Raziye ÇAKIR

İşlerin bu kadar kötüye gideceğini önceden düşünemezdik.

KİRAYA VERİLMİŞ BİR HALK olacağımızı düşünemedik. Bu duygusu artık iyice yerleşmeye başladı.

Burası Pomaklık. Pomaklığın ana kalesi. Bu köylerden gidiş ta 1990’da başladı.

Artık gidip gelenler ve yeni gurbetçiler olarak ikiye ayrılıyorlar. İlk göçler Birleşik Amerika’ya oldu. Bu işte başı çeken, 1970–1990 arası isimlerin ve din haklarının iadesi, hak ve özgürlükler, sürgün ailelerine yardım kampanyaları ve hapislerdeki kardeşlerimizle dayanışmayı örgütleyen, Batı radyolarına Bulgaristan’da “etnik eritme ve Bulgarlaştırma” zulmüne üstüne bilgi akıtan, amansızca başkaldıran savaşçılar soyundan Byalkov ailesinin en küçük oğlu Hasan Byalkov’tu. O, isimlerimizin iade edilmesi mücadelesinde sert dayanıklılıkla sivrildiği için, “Bulgaristan Komünist Partisi ve gizli servis “DC” kulisinde hazırlanan Demokratik Bulgaristan Planlarında “daha rahat bir ortama çekilerek ekarte edilecek olanlar” listesine alındı ve kendisine özel vizeler verilerek Amerika’ya çekildi.

Olaya tam bu açıdan bakıldığında, BULTÜTK Stratejik Araştırma Merkezi yazılarında işlenen, “sınır dışında neo-liberal Pomak elit yaratma” planı, Hasan Byalkov’un Amerikaya çekilmesiyle işleme kondu. Pomakları olaya ısındırmak için daha önce 1972’de Kornitsa İsyanmından sonra Yunanistana oradan da Amerikya geçen ve orada birkaç para biriktiren bazı Pomaklar demokrasi rahmeti habercisi kırlangıç kuşları gibi bizim köylerde uçuştu, Kuran’ın Bulgar diline tercümesini ödediler. Bol bol anlattılar. Kırlangıçlar Pomak gençleri Amerikaya ısıtmak için gelmişti. Amerika’ya yerleşen Byalkov’a, o yıllarda soydaşlarına garantör olma hakkı tanındı, vizeler verildi. Kimileri ailecek göçtü ya Virjinya ovalarında tütün işinde ya da Mayami’de “organik patates” yetiştiriyorlar. Yıllar geçti, devletin Pomak ailelerin hepsini tek yönü biletle “sonsuz imkânlar ülkesine” gönderecek hali olmadığından, yeni-liberal çekici örneğe tanınan fırsat giderek tıkandı. Ne ki, 1990’larda Başlayan Bulgar çöküşü Mesta vadisinde geçim imkânlarını sel gibi aldı götürdü. Tütüne bel bağlayanların umutları tarlalarda kaldı. Tuz torbasını sırtlayanlar ırmak boyunca Ege ovasına inip Ruma kölelik etmeyi denediler. Bulgaristan Avrupa Birliği’ne girince, aynı topluluğun eşit haklı ülkelerindeki farklı geçim kamburu onları bu işten soğuttu.

 

Şu günlerde gurbetçilerini gece uğurlayan. Satovça, Gırmen, Sırnıtsa, Kornitsa ve diğer Mesta vadisi köylü gurbetçiler Sofya uçak alanında Britanya Adasına uçuyor. Gidenlerden birçoğu ilk gurbetçilerin evlatlarıdır. Bulgaristan’da artık ikinci kuşan “gidip gelen” gurbetçi ordusu oluştu.

Onların İrlanda, Şetlanda, İngiltere’yi seçmesi tesadüf değildi. Atalarından işittikleri eski efsanelerde, asırlar öncesi Orta Asya’dan Büyük Denizi aramaya çıktıklarında bütün Avrupa’yı geçip bir büyük adanın sonsuz mavi ufkuna kadar eriştikleri ve oralara yerleştikleri gerçeği vardı. Sonra yine asırlar sonra değişik nedenlerle geri dönüp dağlar güzeli Rodoplara “VATAN” dedikleri anlatılır. Bu kadim kavim hayat verdiği her şeyi çok zor elde ettiğinden dolayı hiç bir şeyi bırakıp gitmek, kapıyı geri dönmemek üzere kapamak istemiyor. Vatan bildiği dağlara, vadilere tırnaklarıyla yapışmış, adına hayat denen güzelliği yaşatmaya çalışıyor.

