osman buyukkaya Mikr.Uzm Dr. Osman BUYÜKKAYA

Konu:  Bir insanı insan yapan gösterdikleri değil, göstermediklerimiz dir.

             Bir insanın hakikati ise söyledikleri değil, söylemedikleridir.

Önce sizlere sahilsiz bir deniz olan Mesnevi’nin fıkralarında birini seçtim.

KÖYLÜ İLE ŞEHİRLİNİN DOSTLUĞU

Bir köylü ile bir şehirli çok samimi iki dosttu.

Köylü, şehre geldikçe dostunun yanına gider, iki üç ay ona konuk olurdu. Çoluk çocuk şehirlinin evinde yer içer, dükkanına gider otururdu. Şehirli, köylünün her ihtiyacını yüksünmeden karşılardı. Onun için pek çok masraf yapardı.

Köylü bir gün şehirliye döndü, dedi ki:

– Ey Efendi, senin hiç gezip görme merakın yok mu?

Allah aşkına bizim köye gel. Şimdi bahar mevsimidir, bahçe zamanıdır. Şimdi gelmiyorsan, yazın, meyve zamanı gel. Ne olur, çoluk çocuğu da getir, üç dört ay misafirimiz ol.

Köylü bu teklifini şehirli dostunun yanına her geldiğinde tekrarladı. Fakat şehirlinin açıklamadığı bir sebeple köye gitmeye gönlü yoktu.

            Böylece yıllar birbirini kovaladı.

Köylü, hep, “Ne zaman geleceksin?” diye şehirliyi sıkıştırdı. Şehirli de gitmeyişine bahaneler gösterdi.

Köylü şehirliyi son ziyaretinde tam üç ay şehirde kaldı.

Sonunda utana sıkıla,

Efendi, söz verip duruyorsun. Beni daha ne zamana kadar oyalayacaksınız, dedi.

Şehirli yine kesin bir cevap vermek istemedi.

Gelmeyi istiyorum ama bakalım nasıl, diye karşılık verdi.

Böyle yalvarma ve yakarmalarla tam 10 yıl geçti. Sonunda şehirlinin çocukları babalarına,

– Baba, köylüye bunca hakkın geçti.Onun için ne zahmetlere katlandın. O da bizi ağırlamak, böylece bu hakların bir kısmını ödemek istiyor. “Bize ne yapıp edip babanızı köye gelmeye razı edin.” diye ricada bulundu, dediler.

Şehirli,

– Yavrularım, haklısınız ama benim bir endişem var, diyerek yavrularına açıldı. “İyilik ettiğim kişinin kötülüğünden sakın.” demişler. Onunla dostluğumuzun bozulmasından korkuyorum.

Şehirli oğullarına böyle söyledi. Fakat onların ısrarına daha fazla dayanamadı.  Sonunda o sene köylünün yanına gitmeye karar verdiler. Ailesiyle birlikte hazırlıklarını tamamlayıp eşyalarını katırlara yükledi. Vakit geçirmeden yola koyuldular.

Yol boyunca hayaller kurup köydeki güzellikleri düşünüyorlardı.

Uzun bir yolculuktan sonra kendileri aç ve yorgun, hayvanları yemsiz bir halde köye vardılar. Hemen köylünün evini sorup buldular.

Fakat ortada bir gariplik vardı.

Köylü adam şehirli misafirinden saklandı.  Onları tanımazlıktan gelerek evinin kapısını açmadı.

Şehirli, beklemediği bu kötü davranışa çok üzüldü ve kızdı. Fakat sabırlı davrandı.

Şehirli ve ailesi, gündüz sıcaktan kavrularak, gece soğuktan titreyerek beş gece o kapının önünde kaldı.

Şehirli, adamı her gördüğünde selam verdi.

Yahu, ben filanım, adım şudur, tanımadın mı, diye sordu.

Köylü,

Olabilir, ama belki de yalan söylüyorsun. Kimsin, nesin, nereden bileyim? İyi biri de olabilirsin, kötü biri de, diye karşılık verdi.

