Oya CANBAZOĞLU

Ankara’ya son gidişimde “DOST” kitap evinden Nikolay Çernişevski’nin (1828–89) “Ne Yapmalı?” romanını aldım ve okudum. Diyalektik düşünme seyrini Rusya gerçekliğine taşıyan bu büyük düşünürün eserinde, beni çok etkileyen şöyle bir cümle var:
“Devrim yolu Neva Caddesi gibi düz değildir!”
“Neva caddesi” o zamanın Rusya başkenti Petersburg’un ana caddesi olup, Neva suyu boyunca uzanır. Türkçesinde “cadde” olarak verilmiş olsa da, Rusça aslında “prospek” olan bu tabir caddelerin babası anlamındadır. Bir önceki ziyaretimde bu PROSPEKTİ görmüştüm. Çernişevski’nin burada vurgulamak istediği “düz” sözüdür ki, devrimin inişli çıkışlı olduğunu söylemiştir.

Yazımın başlığında “kaldırım” dedim, çünkü Sofya merkezinde bu denli geniş bir cadde yok. Devrim sahneleri, adına “sarı paveler” denen, sarı kaldırım taşları döşenmiş meydanda başlayıp bitiyor. Hemen söyleyeyim 2013 Şubatında başlayan ve hala süren Bulgar itaatsizlik hareketi, itici güç değişikliği yaptı ve başkent sivil toplum örgütlerinin yükselttiği üniversite öğrencileri kaptı. Ve son hafta, internette izlediğim merkez basında, ayaklanma, kargaşalık, isyan (metej) olarak geçen olay, aslında devrimin kaldırıma düşmesiydi.

Gördüğüm kadarıyla BULGARİSTAN’DA DEVRİMCİ DURUM YOK.
Devrimci durum ne zaman oluşur?
Yönetenler eskisi gibi yönetemediği, kitleler de eskisi gibi yaşamak istediği zaman devrimci durum oluşur. Devrimler aşamalıdır, inişli çıkışlı, barışçı ya da kanlı zor bir mücadele yolu izler. Çernişevski’nin dediği gibi devrim yolu “düz” değildir. Devrimler derin toplumsal çelişkileri kökten çözmek için yapılır.

Devrimlerin politik öncüsü, itici gücü, bağlaşıkları ve devrim dalgasına kapılıp akan büyük kitlesi vardır. 1990 Mayısı’nda Büyük Millet Meclisi seçimleri arifesinde Hak ve Özgürlükler mitinglerinde kentten kente akan kitleler gibidir. Devrim gücünü ezilmişlikten, kölelikten, amansız sömürüden aldığı gibi, özlem ve hayal gücüyle de kanatlanabilir. 1989 BAŞKALDIRIMIZDA YÜZ YILLIK ÇEKİMİZ MOTOR, EMELLERİMİZ KANATLANMIŞTI.

Dünya çok değişik devrimler gördü. Örneğin 15. yüzyılda Almanya köylü ayaklanmaları yaşadı. Daha sonraki asırlarda Rusya’da köylü isyan ve savaşları oldu. Ağılık düzeninin değiştirmek ve toprak kölelerini toprak sahibi yapmak istendi. Hedefte iktidar değişikliği olmadığından, çözüm toprak reformuyla oldu.1899’da Bulgar hükümetinin Osmanlı döneminden kalan % 10 toprak vergisini yeniden toplamayı öngören bir kanun çıkarması, Rusçuk, Varna, Lofça ve Plevne’de köylü isyanlarına neden oldu. Yapılan bir yasa değişikliği ile vergi kaldırıldı. İktidar değişikliği hedeflemeyen ayaklanmalar devrim niteliği taşımadığından, hemen söndü. Bu örneklerde, toprak mülkiyetinde el değiştirme devrimle değil, reformlarla olmuştu.

