Ertaş ÇAKIR

Dobrucamızın Dulovo (Ak Kadınlar) kasabasında Belediye Başkanı Mithat Tabakov’un evinden elleri kelepçeli alınıp Varna Hapishanesine götürülmesi herkesi sarstı. Bir adamı değerlendireceksek, çocuklarına, anasına babasına, kurduğu aileye, konu komşusuna bakılır. Mithat beyin önceki hayatını, belediye başkanlığını ve milletvekilliğini iyi biliriz, kendisini tanırız, bizde adamın dürüstlüğü yürüyüşünden bellidir. Onun yürüyüşü ömür boyu değişmedi. Hapse giderken de dimdikti. Sokakta rast geldiği komşularının gözlerine bakarken, sanki hakkınızı helal edin, belki görüşemeyiz, der gibiydi. 4 yıl kesin hapis cezası kararını işittiği gün kalp sektesi geçirdi. En zor günlerde bir insanın kalbi konuşur. En kötü haberi alan insan ruhu yuvasından çıkar ve bu da sekte yapar. Mithat Bey kalp sektesi yapacak birimiydi?

Ak Kadınlı kardeşlerinin kaç kez oyunu almış ve güvenini kazanmıştı. Bu kasabada kimse devlet nedir bilmezdi. Onlar için hem devlet hem parti, hem onur hem huzur Başkan Mithat beydi.

Haram boğazımızdan geçmez.

Kuşkusuz bu ağaç kendiliğinden yıkılmadı. İşleri içinden kemiren bir kurt var. Ve bu kurt Ak Kadınlı biri değildir. İnsanımız yüzü ak alnı aktır, bildiğini kendisi bilir, yemini kendi kendine eder, verdiği sözden asla dönmez. Mithat Bey Belediye başkanı olarak Avrupa Fonlarından 28 milyon leva alırken, parayı alıp, çuvalla evine getirip eşine mi teslim etti? Hayır. Ömür boyu karıncanın hakkına hürmet eden, halkı için çalışan, evine her gün 3 değil, sadece 2 ekmek götüren bir başkan, insanların hakkından çalar. Bu Bulgar köy ve kasabalarında olur da bizde asla ve asla olamaz. Bunu düşünmek bile yanlış ve günahtır. Namazı niyazı yerinde insanların Ak Kadınlar, “haram boğazımızdan geçmez” sözlerinin en sık kullanılan yerdir. Okulda hiçbir arkadaşının kalemine bile el uzatmadan yetişen, askerde devlet malını korumayı öğrenen, yüksek öğrenim yıllarında halka hizmetin kutsallığına bağlı kalan ve Belediye Başkanı seçildiğinde de kasabama, her bahçesine, her mutfağına, her hamamına, musluk takılmış olan her yere, uçan kuştan sürünen kaplumbağalarına kadar herkese içme suyu getirmekten daha anlamlı, daha hayırlı bir iş olabilir mi? Bu kredinin alınmasına bütün Ak Kadınlar halkı oy verdi. Borular, döşenecek su gelecek, şırıl şırıl akacaktı. Hiçbir Ak Kadınlı hiçbir an bu işe fesat katmayı aklından geçirmedi, insanımız yamuk yumuk bilmez, dürüstlüğüyle bilinir.

Çalmışlarmış.

Mahkeme dosyasına giren “kişisel kazanç sağlamak için 11 milyon leva çalınmasına olanak yaratmıştır” sözlerine asla ve asla inanmıyorum. Bizim tanıdığımız Başkan Mithat Bey bunu yapmaz, yapmak isteyenlere bile yol vermez, harama uzanan elleri durdururdu. Sonra başka bir şey daha var. Bu 11 milyon nasılsa nasıl kayıplara karışmışsa, Ak Kadınlar insanı birlik olur, Dozerlerin, büyük küçük kepçelerin kazacağı su borusu kanalını çapa, kazma, kürekle kazar, döşenecek boruları kendisi döşer, fitingleri takar, harcı karıp destek yastıklarını döker ve kanalı kapatır, işi bitirirdi. Fakat böyle bir fırsat olmadı. İşler durduruldu. her şeye el kondu. İcra kazılan kanaldan çıkan tezek ve taşları saya saya bitiremedi. Her yer koruma altına alındı. Yazıldı çizildi, dosyalar şiştikçe yenileri açıldı ve en sonunda dava açıldı. Burada çalınan kapılan bir şey olmadı, yoktur, olamaz da zaten.  Dobruca ovası bizim, kazılan toprak bizim. Kazan kepçeler bizim. İşçiler bizim. Barajdaki su Allah’ımızın bize gönderdiği sudur. Ha işin parası Avrupa Birliği Fonlarından gelmiş, iyi de, AB fonlarından ödenen bu para Ak Kadınlara su getirilsin diye verilmedi mi? Verildi de, siz paramızı verirken bizden yani belediyemizden % 25’ini geri aldınız mı. Kestiniz demiyorum, “hatta zorla geri aldınız” diyorum. 7 milyonu korumalı zırhlı araçlarınızda çantalarla getirilip kalın çelik kapılı, kapısı şifreli tavan boyu kasalarınız konmadı mı?

