Levent RASİM

Tarih: 20 Mart 2017

Konu: Yalan güçlüye söylenir.

 

Yaş, gençliğimin doruğunda. Örenebildik mi bu hayatta bir şeyler gibi, fikirler sivriliyor aklımda bazen. Bizde üst kademe ideolojiden konuşuyor yani fikir alış verilinde bulunuyor. Orta katman siyaset telinden çalıyor ama akort tutturamıyor. Alt kesimse olay yontuyor. Ben neredeyim acaba!

 

Daha önce birkaç kitabını okuduğum Analiz ve Marketing Merkezi’nden sosyolog  Yuliy Pavlov, bütün Bulgar basın, radyo ve TV programları “Türkiye Bulgaristan’ın iç işlerine karışıyor” derken, “yok böyle bir şey” diye vurgu yaptı. Görmüyor musunuz? Fransız, Alman, Rus ve diğer yetkililer “zır zır gün boyu parti merkezlerini arıyor, işimize karışanlar asıl onlar” dedi. “Türklerin elinde kara yosun var” – seçimlerde Türkiye izi var –  diyenlerin iddiası bu defa da tutmadı. Elimiz yüzümüz ter temiz.

 

Bizde bu seçim fırtınalı esince millet adeta kanatlandı. Yine muhtaç oldular. Kapımızı çaldılar. Ruhumuz yeşerdi. Hiç kimsenin kanadı olmasa da herkes uçmaya hazır. Eller uzanmış Güneşi tutacak. Tutup da ne yapacak?

Bizde toplum üçü bölünmüş. % 40 orta direk, % 33 sağda, % 25 dolayında bir kitlede solda olduğunu iddia ediyor. 1112 kişiyle yapılan son anket sonuçlarına bakılırsa 26 Mart seçimlerinde meclis yalnız 5 parti giriyor. Klasman şöyle:

 

GERB partisi oyların  % 27.5’ini alarak 81 ile 90 arasında sandalye alabilir.

BSP partisi oyların     % 27.’ını alarak   79 ile 88 arasında sandalye alabilir.

DPS partisi oyların     % 10,1’ini alarak  26 ile 31 arasında sandalye alabilir.

Birleşik Yurtseverler oyların    %8.9’unu alarak 24 ile 29 arasında sandalye alabilir ve

“İrade” (Volya) partisi oyların %5.5’ini alarak 14 ile 19 arasında sandalye alabilir.

Tüm diğer partiler % 4 barajını aşamıyor, “DOST Birliği”nin alacağı muhtemel oy oranıda % 2’yi aşmıyor.

 

“Burada “İrade” partisinden başka mucize getiren parti yok. İnsanoğlu Gines’ten her konuda sicil numarası kapma peşinde. Bizde, hortlayan Türk düşmanlığı karşısında durum aynı.

Rusya’nın Şuya kasabasından bir anne 69 çocuk doğurmuş. 183 yıl uğraştıktan sonra Danimarka da emperyalist bankaların borç faiz sülüklerinin hepsini koparıp atmış, ezmiş ve ulusal kurtuluş bayramına hazırlık görüyor.

 

Bizim Deliorman’da koşulardan bşraz duraklayan “yalan söyleme yarışı” yeniden hızlandı. Yalancılardan hiç birinde henüz Gines sertifikası yok. Yalan dinleyenler adeta uyuşuyor. Hayal edenler rüyada gibi Akıl çelmek isteyenler arasında kavga çıkmıyor. Kavgasız gürültüsüz bir şekerleme dönemi daha, hafta sonunda sona erecek.

 

Yalan güçlere söylenir. Yalanlar insanı güçlü kılar. Büyük yalan dinleyenlerin hayali daha büyük olur! Hepimiz hayallerin hamallarıyız. Yalan dinlemek goncaları açmış yaylada umut kovalamak gibi. Yalan dediğin bulut olsa,  herkes kapı pencere açar bize gir diye dua eder. Bu insan doğasında var. O, kâh veda şarkısı söyler,  kâh kavuştum diye çığlık atar.

 

Bu seçimde iyice paramparça olduk da, bir de yeniden ikiye ayrıldık.