Modern devrimlerin babası – 1789 -1794 Fransız Burjuva Demokratik Devrimidir. Çok aşamalı, inişli çıkışlı olmuştur. Kral 16. Lui’nin kafası giyotinde kesilmiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, Anaya değiştirilmiş, iktidardan çekilmek zorunda kalan aristokrasi ve Krallık yerini büyük burjuvaziye bırakmıştır. Çok inişli çıkışlı, kanlı bir devrim olduğundan mirasında DEVRİMLER EVLARLARINI YER! “ sözlerini bırakmıştır. Feodal üretim biçimini kapitalist üretim biçimiyle değiştiren ve dünyada burjuva devrimleri çağını açan ilk devrim Büyük Fransız Devrimi’dir. Burjuva devrimleriyle çözülen temel çelişki üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkidir ve bu devrimlerle toprak köleleri (marabalar) özgürlüğüne kavuştuğu gibi toprak sahibi olmuşlar. İş gücü alıp satılan mal olmuştur. İşçi sınıfı doğmuştur. Böylece feodal ilişkiler sahneden inerken, dünyayı değiştirmeye çağrılan kapitalist ilişkiler sahneye çıkmıştır.

Bulgaristan’da, stratejik araştırma merkezinin artık yazıya döktüğü üzere, adına sosyalist üretim ilişkileri denen ama aslında devlet kapitalizmi üretim ilişkisi olan, ilişkiler 1989 sonuna kadar hakim durumdaydı. 1990’da başlayan ekonomik ve sosyal yıkılmayla, kapitalist devlet mülkiyetinin kesin ve son damlasına kadar yok edilmesi yolu seçildi. “Komünistler ne yaptıysa yok olacak” saçmalığına kapılanlara karşı koyan olmadığından, tarım bitirildi, ardından sanayi işletmeleri hurdaya çıkarıldı, satıldı, kesildi, eritildi, parası da yendi.
Öyleyse 24 yıldan beri devam eden olay nedir? Devlet mülkiyeti nasıl el değiştirdi? İşçiler ve köylüler arasında bonolarla paylaşılan bu mülkiyet, aslında yeni mülk sahipleri olarak ortaya çıkan OLİGARŞİYE devredildi. Bulgaristan’da yeni zengin zümre böyle oluştu. Bu işte biz talihsizdik. HÖH girişimiyle bonolarını MULTİGRUB’A verenler yandı.

Bu arada, 2007’de Avrupa Birliği’ne üye olmamızla birlikte başlayan ekonomik yardım ve mali teşvik programlarından paralar da yine oligarşiye akıtıldı. Bulgar devleti AB’ne üyelik ücreti olarak her yıl 600 milyon Avro ödüyor. Bu paralar, tarım, alt yapı, ekonomi ve sosyal programlarla geri dönerken yine dolaylı veya dolaysız yollardan oligarşi kasalarına akıyor.  Ülkedeki durum buyken, devrime neden olacak temel çelişkiyi görebiliyor musunuz? Bu tabloda üretim ilişkisi yok. Baş kaldırmış işçi sınıfı yok. Ana sorun, devlet kaynaklarından sen değil, bırak ben yararlanayım kavgasıdır. Bu çatışmayı kızıştıran da eski Bulgaristan Komünist Partisinin iki varisidir. Biri, S. Stanişev’in yönettiği Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), öteki de bu yılın Şubat ayında iktidardan itilen, eski başbakan B. Borisov tarafından yönetilen GERB partisidir. Bu kavga ne kadar kızışırsa kızışsın bir kemik kavgasından başka bir şey değildir. İktidarda olma hakkını seçim sandığında kaybeden B. Borisov, yemi biten sığır gibi kafa sallıyor, gözdağı veriyor. Üniversitelileri, dazlak kafalıları, eski faşistlerin torunlarını, aşırı uçları, kalın enselileri sarı kaldırıma toplayıp yasa dışı saldırı denemeleri yapıyor, silah olarak da yoğurt, bira ve boya kutuları kullanıyor. Gerçeklerin işbu ayrıntılarını dikkate alarak, 16. Kasım 2013 Cumartesi günü,  BSP ile HÖH partilerinin Sofya “Kartal Köprü”de 50 bin kişilik, B. Borisov’un da Plovdiv’te 30 bin kişilik mitinglerinin Bulgaristan tarihine kaydedileceğine pek inanmıyorum. Millet gövde gösterisine doydu da bıktı. “Kartal Köprü” ye toplanan kalabalık önünde yaptığı konuşmasında Sergey Syanışev, 24 yıldan beri Hak ve Özgürlükler Partisi ile nikâhsız evlilik yaşayan BSP adına özümüzü ve kimliğimizi değiştiren “Bulgarlaştırma” süreciyle ilgili nihayet özür diledi. Bunu, Bulgaristan’da Suriye’den gelen sığınmacıların arttığı ve her yerde öteki düşmanlığının, yabancılara karşı kin ve nefretin olağanca gücüyle tırmandığı şu günlerde yapmış olması, iyi oldu.

