BGSAM -2 / 21 03 2018

Kaynak: Fakti. Bg, tarih 19 Mart 2018. Sofya

Bulgar dilinden Türkçeleştirilmiştir.

Konu:  Dosyaların içinden

 

Şu dosyalardan anlatılanlar tüyler ürpertiyor. Bize yıllarca sosyalizmde cinayet işlenmediği aşılanmıştı. Nedir bu ölüm cezaları, infazlar, seri cinayetler?!  Bir ninenin torununu ocağa attığını, bir kadının kocasını kesip kavanoza doldurduğunu, ölüm odalarını ve seri infazları ilk kez işittim. Ne oluyor. Hem de henüz politik cinayetlere geçmedik!

Bulgaristan’da ölüm cezası vardı.

Ölüm cezasına karşı olanların elindeki en güçlü delil, devletin insan canını almaya hakkı olmaması isteğiydi. İnsanlar yeni zamanlarda “göz göze, diş dişe” hırsından sıyrılmamızı istiyorlardı.

İnsan hakları örgütlerinin yükselen sesinde şu vardı: “Bir adam bir evi ateşe verdiyse, ceza olarak onun evini yakmıyorlar.” Onlar, ölüm cezasının kaldırılması için direnirken verdikleri örneklerde, Birleşik Amerika’nın bazı eyaletlerinde de ölüm cezası var, infazlar yapılıyor, fakat işlenen suçlarda azalma olmuyor, diyorlardı. Bu konu üzerinde araştırma yapan psikologlar ise, doğuştan katil olan kişilerin kendi hayatlarını telef ederken olduğu gibi, başkalarını hayatına saldırırken de, asla düşünmediklerine hep vurgu yaptılar.

Ne de olsa, ölüm cezası verilmesine karşı en güçlü kanır her zaman “yargı yanlışı” oldu.

Bir kişi haksız yere yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldığında, “yargı yanlışı” artık mezarın dibindedir.

Bulgaristan’da bugün de sosyalizm yıllarında ölüm cezası alanların, kısa yoldan öldürüleceklerine, uran madenlerine gönderildiği anlatılır. Mahkûmlara madenci elbisesi bile verilmeden, 14–15 saat çalıştırıldıkları bilinir. Sabahları ısıtılmış su ve ekmek kenarı, öğlen ve akşamlık olarak da bulamaç gibi çorba yedikleri unutulmamıştır. Madende şualaşanlar 3-4 ayda hastalanıp ölürlerdi. Onlardan kurtulmak için devletin bu yolu seçmesinin nedeni ise devlet bütçesi için masrafsız olmasıydı.

Ağızdan ağza dolaşanlar arasında, Birinci bölümde anlattığımız “dehşet odası” uygulamasının aslında gösteriş olsun ve gerçekleri gizlemek için 10 Kasım 1989’dan sonra kurulduğu da var. O zamana kadar idam cezası almış olanların köy kenarında, dere boylarında kuduz köpek gibi kurşuna dizilip kenara itildiği anlatılır. Olaylar, içerdekiler arasında çıkan bir kavga sonucu olarak gösterilmek suretiyle, idamlıklar içerde öldürüldükten sonra, araç römorka atılarak kırlara çıkarılıyor ve derelere tekerleniyordu. Ölüm cezasına çarptırılan kadınlar ise yolunu bulup içerde hamile kalıyor ve cezanın kaldırılmasını ve af beklemeye başlıyordu.

“Loveç”, “Belene” ve Skrevena” Kamplarında işlenen vahşi suçların unutulmayan acıları hala uğultularda yaşıyor. Buralardaki gaddarlığın adı sadizm zulmüdür. Gardiyanlar insanları odunla dövüyor, cesetlerini domuzlara atıyordu. Hiç suçu olmayan vatandaşların “koşulları çok ağır olan toplama kamplarına göndermek” ölüm cezasına eşdeğer bir uygulamaydı. Kamplardaki tutukluların sağ kalmasına ya kısmetleri ya da yukarıdan birisinin müdahale etmesi şans olurdu.

