Musa VATANSEVER

 

Bir karikatür dergisinin kapağına “Her Şey Af Edildi!” yazmasının derin anlamı ne olabilir?

Hazreti Muhammet’i ağlattık, muradımıza erdik olabilir mi!? 6 bin basamayan kıçı yerde sürünen bir dergiydik, 6 milyonla tavan yaptık mı demek istediler yoksa! Sorular çok anlamsız ve biraz da incitici. Karikatür hadisesini tamamen görmezden geleydik en iyi olacaktı, deseydim, bilmem katılır mıydınız. Demiyorum, çünkü ölüme sevinecek kadar ileri gidenler, aslında ölüm korkusuna başkalarını kurban ediyorlar.

 

Nijerya’da çıkan bir moda dergisinde kalemi kontrolsüz yazan gazeteci İsioma Daniel, “Dünya Güzeli” yarışmasından bir röportajında “Hazreti Muhammet sağ olsaydı, o da bu defileden kendine eş seçerdi” diye yazınca, 200 kişinin ölümüne sebep oldu. Karikatür hadisesinden sonra yine bu Afrika ülkesinde 2 kilise yakıldı. Avrupa şehirleri kaynamaya devam ediyor. Olaylara sebep olanlar lanetli “Charlie Hebdo” dergisini, ibret dersi aşmadı, Paris’ın Cumhuriyet meydanına toplanan kalabalıktan güç alarak 16 dilde çıkarıp kendini dünyaya zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Özgürlükten fışkıran düşmanlığa sağır ve kör kalan Avrupa polisi “uyuyan terörist hücresi” aramaya seferber oldu. Carlie Hebdocular ise hasır altından su yürütüyor.

 

Allah yardımcınız olsun! Demiyorum. Sözüm şöyledir:

 

Göz hasta olursa,

            Göremediği için güneşte kusur bulur.

Ağız hasta olunca,

            Tat alamaz, tatlı suyu acı bulur.

Ben ne deyeyim.

Allah şifa versin.

Dünya olaya rasyonel değil duygusal baktı. Fransız yasaları da iyice laçka olmuş. Neden netice sürecinde hep NETİCEYE yoğunlaştılar. Bir defa OLAYDA 2 çeşit terörist var. Birisi insanların kutsalını, ötekiler de canını hedef almış. Her iki terörist tipi de artık “ÖLÜMDEN KORKMUYORUM!” havasına girmiş. Birileri ölümden korkmadığından lanetleme çizerken ötekiler de silahlı hazırlık görüp fırsat kolluyor.

İnsanlar “ÖLÜM KORKUSUNU” asırlar önce yendi. Büyük klasik Födor Mihayloviç Dostoevski (1821 – 1881) “Kuduzlar” romanında yarattığı Kirikov simasında “ölmekten korkmayan ve kontrolsüz”  bir kişiyi anlatır. Rus klasiğin yarattığı sima 200 sene önceden olsa da, bugünü anlamak için bir biçilmiş kaftandır. Roman inandırıcıdır, çünkü yazar kendisi de 18 yaşında ölüm cezasına çarptırılmış ve kurşunlanmak üzere gözleri bağlı sırtı duvara dayandığında karşısında patlayan tüfeklerin kuru sıkı yağdıracağını nereden bilebilirdi ki! Fakat olay ona ölüm korkusunu yendirdiği gibi, hayat çizgisini de tamamen değiştirtmiştir.

İlk bakışta olayların temelinde hayatta en kutsal olan iki şeye saygısızlık var.

Birisi, milyonlarca insanın kutsalı olan İslam dini ve bu dinin peygamberi olan Hazreti Muhammet’i yok saymaktır.

İkincisi de hayatın özü olan insan canını hiçe saymaktır.

Bunların her ikisi de sebep ve her ikisi de netice olabilir. Fakat incelediğimiz hadisede sebep olan birincisidir.