Gittikleri yerlere de tırnaklarıyla tutunanlar çilek, ahududu, meyve ve sebze üretiyor. 7-8 seneden beri devamlı gidip geldikler tekerler üzerinde furgonlarda da olsa kendi yerleşim mıntıkalarını kurabilmişler. Gurbetçiler orta kuşaktır. Yaşlılar, ev, köy, cami, İslam bekçisidir. Hayvan ve torun bakıyor.Ana baba sevgisi görmeden ikinci bir kuşak yetişiyor. Kendi evlatları olan ilk gurbetçilerin ve şimdi de giden torunlarının hep ağlayan yaşlıların göz bebekleri kurumuş, ana baba şefkati bekleyen torunlara hep gelecek zaman konuşmaktan da usanmışlar.  Gözleri hep yollardadır Yollarsa kendileri kadar eski, yürekleri gibi delik deşik, pantolonları gibi yamalıdır. Evler hep iki üç katlı, kışla gibi, içleri boş, kışı ocak yanan odada geçiriyorlar. Gün boyu akşamı bekleyenler var. Aslında onlar gurbetteki yakınlarının işten furgona dönmelerini ve skeyp bağlantısı kurmayı, hal hatır sormayı bekliyor, Torunlarına ana ve babalarını göstermeyi düşlüyorlar. Ana baba kokusu nedir bilmeyen, kulağı çekilmeden, yanağı öpülmeden büyümeye çalışan çocukların hayatı da başka bir trajedi.

Ekranda yüzler göründüğünde, sesler gelmeye başladığında yaşlıların gönlünde bir ısınma meydana geliyor, gönülleri hoşlaşıyor ve fazla uzatmadan yatıp uyuyorlar.

Köydekiler de yıl boyu boş durmuyor. Tütün, patates, mısır, domates, biber dikip, bağı bahçe bakıyor. Güney Doğu ve Batı Rodoplar’da bu yıl tütünler evde kaldı. Üretici önce 5 levaya vermek istemedi. Havalar birden ısındı. Tütünler sırıkta gevredi. Pastal ve denk yapamayanlar var. Elleri boş. Gençler gitmeye acele etti. Bu yıl her şey yüz üstü kaldı.

Demokrasi oyunu başladı başlayalı Batı Rodoplar’da işler kötüleşiyor. 1990’da yaralar taze ve açıktı. 1972’de ve 1985’te içeri atılanlara 1989 yazında yuvalarından dönmemek üzere uçma hakkı tanındı. XX asır davamızın büyük güçlü motorları yurttan o zaman kovuldu.

Bizi Ahmet Doğan’ın eline bıraktılar. Bilmem biliyor musunuz! A. Doğan’ın ihbarcı ve hain dosyası 40 cilttir, artık 10 cilde toplamışlar, Ocak ayında bağımsız milletvekili Vejdi Raşıdov gidip sayfa sayfa okumuş. “23 gün sürdü” diyor. Varna’da görülen davada Ahmet Doğan hakkında yazılan mahkeme kararını bulamamış ama sözde içeri açılmasının gerekçelerini şöyle anlatıyor:

1)      “DC” den aldığı bir daktilo ile Türk komünist yazar Nazım Hikmet’in bazı şiirlerini

çoğaltıp Varna’ya bağlı Drından köyünde dağıtmak;

2)      Varna limanında gemicilerden aldığı bir Türkçe gazeteden kesikleri dağıtmak ve

3)      Bir ay yıldızlı bayrak resmi bulundurmaktan.