Artık ülkemde okumuş bir kız doğum yaparsa, dairesini faizsiz banka kredisiyle ve metre karesini 300 Euro’dan alabilecek. Okuyamayanlar, 16’sında doğuranlar ya da üniversiteye yazılamayanlar, Yüksek Öğrenim harcını ödeyemeyenler, Türkiye’de ya da Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetinde okuyup Bulgaristan’da diploması tanınmayanlar, gençlerin % 44’ünü oluşturan okula gidip okumayı sökemeyenler GETTO ortamında ömür boyu sürünecekler. Bu gidişle bizde bu alt katman olay anlatanlar sınıfına bile alınmayacak. Yine ikiye bölündük ve bu defa da kalabalık arasında kaldık. 250 Bulgaristan Müslüman’ı dışında hepimiz sefillik çizgisi altında yaşıyormuşuz. Toplum olarak ise AB ülkeleri arasında alt çizgisinin altındaymışız. Sürünmeye alıştık bakalım nereye kadar…

 

Bu yeni çıkan uygulamaları Macaristan’dan çalmışız. Onlar doğum yapan yüksek öğrenimli Macar kızlara 30 bin Euro ödül vermeye başlamışlar. Yalan deyip de geçmeyiniz, bazen tutuyor. 1990’dan beri zenginleşen ve kazanç kaynağını gösteremeyenlerin malına mülküne, senet sepetine el koymayı öngören yasa metnini de Romanya’dan çalmışız da, Tuna Köprülerinden geçirememişiz.

 

İnsanlık tarihinin hiçbir aşamasında yüksek tahsillilerin daha sağlıklı, daha zeki, evlat doğurduğunu işitmemiştir. Bizde “çamur içinde oynayarak yetişti, adam oldu” denir.  “Çarşaf çocuklarından hayır olmaz” değimi yaygındır. Çarpık işler yakışır mı hiç bizim sevdamıza diye düşündükçe çıldıracağım. Deliorman yüzüme gülüyor. Tohumu kurumuş çimenden çayır, özü kurumuş fidanlardan orman olmaz deyip alay ediyorlar. Aslında ortalıkta dolaşan büyük bir tehlike var: Yalan dinlemekten zevk alanlar tükenirse, ne yaparız korkusu var!!! Hayatı bıraktığımız yerde bekletmemiz imkânsız. DPS yeni şefi Nedelino’da konuşmuş ve “Korkmayın!” demiş. Halk da hep bir ağızdan “Elimiz boş, cebimiz boş! Neden korkalım!” cevabını vermiş.

 

Seçime gün sayarken, 150 leva emekli maaşına, Allah bin bereket versin deyen, çenesini bastona dayanmış, kasketli yaşlılarımızın ayda 10 bin leva ile geçinenleri dinlemesi boş iş. Tok acın halinden anlamaz… Durum böyle de, birkaç gün önce, ilkyazın ilk gününde, Güneşin bulutları kovalayıp ortalığı tam ısıttığı bir ara, oy istemek için kahvemize gelen sirkesi keskinlerden birisine, çavdar, nohut ve biraz da çekirdek karışımı kahvemizin kalın kaymaklısından ikram ettik. İlk yudumu çekmeden, başını kaldırıp hepimizi şöyle bir süzerken “siz hepiniz siğilsiniz” dedi.

 

Kulağa geleni birden kavrayamayan bizim bastonlular:

  • Kütük mü yaracaksın? Kaya mı yontacaksın? İkisi de var.” dediler.

Söze devam ederken, fincandan yudumladıktan sonra, partisinin adını söyleyen ama daha önce işitmediğimiz için hiç birimizin ilgisini çekemeyen genç siyasetçi bakımlı ellerini uzatarak şöyle devam etti:

–      “Siz Türkler, Bulgar toplumunun ellerinde siğilsiniz?” Oyunuzu bana verirseniz, ben sizi bu dertten kurtaracağım.”  Bakın ne kadar temizler der gibi ellerini hafiften ovuştururken sanki bakın ne kadar tertemiz, “siğil” falan yok, ama ne yazık ki siz kendiniz Bulgar milliyetçilerin kafasında bir tür temizlenmesi gereken “siğilsiniz”  demek istiyordu.

Bizimkiler,

  • Anladık, sakın endişelenmeyin, gelen bahardır, kurbağalar tükürse bile,

oğlanlarda kara yosun,  genç kızlarda temriye belirebilir. Siz gölünüzü hoş tutun, ilk belirtilerini görür görmez siğil otu basarız, dere boyu siğil otu dolu, toplatıp basarız.

Sarıp sarmalarız. İz kalmaz” dediler ve arkasını şöyle getirdiler: “Kimde, nerede gördün? Söyle de bilelim, hallederiz.