Bulgaristan’da kurşuna dizilerek öldürülen en genç kurban, Tepeler şehri (Filibe) Katolik Kilisesi Papazı Pavel Cicev’tir. O, 1952’de casus suçlamasıyla tutuklanmıştır. Filibe kasaplarının birinde “Etlerin iyisi Moskova’ya gidiyor, kalan da bize satılıyor” sözleri tutuklanıp yargılanmasına gerekçe olmuştur. Tutuklanır tutuklanmaz kurşuna dizilmiştir. Yakınlarına haber verilmemiştir.  1952 yılının güzünde, Cicev’in görev yaptığı Kilisedeki kadın keşişlerden biri olan Tsanka Ronçeva, üzerinde “Kızardeşime teslim edilsin” yazan bir koli almış ve içinden bir çift çarık ve papazın elbiseleri çıkmıştır.”

Cicevi ailesi ölüm haberini 1996 yılında almıştır.

Kurşuna dizilen papazın yeğeni olan Petır Cicov paylaşıyor: “ Yıllar yılı birçok erkek ve bayan teyzemin kapısını çaldı, kardeşinin hapishanede olduğunu iddia ederek, içeri götürüp vereceklerini vaat ederek, para ve yiyecek istediler.” Yakınları Pavel Cicev’ten hiç bir haber gelmeyince artık hayatta olanlar arasında olmadığını duyumsayarak vermemişlerdir.

O zaman kalem kırmak kolaydı.

Mahkemelerin verdiği yanlış kararlar anlatılırken, şu olay da her defasında hatırlanır.

Sosyalizm yıllarında, daha doğrusu 1970’lern sonlarında Sofya’da bir evde karı koca arasında bir kavga çıkar. Kadın kapıyı çekip gider. Kocası bir gün beş gün beklese de, kadın dönmez. Üstü başı yırtılmış, şiddet görmüş, kanlar içinde yatan ve daha sonra şiddetle boğulduğu tespit edilen kadın başkent yakınlarındaki “Lozen” köyü kırında bulunmuştur. Polisler kocasını tutuklamış ve komşulardan topladıkları derme çatma delillerle yargılanan kocaya “idam cezası” kesilmiş ve kısa bir süre sonra kurşunlanarak öldürülmüştür.  Aradan bir ay geçer geçmez olay çorap gibi sökülmeye başlamış ve katilin Sofya köylerinde bir işkenceci olduğu ortaya çıkmış. 3 yıl sonra o da ölüm cezası alsa da, olan toprak altında çürüyene olmuş.

1990’da idamlıklara süre erteleme uygulanmazdan önce, kurşuna dizilerek öldürülenlerden biri olan ve birçok kişinin canına kıyan Nikolay Tsaykin, işlediği son cinayetlerden sonra tutuklansa da, polisin elinden kaçarak, Karlovo şehrinde 4 katlı bir apartmana saklanmıştır. Olacak işte, katil Tsaykin’in saklandığı dairenin bir altındaki dairede, birkaç hafta önce doğum yapan ve bebesiyle birlikte oturan gardiyan Geno Yunakov’un kızıdır. Bir gün kucağındaki bebekle birlikte balkonuna çıkar, apartmanı kuşatan polisler kapıları kırıp içeri girişini ve caniyi nasıl yakaladıklarını izler, vahşetten süttü kesilir.

Ertesi gün Filibe (Plovdiv) lokantalarından birinde Yunakov katil Tsaykin’i nasıl tutukladığını ballandıra ballandıra anlatırken, karşı masadan bir Bayan seyreder. O, 100 US Dolar verseler hemen gidip canına kıyarım dediğinde, kadın yüksek sesle çığlık atmaya başlar. Oysa oturan Bayan katilin eşiymiş.

Bulgaristan

Not: Avrupa Birliği’ne üye alınırken Bulgaristan’a koşulan şartlardan birisinde, “Belene” Ölüm Kampı, diğer toplama kampları ve hapishane dosyalarını açması istendi. Fakat henüz bu dosyaların hiç biri açılmadı. Dönmeyen tutukluların kaderi bilinmiyor.

Yazdıklarımız hapishanelerde gardiyan ve cellâtların ve bugünün muhtarlarının köy meyhanelerinde anlattıklarından seçmelerdir.

Bulgaristan toplumunda büyük bir sıkıntı ve huzursuzluk var. Bunun temelindeki ateş ocağı toplumun içinde bulunduğu ve kalkmayan karanlıktır. Geçmişin konuşulmaması isteniyor. Çünkü totalitarizm yılları ejderhasından korkmayan vatandaş yok.  “Belene” kahramanlarımızın neden sustuğunu sanki anlamaya başladık. Fakat politikacılarımızın yere bakıp yutkunmalarına henüz bir anlam veremiyoruz.

Reklamlar