Şehirli,

Kaç yıldır, hem de aylarca gelip evimde kaldın. Kaç kere soframda tıka basa  karnını doyurdun. Her sene, bütün ihtiyaçlarını temin ettim. Sana sayısız iyiliğim oldu. Bana nasıl böyle davranırsın? İnsan biraz utanır, dedi.

Köylü,

Kardeşim ben seni tanımam. Ne adını bilirim ne de yerini… Hem ben dün ne yediğimi hatırlamayacak kadar dalgınım, diye konuştu.

Şehirli, ona kendini tanıtmaya çalıştıysa da işe yaramadı. Beşinci gece şiddetli bir fırtına koptu ve sağanak yağış başladı.

Şehirli,

Ev sahibini çağırın, kapıya sertçe vurdu.

Köylü uzun bir ısrardan sonra geldi.

Ne var? Ne istiyorsun?, diye sordu.

Şehirli,

Zavallı ailemle birlikte beş günde elli senelik eziyet çektim. Yine de sana hakkımı helal ediyorum. Yalnız ne olursun, şu yağışlı gecede bize bir köşe ver de hepten rezil olmayalım, diyerek adeta yalvardı.

Köylü şu cevabı verdi.

Bahçıvan orada kurt bekler. Eğer bir kurt gelirse vurmak için ok ve yay bulundurur. Onun görevini de üstlenirsen  orada kalabilirsin. Yoksa kendinize başka bir yer arayın.

Adam çaresiz rezil oldu. O daracık yere yerleştiler. Şehirli, bütün gece elinde okla dolanıp durdu. Kurt gözetliyordu. Bu arada kendi kendine söyleniyordu:

Ey Allah’ım, biz buna ve hatta bunun fazlasına bile layığız… Böyle alçaklarla dost olmanın, adam olmayanlara adamlık edenlerin layığı budur!

Sığındıkları yerdeki sivrisinek ve pireler şehirli aileyi perişan etti.

Gece yarısına kadar dişlerini sıktılar.

Öylece yürekleri ağızlarında  beklerken tepeden inen başı boş bir karaltı göründü. Bu hiç şüphesiz bir hayvandı.

Şehirli yayı kurup oku attı. Karaltı düştü. Yuvarlandı. Hayvan düşerken anlaşılmaz bir ses çıkardı.

Yattığı sıcak yatağında hayvanın çıkardığı  o sesi duyan köylü, “Eyvah!” deyip yerinden fırladı. Hemen şehirlinin yanına koşup dövünmeye başladı.

– İnsafsız, eşeğimin sıpasını vurdun, diye bağırıp çağırdı.

Şehirli, vurduğunun kurt olduğunu savunduysa da köylüyü inandıramadı. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

Tanıdım ben. Onun çıkardığı sesi, suyu sirkeden ayırt ettiğim gibi ayırt ederim. Sıpamı vurdun , öldürdün!

Adamı kızdırma. Hem ortalık zifiri karanlık hem de yağmur yağıyor. Karanlık insanı yanıltır. Şiddetli yağmur aldatır.

–  Hayır, durum ortada. Tanıdım, o ses eşeğimin sıpasının sesiydi. Yüzlerce ses arasında bile ben o sesi tanırım.

Şehirli dayanamayıp köylünün yakasına yapıştı.

– Ey sersem! Hilebazın tekisin sen. Bu karanlığın içinde  eşeğin sıpasının  sesini tanıyorsun da yıllarca arkadaşlık ettiğin  beni nasıl tanımıyorsun? Gece yarısı sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?

*** Bu öykü güncel bir çağrışımdır. 800 seneden beri halkımız arasından anlatılmaktadır. Bendeki yankılanma Sofya’da “DOST” kurucu kurultayında oldu.

Köylü Ahmet Doğan’ı  çağrıştırır. Halkından kopmuş, burnu Kaf dağında, iyilikleri unutmuş, nankörlerin başı Drındarlı Ahmet’i.

Şehirli ailesi de Bulgaristan Türklerini çağrıştırır. 26 yıldan beri aldatıldıkça aldatılan zavallı soydaşlarımız.

İzlenimlerim devam edecek.

Reklamlar