Bu anlamda olayın basın özgürlüğüyle alakası olduğunu sanmıyorum. Basın özgürlüğü kutsallığı eleştiriyle katletmek, yok saymak değildir. Olmamalıdır! Buradaki basın özgürlüğünün anlamı mizah duygusuna sahip olup onu ustaca ve kimisini güldürürken diğerlerini kırmamak anlamında olmalıdır. Çünkü basın özgürlüğü, mizah, hiciv, karikatürize etme çok güçlü ve keskin, hatta öldürücü bir silahtır. Bizim gibi azgelişmiş ve yetersizlikleri çok olan ülkelerde bile demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesi sürecinde basın özgürlüğü savaşımı uyarlı olmak zorundadır. Bulgaristan’da totaliter rejimin toplama kampları, “Belene” ölüm kampı karikatür ateşinde defalarca yakılmıştır. Ne ki, bu eleştiride keskin kalemli karikatürcüler de yanmıştır.

Örneğin İkinci Dünya Savaşında Stalin’i ve Hitleri karikatürize den gazeteci Rayko Alekov’un eşi tutuklanmış ve “Belene” ölüm kampında kalmıştır. Bulgaristan’ın güçlü karikatür gazetesi “Stırşel” (Eşek Arısı)  artık 69 yaşındadır. Yarım asır mizah çizen bir kalemin keskin olması doğaldır.

1953’te Başbakan Vılko Çervenkov gazetede çalışanları  “Tito Ajanı” ilan etti ve tutuklattı.  Dünyadaki toplama kamplarını birer birer çizen ve diktatörlüklerle kalem gücüyle alay eden ressam Rumen Velçev defalarca işten uzaklaştırılmıştır. Çizdiği karikatürde bir domuzun kuyruğunu Todor Jizkov’un imzasıyle uzatan usta mizahçı Dimirit Dimov da işten atılmıştı. Totalitarizme karşı mücadele yıllarında Valeri Petrov ve Radoy Ralin gibi usta mizah yazarları gazete sayfalarında aranan yaratıcılardı.

Günümüzde dünya’da 180 ülke var. Basın özgürlüğü sıralamasında Bulgaristan 100. yerdedir. Türkler de başta olmak üzere azınlıkların kendi gazeteleri, mizah yayınları, radyo ve TV programları yok denecek kadar azdır. Mizah yayınlarından söz bile edilemez. Komünist ve post komünist liderler burnundan kıl kopartmıyor.

Bulgar Başbakanlarından Simiyon Saks Koburgorski bir istisnadır. Eleştiriye ve karikatürize edilmeye alışmış hoşgörü sahibi bir şahsiyettir. Geçen ay Sofya’da özel sergi açarak Başbakanlık yıllarında karikatürize edilişini halka açtı. Aynı konuda bir derleme de yayınladı.

Karikatürist olmak için yalnız mizah duygusuna sahip olmak yeterli sayılmaz. Bir de kalemi oynatma ustalığı gerekir. Bulgaristan’da “Charlie Hepdo” olayına akılcı bakıldı demek isterken, bu defa toplumun ve kamuoyunun olgunlaşma göstermeye başladığına işaret etmek isterim. Şükür  “İslam düşmanlığı”  2015’te henüz bayrak edilmedi.

Fakat olay basın sayfalarına doldu taştı. Fransa’da 17 kişinin ölmesi önemli bir olaydır.

