ötekileştirmeye devam etti. Azınlık haklarını tanımadı. İmzaladığı uluslararası anlaşmaların etnik toplulukların kolektif haklarına ilişkin maddelerini asla uygulamadı.  Türklerin, Çingene, Pomak, Ulah, Makedon, Tatar ve Gagavuz topluluğun insan ve azınlık haklarını, anadillerinde okuma yazma ve konuşma; yaratma ve yayınlama haklarını rafa kaldırıldı, bugün de unutturmaya çalışıyor.

Türklere karşı esen pozitif ve negatif havayı bizimle beraber nefes eden gözde şairimiz Ali Bayram KÜÇÜK BULGAR MEZARLIĞI adlı şiirinde şöyle dedi:

Şu karşıda gördüğüm küçük Bulgar Mezarlığı

Soykırım devrinin acı hatırasıdır

Kabirler üzerinde solgun açan çiçekler

Bulgar adı altında yatanların yasıdır.

Buna benzer mezarlık görmedim hiçbir yerde

Ne İsa’nın haçı var, ne ağacı, ne gülü.

Bu mezarlık kanayan yaradır yüreklerde

Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü.

Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları

Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor

Istıraplar içinde geçmiştir hayatları

Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor.

Bu mezarlıkta yatan ve yatırılmak istenen Türk dili, Türk Kültürü, Türk Kimliği ve tabii ki, Bulgaristan Türk edebiyatıdır. Son limana varış gün ve saati henüz belli olmayan bu düşman gemisi sefer halindedir.

***

1990’da başlayan edebiyatımızın üçüncü aşamasının karakteristik çizgisi de budur. Dönemi farklı kılan özellikler şunlardır: Yazar ve şairlerimiz daha 1992’de örgütlenmeye yöneldi. Razgrat’ta Kuzey Bulgaristan, Kırca Ali’de Güney Bulgaristan Yazarlar Derneği kuruldu. Kuzeyde 24, Güneyde 24 toplam 48 yaratıcı bir araya geldi fakat Bulgaristan Türkleri Milli Yazarlar Birliği henüz kurulamadı. Yeni edebiyatımızı yaratanlar 140 yılda Bulgaristan ve Türkiye’de 400 kitap verdi, ne ki birleşme yolunu yürüyemediler. Bu rakama, merkezi İstanbul Bayrampaşa’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM’in yayınladığı 62 kitap ve Bursa MİSYON grubu yayınları dahil değildir. İstanbul’da periyodik “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi, Bursa’da “Misyon” gazetesi çıkıyor.

Bulgaristan Türk şair ve yazarları dava adamıdır. Aralarında “Belene” ölüm kampından geçmeyen, sürgüne gönderilmeyen yoktur. 23 yıl içeride kalan şair Nuri Adalı Nelsan Mandela’mızdır. Mezarının başı,  Türk Kimliği anıtı içtiğimiz, “Ne mutlu Türküm!” dediğimiz yerdir.

Mutlaka Okunması Gereken eserlerimiz var. Örneğin, Ömer Osman’ın “Hiç bir Türkü ihbar etmesin diye oğlunun parmaklarını kütük üstünde baltayla kesen köy imamı öyküsü.” Razgrat derneğinden Hüseyin Köse’nin “kültürel soykırımı” anlatan eserleri ilginçtir.

Mehmet Akif Ersoy’un Bulgaristan Türk Edebiyatının kurucularına vasiyetini asla unutmadık:

Bastığın yerleri “toprak” deyip geçme, tanı!

Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı.

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

 

Bu vasiyetten sonra aramızdan “hain sürüsü” çıkmaz diye düşünsek de, aldandık. Ama bu başka bir görüşme konusudur.

Ne var ki, Ersoy’un “Ya Hıristiyan ol! Ya öl!” olarak özetlediği zulüm, kudurmuş ırkçı, faşist, totalitarizm bozuntularının bin biriyle kavgamız bütün şiddetiyle bugün de devam ediyor.

Muazzam bir mücadele birikiminden! Amansız bir kavgadan ve mihverindeki ödün vermeden savaşan aydın – yaratıcı müfrezesinden söz ediyorum. Yani ruhsal birlik ve bütünlüğümüzden! En büyük zenginliğimizden… Bu kavganın ürünleri şiir yıllıklarında toplandı. Türk dünyasını bilgilendirmek amacıyla Haşim Akif, Nimetullah Hafız, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, İbrahim Tatarlı, Sabahattin Bayram, Hayriye Süleyman Yenisoy ile Mehmet Çavuş muhtelif zamanlarda, içte ve dışta antolojiler çıkardılar. T.C. Kültür Bakanlığının Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı Antolojisinin 8. Cildi bizimdir.