O yıllardan önce Nazım Hikmet’in tüm eserleri Sofya’da 8 ciltlik bir kül yat olarak “Narodna Prosveta” yayın evinde Türk dilinde çıkmıştı ve Nazım Hikmet sever Bulgaristan Türklerinin evlerinde bu büyük kaynak gözde yerde duruyordu, köylerde ve kasabalarda Türk öğrenci olan her yerde okul kitaplıklarında ve okuma evlerinde vardı. Bulgarca çevirisi de 2 cilt olarak çıkmıştı. Bu davayı Üniversite bitirmemiş bir hukuk öğrencisi bile düşürebilir. Öteki savlarsa tamamen saçmadır.

Ahmet hapse ispiyonluk yapmak için sokulmuştu. Neyse…

Tarlalar bu yıl da eşekle, katırla, inekle öküzle sürülecek. Tütün işi kol emeği istiyor. Geçen yılın sırıkları çardakta asılı dururken Mart başında yastık açmaya, ocak ekmeye başlanacak. Bir devir bitmeden ikinci devir dönüyor. Daha önceleri böyle olmazdı, mal değerlendirilerek iyi fiyat üzerinden Pazar bulurdu. Şimdi her şey karman çorman, kimse ne bakana, ne muhtara inanıyor. Özgürlükçüler ekip biçiyor. Hepsinde boş söz çok, vaat etmeye geliyorlar ve bir daha uğramıyorlar. Ne zamandan beri hiçbir şey değişmedi. Değişmiyor, halkın eli boş, umutlar kırık, herkes hayallerin hamalı olmuş, sayıklıyor.

Köylülerin en önde gelen ihtiyaçları üç kalem: 1) yiyecek, 2) giyecek ve 3) ilaç. Diğer giderlerin hepsini bir kalemde toplamışlar, elektrik, su, odun, kömür, ana yurdu ve okul giderleri ve yol parası – bunları Western Union’la gelen parayı bozdurduklarında karşılıyorlar. Gurbetçiler evdekileri boş bırakmıyor, aile bütünlüğü böyle besleniyor, gönderdikleri dövizle ailelerini yaşatıyorlar. Şu dışa gidip gelmeler başlayalı köylerde aile bütünlüğü yeniden düzdü, büyük aile şeklinde toplandı, yaşlılar eve, tarlalara, torunlara baktıklarından aktif duruma geldi.

Gotse Delçev’e bağlı “Brışlen” köyünden Sali Hocov ile konuşuyoruz. O geçen sene İngiltere’de yılın iş örgütçüsü olarak ödüllendirildi. Onun neo-liberal rolü Hasan Byalkov’un Amerika’da sırtladığı vazifeden farklı. İngilizler şimdi bizden vize istemiyor. Ama bu, bu sene böyle oldu, şimdiye kadar İngiliz tarlalarında çalışacaklara davetiye gönderilmesi, işçi tasdik belgesinde davet edilenin resim ve adını ile birlikte pasaport numarası da olması şartı vardı. O bu kanalla Mesta vadisi köylerinde binlerce Pomak genci İngiltere’ye çekti. Emeği de gereği gibi ödüllendirildi. Bir Pomak-Türk köyünden gidip İngiltere’de iş girişimci olarak ödül almak, ancak bizim insanımıza yaraşır. Tebrik ettik kendisini.

O, şimdi de İngiltere’ye işçi almaya gelmiş. Gençlere oradaki iş ve sosyal şartları anlatıyor. Yalnız ya da aile olarak giden işçilerin furgonlarda kaldığını, aile konutlarında mutfak ve tuvalet olduğunu, her furgonda TV ve internet bağlantısı bulunduğunu, yemekleri kendilerinin yaptığını, bir ayda 21 gün işe çıkan bir kişinin 800 Pound biriktirebildiğini anlatıyor. Ellerinde kalan paranın Bulgaristan’da 3 maaşa eşit olduğunu, saat farkının 3 saat olduğunu, aile fertleri, yakınları ve dostlarıyla görüşmelerin akşam saatlerinde yapıldığını, mevsimlik iş eli ihtiyacına göre, ek iş yapanların da kazançlarından memnun olduğunu, genç işçi arandığını sıralıyor. Hocov gideli 9 sene olmuş, “döndüm, çocuklarım sırık gibi uzamış, beni tanıyamadılar, kabul etmiyorlar, başım dertte, bakalım ne yapacağız,” diyor ve liseden sonra orada burslu okurlarsa beni ve eşimi daha iyi anlayacaklarına inanıyorum diye eklitır.