  • Devlette” dedi siyaset adamı. “Devletin elinde, yüzünde, dilinde, karar ve

tutanaklarındaki siğil sizsiniz. Sizden kurtulmak istiyorlar. Sizi ancak ben kurtarabilirim. Oyunuzu bana verin, beni seçin, sizi kurtarayım. Kılınıza dokundurmam” dedi sert bir kararlılıkla ve sesi de birden bire kalınlaşıverdi.

 

İyi dinleyenlerden biri sayılan Yusuf dedeyle işi istişare edenler aralarında hemen fısıldandı:

 

–    “Nedir bu hal? Ne oldu?” yoksa “Benden önce başkasına söz mü verdiniz?” diye sordu gömlek yakası ve sakalı aynı renk olan genç siyasetçi.

Yaşlılar arasında en yaşlı geçen Hilmi dede:

  • Biz durumumuzdan memnunuz. Devlet kara yosun olmuşsa biz kurtarırız.

anlayamadık. Bizim buralarda o dediğin gençlerin ellerinde belirir. Bulgar devletinin elinde gözünde kulağında kara yosun mu belirmiş! Aklım oraya takıldı. Eskiden de olmuştu. Ben 3 büyük göç yaşadım. İnsanları yurtlarından kovmakla kara yosun temizlenmez. Devlet bizim de devletimizdir. Mehlem gönderelim. Savar!”  diyerek anlatmaya çalıştı.

 

Oy istemeye gelen yeniden atıldı ortaya:

  • Dediklerimi sanki anlayamadınız. Siğil yani kara yosun, temriye siz

kendinizsiniz. Sizden kurtulmak istiyorlar” anlatmak istediğim budur. “Sizi uyarmaya geldim.” Yeniden ellerini uzattı. “Bulgarlar benim ellerim gibi ırk olarak tertemiz olmak istiyorlar. Sizi yabancı bir parazit yani siğil olarak gördükleri için, hepinizden kurtulma yolları arıyorlar” diye sıkıla çekile uzunca anlattı.

 

– “Bizim burada o sizin elleriniz gibi el olmaz. Ekip biçme, çapa orak işlerinde eller nasır tutar, çatlar, damarlar fırlar, cilt gerilir buruşur, ama temizdir. Bizim ellerimiz bizimdir. Satılık değildir. Ben bu ellerle, bu yaşta, ahırımda 5 inek ve 3 düve bakıyorum. Kürek-yaba elimden düşmez, Ot-yem sepeti sırtımda, bu işin soğu sıcağı var, kremle falan olmaz” diyerek söze karışan Büyük Rüştü, “o demek istediğin olursa, bu işler de yüz üstü kalır. Yanlışları tekrarlamaya gerek yok, hem de bu işi öyle bir kişi, iki kışı ne bozabilir, ne de düzeltebilir” diye ekledi. “Her koyun kendi bacağından asılır, alın yazısı işte,” derken kasketini öne çekti.

 

Yaşlılardan Mehmet aga, önce yerine yeniden yerleşti ve yavaş yavaş anlatırken“Aman pek güzel, pek isabetli olmuş. Geldin de birinci ağızdan işitmiş olduk. Demek eski hırsları henüz soğumamış. Herkes yanlışlardan ders alamaz. Bulgar da bizim burasının asil nüfusu olduğumuzu bir türlü içine sindiremedi. Toprak bize ısınmış, biz toprağa sarılmışız, gönül vermişiz dobra dobra. Demek Bulgar devleti artık olgunluk çağına erişmiş ki, kara yosun yapışmış.  Bu günü çoktan beklerdik. Gençlik illetidir gelir geçer. Hadi hayırlısı. Dert var, derman var! Biz buradayız, derdini anlatan derman bulur. Hiç çekinmeden gelsinler, bizim derede siğil otu erken biter, derman yolda, haber götür.” dedi.

Unca yol tepip oy istemeye gelen ama derdini yanlış anlatan aracına bindi ve çekip gitti.

Kapı çalan seçimler. Derede yeşeren siğil otları…  Derdi olmayan derman aramaz…Yalan güçlüye söylenir.ve Hilmi, Hasan, Mehmet dedelerinin bilgeliyle dolu Orman denizi. Bizi dert etmeyin yolunu yordamını öğreten ani bir buluşma.

Hadi şu seçim gelsin geçsin de işimize bakalım.

Reklamlar