Şu eser Dr. İsmail Cambaz tarafından hazırlanmış ve sosyalizm dönemindeki maneviyatımızın aynası olan yazılar içerir. Aksakallarımızdan biri olan, fakat dış ülkede bulunduğu için bu akşam aramızda olmayan Dr. Sabri Alagöz de “kültürel soykırım” yıllarını şu kitabında anlatı. Bulgaristan’daki Türklerin kimlik mücadelesi başat davamızdır, dedim, şu eserde anlatılmıştır.

Arkadaşlarımızdan şair ŞABAN MAHMUDOĞLU KALKAN, bir) şiir ve düz yazı eserlerinin Bulgaristan doğumlu olması; İki) eserlerin Türkiye Türkçesiyle yazılmış olmaları ve üç) eserin Bulgaristan’daki Türkçe basında basılmış olması şartıyla 5 cilt halinde ve toplam sayfa sayısı da 3 binden fazla olan BÜYÜK ANTOLAJİMİZİ hazırladı. Yaratıcılarımızın resmi, biyografisi ve en iyi yapıtları toplanmıştır.

Faik İsmail Arda’nın “Ben Seninle Varım”, Ayşe Şişmanova’nın “Yine Dönecek Mevsimler” Osman Şaban’ın “Yurt Ekmeği”, S. Alagöz’ün “İki Arada” başlıklı eserleri yeni ufkumuzun ruhunu yansıtır. Müsaadenizle bunlara Halit Aliosman Dağlı’nın “Söndürülemeyen Alevler” incelemesini de ekliyorum. İzmir Ege Üniversitesi başta olmak üzere, T.C. Dil ve tarih Fakültelerinde Bulgaristan Türk Edebiyatı konulu verimli çalışmaların yol aldığını belirtmek istiyorum.

Özel olarak vurgulamak istediğim nokta şudur. Birikimimizde bilimsel derinlik olmasına rağmen, edebiyatımız henüz Paris’te Sorbona Üniversitesine giremedi. Orada savunulan doktora tezimiz yok. Halen aynı üniversitede Türk Edebiyatı Kürsüsü Şefi olan, doğuştan Bulgaristanlı Nedim Gürsel, genç ve ateşli kalemlerimizi beklediğini sık sık anımsatıyor. Gençler top sizde…

İşaret etmek istediğim bir husus daha var: Bugün, bizi buraya toplayan, Bulgar – Türk edebiyatında, 67 yıldan beri var olan, ama 50 yıl derin dondurucuda saklanan “Barış ve Dostluk” esintileridir. Bir boyutta buluşma atılımlarımızın derinliği 1951’e iner. Bu hamle 21. Yüzyılda güç topluyor. Hepinizi kutluyorum. Edebiyatta barış ve dostluk ağcından söz ediyorum. O, meyve yüklensin ve herkese yetsin duasıyla, Nazım Hikmet tarafından, üstadın ilk Bulgaristan ziyareti sırasında kaleme aldığı “Barış Çeliği” başlıklı yazıyla dikilmişti. Bu yazıda o, Bulgar ve Türk barış ve dostluk halısında renklerin ve ruhların buluşması için kodlar düğümlemişti. Barış ile dostluk arasındaki kaynak edebiyat olacaktı.  Gelecek öze dönüştür diyenlere katılıyorum. O zaman, 8 ciltlik Nazım külliyatı ilk kez Sofya’da basıldı. 2 cilt halinde Bulgarca çıktı. Aydınlarımızın dünyaya bakış penceresinde Kuran’ı Kerimle yan yana Nazım durdu. Anadil, Türkçe sevdası aldı yürüdü, gözlere yenidünya görüşü doldu, ruhlar kanatlandı, edebiyat ve kültür bayrak oldu. Çağdaş Türk kimliğimiz zenginleşerek biçimlendi. Kapatılan 2 700 okulumuzun boşluğunu Nazım tek başına doldurdu. Türkçe sevdası ateşini yaktı. Karanlığı aydınlığa çıkarmak için yediden yetmişe yanmaya hazır, bir halk doğdu. Cenneti dünya olsun!