Son hesapta modern dillerde adına TERÖRİZM denen olay, teker teker ve gruplar halinde can almayı sıklaştırıyor. Tehdit, tehlike, güvensizlik ve korku yayılıyor. Çal kalem yazılar yorumlar modern terörizmin sosyal kaynağı olarak – yoksulluk bataklığa – içsiz güçsüz ve kara cahil gençlerin bir anda parlayıp yıldız olma, hatta sağ salim kaldıklarında zengin olma hevesine – işaret ediliyor. Bu olaylar bizde de var. Çingene nüfus gettolarda yaşıyor. İşsizlik diz boyu. Sefalet ona göre! Fakat insanlarımız “Carliye Hebdo” olayına bu kadar büyük önem verilmesini abartılmış buldu. Çünkü bu hafta Sofya ve Pazarcıkta olmak üzere 6 Bulgaristan vatandaşı sokakta, evinin önünde, evinde, arabasının içinde, eşiyle kol kola gezerken öldürüldü. Gazete haberlerinde okuduklarımız herkesi ürpertiyor. “KATİLLER POLİSTEN KORKMUYOR!” başlıklarını okudukça herkes ürperiyor. Yargı sistemi Hak ve Özgürlükler Hareketi DPS fahri başkanı Ahmet Doğan’ın kontrolünde sözlerini sokak sokak bağıranlar halkı uyarıyor.

Ne yazık ki, 21. asra ekonomik, sosyal, politik ve kültürel çöküş ortamında girdik. Görüldüğü üzere, başa gelen bir kısır krizin döngüsü değildir. Keşke olsaydı. Çünkü bunalımların katmerlisi olsaydı, dibe vurur, çıkardık. Biz bu defa kancalı kapana düştük. Rusya çekilmek istemezken, Amerika ve Avrupa Birliği yerleşmeye çalışıyor. Dünyayı dünya eden ekonomik ve sosyal sistemlerin hepsinin dışına düştük. Almanya yatırımcı iş adamları ülkemizi “kara listeye almışlar.”  İngilizler adımızı duymak istemiyor. Rusya’nın gözünden tamamen düştük. Asıl karikatürize edilecek durum budur. Ama bu iş kalem değil bir de yürek istiyor. 518 kardeşimiz “Belen” kampında çürütüldü. Büyük Göç sel gibi aktı. Ressam Embiya Çavuştan başka kimse kalemini cebinden çıkarmadı. Demek istediğim öyle kalem sivriltmek ve gerçeği çizmek de hiç kolay bir uğraşı değildir. Yeni kuşaktan umutluyuz.

Gözle görülen sürekli çöküş sürecidir. Yaşadığımız zaman öyle bir zaman kesimidir ki, hiç kimse başkasının ne ahlakını ne aydınlığını ne de yarattığı uygarlığı takmıyor. Sanki tarihte olup bitenin hiçbir önemi, değeri kalmamış, alınacak hiçbir ibret dersleri bitmiş…Biz Müslümanlar Buhara, Endülüs, Şam, Bağdan, Osmanlı medeniyetlerinden geldik. Sanki “ölüm korkusunu yenerek gelmedik.” Görülen “modern kahramanlar” hafıza kaybına uğramışlar. İslam Hikmetini anlatsak da hiç biri kavrayabilecek durumda değildir. Olabilir ya, Avrupa’da mum ve lambanın ne olduğu bilinmezken, Samarkant sokaklarında lamba yanardı,  desek bir an irkilebilirler.

Başağın püskülüne bakıp kökünün derinliğini kestirmek zordur. Sapınca köklere inmek zorundayız.  Paris olaylarındaki gerçekte, Arap ülkelerinden hiç birini görmemiş, hatta okudukları Kuranı Kerimi doğru anladıklarından kuşkum olan erginlik çağında gençlerle karşılaşıyoruz. Onların Paris varoşlarındaki en iyi mülteci okullarında ana dili olarak okuttukları Arapça, 40 lehçesi olan bu dilin tam hangi esasıdır? Kuranı Kerim ineli bir buçuk milenyum oldu.  Her dil öz ve şekil olarak değişmeden yaşayamaz. Arapça da değişerek ve zenginleşerek çağdaşlaştı. Kuranı Kerim’i  sözde doğru anlayıp ardından silaha sarılmak bu işin neresindedir?! Kutsallıklara dil uzatmak ve çarpık özgürlük anlayışıyla kalem oynatmak da ayrıca ele alınmalıdır. Tek taraflı adalet olamaz!

Bu defa kalemin ucundan damlayan kan bizim olmadığına ve bundan sonra da olmasın diye dua ediyorum.

Reklamlar