Dr. Mustafa KAHRAMAN

Konu:  Bulgar karakterini tanımadan Bulgaristan’la ilgili oyun kuramayız

Eskiden Bulgarların evlerinde kalın örtüler vardı. Yere serilir veya örtünmek için kullanılırdı. Dokunmuş olduklarında Bulgar dilinde halı (kilim) olarak tarif edilirler. Öteki insanlar gibi onların hayatının da üçte biri uykuda, hele kış aylarında önemli bir kesimi ocak başında ya da kalın örtü çullanmış veya örtünmüş olarak geçtiğinden dillerine harfi tercümede “kalın kilim yasası” olan bir halk değimi belirmiştir. Biz de bu değimi,  yazımızda onu kalın kilim yasası olarak kullanacağız.

Yasanın etki alanına öncelikle Bulgarların kendilerini koruma içgüdüsü girer. Bulgarların milli karakteri üzerinde yıllar yılı inceleme ve araştırma yapmış halk bilimciler şu sonuca varmıştır. Kalın kilim yasası bir ayarlama veya dengeleme kuralıdır. Bir halk olarak Bulgarların ikiyüzlü karakter sahibi olduğunu, düşündüğünden farklı konuştuğunu ve bambaşka işler yaptığını gösteren, ikili Bulgar huyunu ortaya koyar.

Bulgar huyu, Türkçemizdeki “sözünün eri”, “sözüm senet” ya da “sözü bir özü bir” gibi değimlerle ifade edilen durumlara uymaz. Bulgar karakterinin büyük bölümünde belirleyici olan fikre aykırı fikir ve çelişkili bir düğümdür..

Araştırma konumuz ikili huyun özünde, yapan ve yadsıyan, koruyan ve çalan, çalışan ve işten kaçan, gitme deyen ve kovan, iktidar düşmanlığı ve vatan sevgisi, öteleyen ve sizsiz olamayız deyen vs vs yan yanadır. Başka bir değişle, böylesi bir ortamda doğal ve sağlıklı tohum aransa da bulunamaz. İşte bu durum, 6 Kasım 2016 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimleri için de belirleyici olandır. Aday bulunamıyor gibi bir hava var. Çünkü ikililik, üçlülük, beşlilik olmuş ve toplumu parçalamıştır. Sosyalistlerle HÖH-cü Moskofçular Rusçu bir aday ararken, bugünkü jeopolitik ortamda hem de Batıcı ve NATO-cu bir kişi bulunabilmesi zor. Aday gösterilmek için seçilenler vazgeçiyorlar. 1990’lı yılların siyasi yıldızları birer ikişer adaylıktan çekildi. İktidar partisi GERB de aday gösteremiyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olabilir fikri ise henüz dile gelmedi.

Biz Bulgaristanlı Türkleri göçe zorlarken de, resmi propaganda küstah davranmış,  “ama gitmeyin, sizsiz ne yaparız” demişti. Türkler tutuklayıp “Belene” kampına götürürken de, “bir sorun vardı da neden gizledin, söyleseydin böyle olmazdı!” demiyorlar mıydı? 1990’da parti kurmamıza sanki sevinmişlerdi, oysa partilerinin içine hain-ajan sürüsü yerleştirebildiklerine seviniyorlarmış. Bu örnekler sıralamakla bitmez. Şimdi Kırcaali köylerini belediye yönetiminden ayırmak için planlar yapıyorlar. Bu kavga çok eskidir ve 1913’deki durumuna bir göz atalım:

Bir yandan insan haklarımızın tanındığını ve Bulgaristan’da ayrım yapılmadığını savunuyorlar, aynı zamanda Türklerin en kutsal bayramlarının anılmasına bile izin vermiyorlar. Bilindiği üzere 16 Ağustos günü, Rodoplardaki Türkler açısından önemli bir tarihtir. Çünkü Batı Trakya Cumhuriyetinin temelleri ilk defa 16 Ağustos 1913’te Koşukavak’ta yerel bir idarenin kurulması ve başına Kamber Ağa’nın getirilmesiyle atılmıştır. Olayın öyküsü kısaca şu şekildedir. 15 Ağustos 1915’te kuşçubaşı Eşref komutasında hareket eden 116 kişiden oluşan müfreze, 16 Ağustos’ta Koşukavak’ta 1200 kişiden oluşan Domuzçiev çetesini yok eder ve yerel hükümeti kurar. Eğiri Dere’de de sırasıyla 18 Ağustos’ta Mestanlı ve 19 Ağustos’ta Kırcaali’ye girilir. Kırcaali’de ise Talat Paşa’nın dayısı Emin Ağa ve Mustafa Bey’in yardımıyla 600 kişilik bir silahlı müfreze oluşturulur. Bu arada hem Kırcaali’de hem de Mestanlı da hükümet reisleri atanır. Bölgeden katılımlarla birlikte sayısı her geçen gün artan müfreze, çok kısa bir sürede Rodopların ve Batı Trakya’nın hemen hemen tamamında kontrolü ele geçirir. 31 Ağustos’ta Batı Trakya’nın merkezi konomundaki Gümülcine’yi; ardından da 1 Eylülde de İskeçe’yi geri alır. Artık Orta köy, Paşmaklı, Yenice, Habibçe, Harmanlı, Eğiri Dere, Koşukavak, Kırcaali, Mestanlı, Cama-i Bala, Darıdere, Nevrekop, Gümülcüne ve İskeçe, kısaca tüm Batı Trakya, tamamı Süleyman Askeri Bey komutasındaki birliklerin kontrolü altındadır. Avrupa’dan gelen baskılar üzerine, Osmanlı Devleti ile tüm başların koparıldığı ve Batı Trakya Geçici Hükümeti adıyla yeni bir idarenin kurulduğu 31 Ağustos 1913’te “Allah’ımıza dayanarak ve benliğimize güvenerek bu günden itibaren İslam’ı, Hıristiyan’ı, Türkü, Bulgar’ı aynı hukuka malik olmak şartıyla Garbi Trakya Hükümeti Müstakil esi’ni ilan etmiş olduk” şeklinde tüm dünyaya duyurur.

Bulgar ikiliğinin içindeki bir özellik de kendisi için yararlı olmayan gerçekleri unutturmaktan geçer. Batı Trakya Geçici Hükümeti’ni bilen kaç kişimiz var ki? Bu vesileyle anmış olduğumuz yıldönümü Bulgar ders kitaplarına alınmamıştır. Bulgaristanlı Müslüman Türklerin tarihinde çok önemli bir dönem olmasına karşı asla günden konusu edilmez, anılmaz, andırılmaz.

Bu örnekler Bulgarin kafasında değer yargısı sistemlerinin iki adet olduğuna işaret eder. O, kendi isteğiyle istemediğini – birisini – silerken, başkalarının da gerçekleri bilmesini istemez. Bu gerçeği göç olaylarında da gördük. Zulüm ve diğer gerçek nedenler açıklanmadı.  1878’den beri Türkiye’ye 6 büyük kitle göçü olmasına karşın hiç biri doğru dürüst anlatılmadı. Oysa Bulgar ekonomisini ve sosyal hayatını felce uğratan göçler oldu. İnsansız kalan köylerde tarlalar mahsul vermez. “Büyük Göç”ten sonra memleket çoraklaştı.

Bununla birlikte pek değinilmek istenmeyen bir olay da, Türkiye başta olmak üzere, dış ülkelerde 3 milyon kişiden fazla insanı toplayan bir Bulgaristanlı diasporası olmasıdır. Zorla göçler dışında vatandaşların Bulgaristan’ı neden terk ettikleri konusu işlenmiyor. Bu olay ele alınmadığı gibi,   Sırbistan, Makedonya ve Ukrayna’daki Bulgarlar diyasporası ile sınırlanır. Onlara değişik kültürel yardımlarda bulunulurken kütüphaneler açılırken, konserler verilir ya da öğrenciler Bulgaristan Üniversitelerinde okutulur. Bu değer yargısı sisteminin birinci yanı Bulgar evde çullandığı kalın kilimin altındayken düşündüklerine kilitlenir, ikinci sistemde topum içine girdiğinde, resmi makamlar önünde, fikri açıklayacağı zaman açılır ve tamamen farklı bir tavır gösterir. Bu yüzden olacak Türkçemizdeki “Evdeki hesap çarşıya uymadı” ya da N. Hoca incilerinden “Parayı veren düdüğü çalar” Bulgar halk kültüründe “Meyhanecisiz yapılan hesap” şeklindedir. Evde ocak başında kalın kilim üzerinde halk sanki özüyle baş başadır. Gönlü açıktır. Halıya çöktüğünde kendinden başka kimseden korkmadığından samimi düşünür, hayal edip arzular. Dışarıda yaşadıklarını karısına anlatırken ise, tamamen bambaşka şeyler paylaşır. Arzularını anlatır.  Bu arada kurguları her zaman Türklere ve İslam’a karşı olmuştur. Bulgar karakterinin özündeki bir yarıyı belirleyense işte bu kalın kilim altında ya da üzerinde düşündükleridir.  Bu kurguların tuzu ve biberi hep Türk düşmanlığında ağız tadı bulur.