Biz, “Kültürel Etkileşim” derneği olarak, memleketimizdeki diğer 48 dernekle birlikte, barış, dostluk ve Nazım’ın örse koyduğu ve balyozla dövdüğü yaratıcılık çeliğine yeni edebiyatımızı oluşturarak su vermeye devam ediyoruz ve vereceğiz. BÜYÜK GÖÇTEN sonra loş ışıklı yaratıcı lambaları orada burada tek tük kalmıştı. Fitili yeniledik.  Her sabah bilgisayar ekranında Bulgaristan Türk şairlerinden yeni en az 5 örnek düşüyor. Naim Bakov, Habil Kurt, Hikmet Efgrahim, Galip Sertel, Nurten Remzi vb nöbettedir. BULTÜRK yayınlarının 500 000 okuru var. Okullarımız kapalı olsa bile, her anaya babaya, her çocuğa ulaşmak hedefimizdir. Türkçe sevdasını açan yeni yeni anahtarlar bulmak zorundayız. Şimdiki durumda TV’den Türkçe öğrenenler, güzel konuşuyor, ama sevgilisine mektup bile yazamıyor.

Bir başka soruna daha değinmek istiyorum:

1989’da kovulanlar, zulüm yıllarının birikimini T.C. ‘ye götürdüler. Orada 92 kitap yayınlandı. Onları ancak “Zamana Yenilenler” başlığı altında toplayabilirim. Soydaşlarımızın orada oluşan birikiminin de 32 kitapçıkta topladığını görüyorum. Bir ruhsal bocalama, yönsüz lük ve parçalanmışlık yaşanıyor. Yeni duruma henüz bir isim koyamadım…

Şu kesin, edebiyatımızda yeşerme var. Kırca Ali, Şumnu, Razgrat kültür ocaklarımız çatır çatır yanıyor. Kırcaali’de “Kırca Ali Haber” ve elektronik ekleri aktif. Filibe’de canlanma var. Genç edebiyatçılar “Nebet Tebe” edebiyar, kültür, sanat ve tarih dergisi etrafında toplandı. “Müslümanlar” dergisi edebiyat filizlerine sayfa açıyor…

Son yıllarda Bulgar yazarlarından Yordan Radiçkov, Stefan Tsanev, Bojana Apostolova, Hristo Boyçev, Nikolay Haytov , İvaylo Petrov, Lübomir Levçev, Hristo Fotev, Petya Dubarova, Anton Baev, Edvin Sugarev ve başkaları Türk diline ve kültürüne kazandırıldı, fakat hangisinin en fazla okunduğunu, tuttuğunu ve kitleye yayıldığını  söylemekte zorlanıyorum.

Türkçeden Bulgar kültürüne kazandırılan 86 yazar için de aynı cümle kurulabilirdi, fakat filmleştirilen eserleri bilmeyen yok. Kültür ataşemiz Sayın Cemal Tekkanat buraya geleli Bulgarlar Türk filmi izliyor, her gün 10 dizi dönüyor, Anadolu Ateşi, Tarkan, Mevlevi sahneleri Milli kültür Sarayının 5 bin kişilik büyük salonunu coşturuyor. Dostluk konserleri veriliyor. Ankara Çok Sesli Devlet Korusu birkaç hafta önce “Balgarya” Konser Salonunda büyük alkış aldı. Bu başarıların birisi de sizin bu hafta burada olmanızdır. Bulgar aydınlarıyla kaynaşma kısmetse bizim ortak eserimiz olacaktır. Büyük ve samimi temennimiz 21. Yüzyılın Barış ve Dostluk asrı olmasıdır.

Bu gelişmeler, Bulgaristan’da en fazla aranan Türk romanı “Çalıkuşu”, en fazla satılan “Atatürk” kitapları, trende-troleybüs da okunanlarınsa Elif Şafak ile Ahmet Ümit olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sizin koleksiyonunuzda en güzel Türk masal, destan ve çocuk şiirleri bulunması çok isabetli olmuş. Sizlere teşekkür ederken bol şans diliyorum. Gene buyurunuz, yine görüşelim, bekleriz.

Kültürel Etkileşim Derneği
Hazırlayan ve sunan Hikmet Efendiev.
12 Aralık 2018 / Sofya

Reklamlar