Şimdi dönelim KALDIRIM KABADAYILARINA. 2 aydan beri Üniversiteler işgal altında. 24 Yüksek Okul’da akademik gençlik ders görmüyor. Kendilerine “erken uyananlar” lakabını takmışlar. Erken uyanıp da ne yapacaklar! 1989’dan beri bizim burada hep SABAH. Öylen olmuyor, akşam da olmuyor. Devrimci dönüşümlere kem göz mü deydi, sabah tutulması mı oldu, neyse işte, her şey hep aynı yerde duruyor. Gençliği anlayamayan Üniversite hocaları var. Onlar verdikleri bilgilerin, öğrencilerse öğrendiklerinin yarın hiçbir işe yaramayacağını biliyor. Hem hoca hem öğrenci bunalımda, bu basit bir kriz değil, tüm bakış açılarının ve yargı değerlerinin değişmesi zorunlu oldu.
YORGUN DEMOKRATLAR öğrencilere “biz kendimizi sizin yerinize koymak istiyoruz” diyorlar. Olsa ama olmuyor işte. Dünya, zaman, evren, gençlik ve devrimler ileri vitesli yaratıklar. Bu vites geri takılmıyor. Yaşlıdan delikanlı olmuyor, yolu yok. Eski müzikler bile artık devrim ateşleyemiyor. Ağustosta “Radison” oteli önüne piyano taşındı, gece boyu çaldılar, yalnız ağaçlardaki serçeler ve çatılardaki güvercinler uçup kaçtı. Bundan dolayı olacak, aslında gençlik enerjisi biraz uyandığında, Bulgaristan ulusunu yürekten kutladım! “Orada her şey birmiş!” deyenlere cevap oldu.  Bitmemiş işte! Yaşayan bir ruh var, ama devrim açısından, henüz demlenmiş bir çay kıvamı yok.

Gençlere devrimin bir süreç, bir risk olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Devrimler perde perde yükselir. Devrimden yeni orijinal protesto müziği doğar, gönülleri sarar, herkesi uçurur. Ahmet Kaya’yı düşünün,  ne kadar çok sevilmişti. O, Türk Kürt kardeşliğinin derinlerde uyanan titreşimdi. Bizde doğmadı henüz, Bulgar Türk kardeşliğini şarkılarda müjdeleyeni bekliyoruz. Hayat çok sabırlı! Biz istedik diye kılını bile kıpırdatmıyor. Her kuşağın kendi devrimi, kendi sloganı, kendi şarkısı var. Bir de, kendi ormanımızı kesecek baltaya sap olmak vardır ki, bir kıvılcım her şeyi yok edebilir. Tabii, bu arada dönekleri, ikiyüzlüleri, kanımızı kene gibi emen şerefsizleri düşünüyorum. Boyunda her gün yeni kravat, sinekkaydı tıraş, keyif bel kemal,  hem başkan vekili, hem meclis başkan vekili, hem de baş hırsız… Çok tehlikeli, yanan hep biziz, örneklemek istemiyorum. “Bir pire için yorgan yakarız!” bu söz bizimdir. Biz devleti soymak için değil, onurumuz için isyan ederiz, bu da böyle biline…