Kilimde kalkıp toplum içine girdiğinde o bambaşka bir kişi olur. Kalın örtünün altındayken nefret edip lanetlediklerini hayatın günlük akışı kıskacında övüp sıvazlar, yüzlerine gülümser. Evde küfrettiklerinin toplumda elini öper. Biz Müslüman Türkler bunu her gün yaşamışızdır. Cami ve okullarımızı kapatanların, isimlerimizi değiştiren ve kültürümüzü hiçe sayanların tolerans masalları pilav gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunulmuştur. Sofya “Banya Başı” camiinde secdeye durmuş kardeşlerimizi asla unutamayız.

Bulgaristanlı Müslüman Türklerinin hak ve özgürlüklerinin ayakaltına alındığından pek söz etmeyen yeni kuşan Bulgarlar, genel anlamda insan haklarından söz ederken, bu konuya duydukları derin nefreti hep içlerinde gizlediler. Sığınmacı konularında en hassas ülkelerden biri olduk. 2015 Yunanistan sığınmacı trajedisi Bulgarları ve iktidarı korkuttu. Ülkenin Suriyelilerce istila edileceği havası yaratılarak sınırlarda tedbirler alındı. Şimdi 2016 ağustosundayız, Sofya’da her gün evraksız 50–100 sığınmacı tutuklanıyor, Sırbistan Bulgaristan’a her gün 100–150 sığınmacı iade ediyor, Türkiye sınırında da olağanüstü önlemlere rağmen 100–150 kişi yakalanıyor. Bir yandan T.C. ile bu konuda çok sıkı işbirliği isteniyor, ikili sığınmacı sözleşmesi imzalanması ve T.C.’nin buna yüzde yüz uyması talep edilirken, FETÖ darbecilerinin imamlarından Aptullah Büyük’ün Türkiye isteğiyle iadesine karşı büyük gürültü koparıldı. Türkiye’de demokrasi olmadığı, diktatörlük kurulduğunu savunan kamuoyu yaratılmaya çalışıldı. Hatta hiç ummadığım kişilerden biri olan, Jelü Jelev’in Cumhurbaşkanlığı döneminde “Etnik Azınlık Sorunları” danışmanı olan Prof Mihail İvanov, demokrat kesilip “imamı” savunurken 1878 Bulgar anayasasını çıkardı. 69. maddede “Bulgaristan’a giren her kişi özgürlüğüne kavuşur ve yasanın üstünlüğünden yararlanabilir” iddiasını savurarak saçmaladı. Bulgar makamları o eski Anayasanın hangi maddesine uymuş ki. Başka maddeleri biz Müslüman Türk azınlığına tüm haklarımızı tanıyor da, veren nerede? Öyleyse her gün tutuklamalar neden? Bulgaristan’a giren her kişi için “yasaların üstünlüğü” geçerli de, Bulgaristan’da yaşayanlar için neden uygulanmıyor? Tabii sorulacak çok soru var…