Kınalı kurban:

Sayın yolsuzlık başları! Bir nebzecik şrefiniz yok mu? Neden çıkmadınız duruşmaya? Neden demediniz savcı ve hakım hazretlerine, “beyler Mithat bey bu suyu barajdan Ak Kadınlara akıtamazdı, çünkü biz verdiğimiz 28 milyon levanın 7 milyon levasını “hizmet ücreti” olarak geri aldık!” diye. Siz bu işleri kanuna uydurmasını bilirsiniz, döşenmemiş boruları döşenmiş, akmamış suları akmış göstermek bizim işinizdir. Bize başka yerden, “karışmayın” biraz sürünsünler emri geldi, neden demediniz? Susmaya vicdanımız el vermiyor deyip, işi noktalayıp rahat uyusanız, kötü mü olurdu?  Ya da o çelik kasayı birazcık aralayıp içinden birkaç deste alıp, birini savcıya birini hakime ötekini de gerekirse kâtibeye ve mahşere verip, dosyayı neden kapatmadınız? Tabii şimdi TV’de, internette, basında sizin adınız geçmiyor ama herkes bu işlerde dalavere çevirdiğinizi iyi biliyor. “Aramızda sözleşme yok ama rejon böyle” deseydiniz, yeterli olurdu. Biz, “bu EU fonlarından kolay para verirken, emir kulu olarak hareket ediyoruz, parayı öncelikle “işaretlenmiş” ve bazı yerlerde birileri tarafından “istenmeyen” olarak ilan edilenlerin ve bizden başını belaya vermemiz istenen belediye başkanlarına kolaylıklı veriyoruz” deseniz ne olurdu. Milletin % 48’i kara cahil olduğu ve gizli polisin hafiyelere yazdıra yazdıra yazma öğretme ulusal eğitim programı gerçekleştirdiği bu memlekette, aldığınız rüşvetin kâğıt kalem bileşimli evrakı olmadığına göre, el sıkışmadan aldığınız bu paradan size hapislik falan gelmezdi, başka örneklerde olduğu gibi bu defa da hiçbir şey ispatlanamazdı ve delil yetersizliğinden bu dava da ertelenir ertelenir ve sonunda kapanırdı, kanısındayım. Buna örnekler çok, Çingeneler arasından bir Savcı olarak sivrilen, sonra Sosyalist Partiden milletvekili olan Toma Tomov da EU fonlarından “şu barajdan şu köye su götüreceğim diye 2 milyon Euro almıştı.” EU komisyonu geldi, “kazın boruları görelim” dediler, kazıldı kazıldı boru bulunamadı, “barajı görelim” dediler, duvarını selden çökmüş yatağında su kalmamıştı, “köyü görelim” dediler, herkes Batıya işe gitmiş, köpek ve kedilerden başka canlı bulamadılar. Ne mi oldu?  Tomav mahkemelik oldu, dosyalar elde ele dolaşırken eskidi ve “delil yetersizliğinden” dava kapandı. Ne delili, elde ne boru, ne kazılmış toprak, ne iş başı yapmış usta ve işçi, ne baraj ne köy var, paralar da elektronik yoldan arkalarında fazla iz bırakmadan direk havaleyle gelmiş, bu işin izi delili, mahkemelik evrakı olmayınca, dava görülmez tabii. Başka bir milletvekili ve hem de Evro Roma partisi Başkanı olan Tsvetlin Kınçebv de EU paralarından “rüşvet almakla” suçlandı, biraz yattı ve hemen serbest bırakıldı. Hapishanede bu Çingenenin anasının Bulgar karısı olduğu tespit edilmişti. Bir başka Bulgar da, “ATAKA” partisinden Vladimir Kuzov, o da milletvekiliği sırasında Çingene kızcağızlarını Batıya karlı işlere gönderme suçundan yakalandı, fakat giden kızlardan kızlığı bütün geri dönen olmadığından ve Bulgar dilinde de kız ve kadın arasında kesin fark gözetildiğinden, davası 10 yıl süründü ve “delil yetersizliğinden” kapandı. Sözünü ettiğimiz körpecik kızlar bu on yılda üçer beşer çocuk yaptılar ve şikâyetlerini geri aldılar.