 

O anlatmaya devam ediyor. Onun için gurbetçilikte en küçük detay da çok öenemlidir. Bulgaristanlıların kendi aralarında iş dili olarak ana dillerini kullandıklarını, dini ibadetlerini kaldıkları furgonlarda yaptıklarını, internet üzerinde Bulgar politikasını yakın izlediklerini,  iş yerlerinde tercüman olmadığını, dil öğrenmek isteyenlere cumartesi ve Pazar günlerinde, bir de yağışlı günlerde konuşma dili ders verildiğini, bu derslerin ezberci ve alıştırmalı esas üzerinde olduğunu paylaşıyor.Klasik dil kursu masrafları yüksek olduğundan köylü gençlerin parayı ödemek istemediklerinden, bu yüzden  İngilizcelerini sertifikalı düzeye yükseltemediklerinden yakınırken, bunu yapsalar “yeni kurulacak uluslar arası “Sapareva Banya” kış spor tesisinde görev alabilecekler” diye ekliyor..

Ayrıntılara değinirken, iş alanında örgütleyici veya idarecilerden birinin İngilizce bilen Bulgaristanlı biri olduğundan yönetim sorunları, para havalesi, sigorta, alış veriş ve sağlık konularında kendilerine yardım edildiğini, kimsenin bu ihtiyaçlarda problem yaşamadığını da sözlerine ilave ediyor. Hocov kurulmuş ve çalışan bir iş kurumunu temsil ediyor. İşçi seçmek onun doğal hakkı olmuş, gençlerle konuşuyor, onları sorguluyor.

İngiltere’de sosyal yardım alabilmek içinse, 2014’te yapılan yeni yasa değişikliğine göre, mutlaka bir işe kayıtlı olmak ve haftada en az 9 saat çalışıp ve 150 Pound ücret almış olma şartı getirilmiş. İngiltere’de okumak isteyen lise mezunu Bulgaristanlı gençlere tam burs ödenmesi sorunu kesin  çözüm bulmuş.

Sohbet bambaşka bir yön alıyor:

Hocov, birden bire, “EN İYİ YER VATANDIR” diyor ve “VATANDAN İYİSİ YOKTUR” diye ekliyor. Bu gelişinde köyünde Molla İbrahimler ailesine uğramış, onun ekibinde çalışan oğul ve gelinlerinin gönderdiği üç beş parayı yaşlılara verdikten sonra yavaşça yanlarına sokulan 5 yaşındaki Ayşe kız: “NENE BENİM ANAM BABAM VAR MI?” diye sorduğunda donup kalmış, gözyaşlarımı tutamadım, ağılamaya başladım, arkadaşlarımın evladını öperek avuttum, diyor. Onun kanısına göre, insanlar birbirini uzaktan da sevebilir ama kaynaşamaz, Bulgaristan’da şimdiye kadar sağlıklı ve birlik olan ailelerin gelecek kuşak dağılma tehlikesi var. Şimdiki genç kuşak ana baba sevgisi görmeden yetişiyor. Böyle bir durum İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da yaşanmıştır.Alman örneğinde, aile ilişkileri harap olmuştur. Nikâhsız beraberlik İngiltere’de de çok yaygındır. Gurbetten dönenlerin getirdiği örneklerde ilham alınacak bir yan yoktur şeklinde konuşurken, “bizim en büyük gücümüz 2-3 katlı evlerimiz değil, şimdiye kadar parçalanmamış olmamızdır,”  paralarımızı Bulgar bankalarına aktarmıyoruz, bütün Pomak-Türklerin paralarını birleştirip bir anonim ortaklık olarak kendi topraklarımızı gül bahçesi yapmak özlemiyle çekiyoruz bu çileyi derken içini döküyor.

 

Hocov, “aile düzenimiz bozulursa bu çileye dayanılmaz, parası kör olsun, dedi ve kesti.