Devrimler sınıfsal çelişkiler çözer. Sen ben kavgası değildir.  Üretim araçları elektronik de olsa, üniversiteliler üretim araçları üzerinde hak sahibi olmadığından, devrimci süreçte yan güç, ancak bir bağlaşık olabilirler. Sipariş üzerine devrim olmaz. Para karşılığı isyan edilmez. Devrimin yasallığı, örgütlenme süreci, kesin hedefleri, öncüsü, belkemiği, eli kolu,  kendi gündemi vardır. Görüyoruz, üniversiteli gençler dedelerinden, babalarının doğduğu evden, köylerinden, toprak işlemekten utanıyorlar. Trenlerin taşlanmasına, çocukların satılmasına başkaldırıyorlar. Ortada yenilenmesi olanaksız, eski ile modern arasında aşılması zor bir uçurum, zıtlaşan nesil farkı var. Görüldüğü üzere, yeni kuşağın arzuladığı yeni yaşam biçiminin yerleşmesine düzensizlik engel oluyor. Eskinin yeniye güçlük çıkarması doğaldır. Son asrın etnik adaletsizliği yalnız Çingene mahallelerini değil, ülkemizin yarısını bir öcü yuvası haline getirdi. Gençlik tiksiniyor. Peykelerinde uyuyanlardan parklarda, otobüs ve tren istasyonlarında oturacak yer kalmadı. Yeni yaşam alanı arayanlar haklıdır. Taşradan Sofya’ya okumaya gelenlerin ana kentte yaşadıkça görgüsü artıyor da, kaldırım çiğnemekle devrim olmuyor. Sabahleyin üniversiteye sonra da parlamento önüne kaldırım aşındırıp polisin karşısına dikilmek, gençler işsiz güçsüz dolaşıyor, izlenimi bırakıyor ki, bu da devrim kapısını açmıyor. Üniversiteler, yollar, kavşaklar, çevre yolları ve daha neresini isterseniz kuşatın, bu bir devrim değildir, kuşatma kalkar, hayat devam eder.

Evet, hava açıldı, sabah oldu ama öğle olmuyor, ufukta akşam yok. 1989’da ufuktaki kızarma umut vericiydi. Bizdeki şafak tutulması gibi bir şey, dondu kaldı. Ve öyle şeyler oldu ki, üretim araçları elinden alınan işçi sınıfı iş gücüne pazar olmayan sefillerin ordusunu oluşturdu. Toprak parçaları geri verilen köylüler takatsiz anemik duruma düştü. Esnaf tabakası yok. Orta katma oluşamadı. Yeni olan, devleti soyarak palazlanan oligarşi, ona arkasındaki kalın enseli tayfa ve hizmetindeki mafya. Onlar Karadeniz kumluğuna oteller dikti. AVM’ler geldi. Hiç birisinin halka getirisi yok. Üreten toplum olmadan tüketici toplum olunmuyor. Biz ancak seyirci toplumu olabildik. Mağazalarda vitrin, stadyumda maç ve evdeyse TV seyrediyoruz.

Umudu yaşatan tek güç gençler olsa bile, eve ekmek götüren onlar değil. İsyan eden üniversiteliler demokrasi şafağında doğdu. 24 yıl debelenerek yetiştiler. Ve hayattan su almadan, yaşama isyan ettiler.

Üniversiteli olmayan kesim iş gücünü satmaya Batıya gitti.  Batı Avrupa ülkeleri ile Bulgaristan arasındaki dev ücret ve fiyat farkından faydalanarak, 6 ay orada çalışıp altı ay evde yatmayı seçti. Devamlı büyüyen genç parazit tabaka böyle oluştu.  Olmayan devrimin ana gücü çalışan sınıf, çaresiz ve felç durumda. Köylülerse Avrupa yardımlarıyla uyutuldu. Böyle bir ortamda, protestocu kalabalıktan yükselen: “Parlamentoyu yakalım!” “Hükümeti devirelim!” “Yabancıları kovalım!” ve “Sofya’yı temizleyelim!” sloganları ancak kaldırım kabadayılığıdır.

Reklamlar