Bu karakter ikilemini her adımda görüyoruz. Bulgaristan, barındırdığı sığınmacı ve savaş kaçakları Türkiye gibi 4 milyon değil, 10–20 bin kişi olmasına rağmen, sınır önlemlerini daha da güçlendiriyor, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sığınmacı sözleşmesinin bozulmasından ve sığınmacıların AB’ye girdikleri ilk ülkeye geri çevrilmesinden çok endişeleniyorlar. Çümkü bu ilk girilen AB ülkesi ya Bulgaristan ya da Yunanistan’dır. Bir başka korku da, T.C.’nin devlet sınırları içinde tuttuğu Suriyeli sığınmacıların karadan Bulgaristan üzerinden orta Avrupa’ya doğru salını verileceği endişesidir. Biz, NATO ve AB üyesiyiz, NATO bizi sığınmacılardan korur yaygarası koparılıyor. Sanki elinde bir çanta sığınmacılar NATO tanklarıyla ezilecek. Bu işlerin anahtarının Büyük Türkiye olduğu küçümsenmek istenirken, Türkiye ile Rusya’nın Yakın Doğu ve ikili ilişkiler konusunda anlaşması kıskanılıyor. Tüm bunlar arasında canlarını en fazla acıtansa, şimdiki stratejik durumun 19. yy sonlarına be 20. yy başlarına benzediği kabullenilirken, o zamanlar Rusya İmparatorluğu ile Osmanlı imparatorluğu birbirine zıtken, şimdi ise Rusya ile Türkiye menfaatlerinin buluşmasıdır. Yeni durum, AB ve NATO ile ortaklık yapan,  ama sahadaki diğer büyük oyuncular – Rusya ve Türkiye – ile ortak dil bulmada zorluk çekildiği dikkatleri üzerine topluyor.

Biz bugün bu karakter özelliklerinin, özellikle de her taraftan nefret etme ve her tarafla iyi geçinme hesaplarını 6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerine giderken de özellikle izliyoruz. Bir yandan sözde hem AB ve NATO taraftarı olan ve ülkemizdeki ABD askeri üsleri konusunda dilini yutmuş havasına giren Sosyalist Parti (BSP) ile Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif adlı “ABV” partisinin Kremlinci bir General olan R. Radev’i ortak Cumhurbaşkanı adayı göstermesi sisi kaldırdı ve perdeyi açtı. Rusçu siyaset çok eski köklerden su aldığı için şaşmamak gerekir. Bu cümleden olmakla birlikte, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) nin de birkaç haftaya kadar biz oyumuzu General Radev’e vereceğiz dediğini işitirsek şaşmayalım.

Büyük siyasete ayak uydurmaya çalışan, eski gizli polis “DS” generallerinin toplanma kulübü olan Reformcu Blok ortaklarından olan Kasim Dal ise, Bulgar psikolojisinin derinliklerine inemediği için, siyaset ırmağında yüksekten düşün su yerinde dönünce, deneyimsiz kaptanların küreği hangi tarafa çekeceğini bilmedikleri gibi, yerinde dönüyor.

Tescili yapılmamış DOST partisi Başkanı L. Mestan ise,  olağanüstü zor bir durumda bulunduğunu gizleyemiyor. Çünkü iyi bilinir ki, Bulgaristan Müslüman Türkleri önemli kararlarını kalın örtü altına gizlenerek almazlar fakat kahvehanede veya köy meydanında söylenenlere bu işlere “karnımız tok” cevabını verirler. O, bunu 2015’te Deliorman’da yaşadı. Bu gidişe cevap bizim dilimizde “Davul sesine değirmen dönmez” iken, Bulgarlar da “Kepekle maymun avlanmaz!” demiştir. BULTÜRK ve BGSAM olarak biz, DOST partisi merkezinin ABD Sofya Büyükelçisi tarafından ziyaret edilmesinin durumu değiştirmediği, Bulgaristanlı Müslüman-Türklerin kulak ve gözünün Ankara’da olduğu kanısındayız.

Daha da ileri gidilirse, Bulgar karakter özelliklerine, işleyen bir gerçek de “particilik” oyunudur. İngilizceden gelen “parti” sözü parçala ve idare et anlamındadır. Kurulan her yeni parti bizim de biraz daha ufaldığımız anlamına gelir. Bu bakıma geleceğin pusulası ancak ve yalnız sivil toplum örgütlerinin elinde olacaktır.

Bulgar karakteri ve yaklaşan seçim konumuz devam edecektir

Reklamlar