 

Başka bir gurbetçi olan Kör Allatın oğlu Aydın GEÇİŞ DÖNEMİ’ nin neden kısır kaldığı, sorunca konu değişiyor.Bulgar halkının neden kendi imkân ve güçlerine güvenmeyip her şeyi dışardan beklediği gibi sorular sohbet masasına döküldü.

25 yıldan beri sürünen “GEÇİŞ DÖNEMİ”  gurbetçilerimiz tarafından bu ülkeyi “iş bilmeyen adamlar yönetiyor” şeklinde yorumlanıyor. “Politikacılar artist” deyenler var.

Gurbetçiler Ahmet Doğan’ın “turp gibi sağlıklı” olduğunu, Rodop barajlarından aldığı 2 milyon leva parayı kıtır kıtır yediğini, devletin onun için her ay 70 bin leva gideri olduğunu öğrenmişler, ortaya çıksın da “yüzüne şöyle bir tükürelim” diyorlar.

Şimdi Lütfü Mestan’a da koruma tesis edildiğini öğrenenler ise, çok korkuyorsa, dönsük köyüne, onların köyünden zaten adam çıkmamış, orta direk olur, diye laflıyorlar.

 

Haskovo köylerinden Tevfik Mehmetov uzun süre Almanya’da sonra da Hollanda’da çiçek işinde çalışmış, yeter, çok oldu, bizde de işler yoluna girmiştir, başkalarına kölelik etmektense, kendi yerimizde, insanlarımızla beraber çalışırım niyetiyle, birkaç para toplayınca gurbet sevdasını boşamış ve dönmüş.

Niyetini anlatıyor: “Bir sera üretimi geliştirip termal sulardan da bir nebze yararlanarak, iki kat raflarda talaş içinde, orada gördüğüm ve çalıştığım usulle çilek üretmeyi düşündüm.” diyor.

Hele Hollanda’da öğrenip gördüklerinden faydalanarak bu işe sarılırsam başarılı olabilirim, kendime güveniyorum, derken, evrakları toplayıp “Tarım Fonundan” ödenek istediğini,  beklerken işi elinden kaçırmaktan korktuğunu, işler çok yavaş geliştiğini, genel ve can sıkıcı bir durgunluk olduğunu, parayı verelim ama “% 15’ini geri vereceksin” dediklerini paylaşıyor. Bu geri topladıkları paralarla seçim arifesinden oy almak için Çingenelerin elektrik su borçları ödeniyormuş. Bu işin başı sonu yok, bende alıp ona vermek, bu arada yarısını cebe sokmak adetten oldu. Büyük ve kalın bir süpürge lazım, süpürge oynamadan bu çöp temizlenmez, yağmura kara alıştı, dayanıklı çıktılar.

Bizim gurbetçilere göre, demokrasinin en büyük getirisi, Kırmızı Pasaportlar oldu.

Genç nesil dünyaya açıldı. Okumuşlar 3-4 defa daha yüksek maaş almak için ülkemizden kaçıyor. Almanya, Avusturya, İrlanda, Fransa’dan aydınlar da 3-4 defa daha yüksek maaş için Birleşik Amerika ve Kanada’ya kaçıyor. Ama bu işten zarar gören yalnız Bulgaristan gibi yoksul ülkeler oluyor. Doğu Avrupa ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri oluyor. Çünkü Almanya’dan Amerika’ya göç eden bir doktorun yerini Bulgaristan’dan giden bir uzman hekim doldururken onun köy ve belediye sağlık merkezlerinde, il hastanelerindeki yeri boş kalıyor. Bu iş tütünde, inşaatta, fabrika işlerinde de böyledir. Son iki yılda 7 bin doktor, bir o kadar mühendis, bir o kadar bilim adamı ve defalarca daha büyük rakamlarda tarım ve sanayi işçisi yurdumuzu terk etti. Onlar oralardan kaç para gönderirlerse göndersinler, beraberlerinde kaç Euro getirirlerse getirsinler, bizdeki çöküş ve genel gerileme devam ediyor. Boşalan bir gölün taşıma suyla dolmayacağını herkes biliyor. Bu gerçeğin en parlak ismi, Saraylılar tarafından KİRAYA VERİLEN BİR HALK olmamızdır. Çok acı ama kadet!

 

Reklamlar