İşte böyle şu bizim kınalı kurban Mithat Bey olayında, gururu kırılamayan bir namus şerefi var.  Her gün bir şeyler öğreniyoruz. Eski köye yeni adetler getirilirken, b u iş de kurban alıyor. Mithat Bey böyle kınalı bir kurbandır.

Burada bizim bildiğimiz ve hiçbir kitapta olmayan ama esas ve temel olan kural var.

1)    Bir Türk halkına fazla iyilik yaparak kendini fazla sevdirmemelidir. Böyle olduğunda Türkün yolu kesilir. Mithat Bey çok sevilen bir Belediye Başkanıydı. Yani bizim inancımıza göre, çok takdir kazanarak ileri gitti. Bir yerlerden “yolunu kesin” emri geldi. Başına külah geçirdikler.

2)  Bu oyunları başımıza getiren şahsen Ahmet Doğan’dır. Bulgaristan Türklerinin Bulgar devleti ile ilişkilerini düzenleyen, ayarlayan, yapan ve bozan adam odur. Biz A. Doğan “mafyadır” derken, devlet imkânları (fon paraları) dağıtılırken şirketlerden, örneğin Ak Kadınlar Belediyesinden 28 milyon leva verip aynı paradan 7 milyonunu geri alındığını söylüyoruz.

3)  Mithat Bey 7 milyonu geri vermiştir. Verdiyse başına çorap neden örüldü, bu adam 60 yaşında Varna hapishanesine ne arıyor diye sormakta haklısınız. Burada açılması gereken bir başka dosya daha var.  Ak Kadınlar topraklarında çok büyük bir kaolin hammaddesi ocağı bulundu ve işletmesi ile ilgili 100 milyon Evru’yu aşan bir ihale yapıldı. Mithat Bey bu ihalede yerli şirketlerin, yerli Türk teşebbüsün ardında durdu. İhalenin başkasına kaptırılmasına karşı çıktı. Bizim kanımıza ve derin inancımıza göre, Mithat bey, bu yüzden BÜYÜK MAFYA’nın (oligarşinin) dişleri arasına düştü ve iş hayatından, kamudan ve milletvekilliğinden çıkarılarak “bize karşı gelinmez” deyenlerin derslerini dinlemek üzere, Varna hapishanesine tıkıldı. Gerçek budur.

4)  Öyleyse şimdiye kadar “mafya başi” DEDİĞİNİZ Ahmet Doğan ‘ın bu işte yeri nerede, neden uzun elini uzatıp Mithat Beyi “kurtarmadı” sorusunu sormakta da haklısınız. Ahmedin birkaç gün önce Velingrat otelinde viski üstüne viski içmesini, bir ona bir buna sarılmasını doğru çözmelisiniz. Mithat Beyin hapse gitmesi, HÖH saflarını ürpertmiştir. HÖH işinde olup da işi temiz, yüreği huzurlu olan yoktur. Ahmet hepsinin elini yüzünü pis işlere soktu. Onun için otelde düzenlenen büyük sofraya belediye başkanı ve muhtarların hepsi toplandı, Ahmet gelip onlara, “ben sarayda olsa da arkanızdayım, benim haberim olmayan işlere karışmayın,  boyunuzdan büyük işlerle uğraşmayın” demek istedi. Çünkü dalavere ve rüşvetin BÜYÜK DOSYASI açılsa, Varna hapishanesi gibi 5 mahpushane daha açmak gerekecek, nerde para, nerde adalet. Sağ olun.

 

Reklamlar