neriman11Neriman ERALP

Konu:  HÖH Genel Başkanı görevinden alındı ve partiden atıldı.

HÖH parçalandı. Kırcaaili’de 4 milletvekili son kararı onaylamıyor.

Rusya dış siyasetini etnik azınlıkları kışkırtarak yürütüyor.

Yazımı, Doğu Ortodoksların ve Batılı Katoliklerin “DİRİLİŞ” gecesi kutlarken yazıyorum. Dirilişin Hristiyanlıktaki anlamı ölen İsa Peygamber’in sözde canlanıp mezardan çıkması yani   “hortlama” iken, bir anlamı da yeni olanın doğuşudur. Birinci anlamı Hristiyan aile ortamında 24 Aralık gecesi alaca karanlıkta,  buhur veya meşe kömürü tütmüş, hafif mum ışığında kutlanır, çünkü hortlaklar gece karanlığında belirir. İkinci anlamı ise,  Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar için bugün çok anlamlıydı. HÖH Partisi Merkez Yönetim Kurulu, milletvekilleri ve il başkanları toplandı ve “fahri” başkan Ahmet Doğan’ın isteğine uyarak toplandı ve Genel Başkan Lütfü Mestan’ı tüm görevlerinden ve partiden attı. HÖH yönetim bileşimi 136 kişiden oluşurken, önemli kararlar alınan toplantıya 70 kişi katıldı, 66-sı “saraya” gelmedi. Ünal Lütfü de gitmiş, kanımca 80 yaş üstü oyları salmamalıyız. Toplum zaten yaşlandı ve etraf bunamış dolu…

Soru: Olan nedir?

Cevap: Bu bir parti içi darbedir.

Sonuç: Hak ve Özgürlükler Hareketi iki kanata bölünmüş ve parçalanmış sayılır.

Partinin kanatları:  1) Kırcaali ili HÖH – Güney Bulgaristan örgütü.

2) Varna, Tırgovişte ve Smolyan ili HÖH örgütleri.

Seçilenler: Ahmet Doğan’ın Putinci parti kanadı geçici eş başkanları 3, bir de Doğan 4 kişidirler: Mustafa Karadayı; Çetin Kazak ve Ruşen Riza. Üçüne püskül de Ahmet Doğan.

Böyle doğuş olur mu?

Yani Diriliş gecesinde 4 başlı bir HÖH-DPS doğdu. Şimdiye kadar mecliste oturmaktan başka bir işe yaramayan bu 4 kişinin Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelerine bundan sonra ne yararı olur söylemek çok zor. Önemli olan yeni doğuş çığlıkla bağrışla çağırışla olmadı.

HÖH-DPS’de değişim olacak diye beklerken aslında bir şey olmadı. Doğuştaki muhteşem güzelliği yaşamak başka bir bayrama kaldı.

Hasımdan iyilik beklemek yanlış olur.

2015 “Diriliş” gecesi Bulgar sofrasında çok heyecanlı geçti.

Ha şerefe!” diyenler hep Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketini parçalaya bildiklerine içtiler. Bir daha “bütünleşip dirilmemek” üzere parçalandılar umuduna çektiler. Boşalan kadehlerden sonra susanlar oldu, sesli söylemek istemediklerini yutkunarak geçiştirmek zorunda olduklarını itiraf etmekten korktular.

Nedir bu korku?

Her korkunun iki yüzü vardı. Para olsa, yazı tarafında, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Romenlerin devrimci mücadele örgütü olarak 1990 Ocağında kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin Bulgar devletinin tüm Bulgar halkını da bağlayarak,  ülkedeki etnik ve dini azınlıklara karşı, onlara hayat hakkı tanımama, katran kazanında eritme, milli bilince oluşmalarını, Türkün Türk, Poma’ın Pomak, Çingenelerin de Romen şuuruna ve mantalitesine ulaşmasını baltalamak, onlara etnik halk topluluğu olarak var olma, gelişirken serpişip açılma ve ulusal kültür içinde farklı bir zenginlik, özgün bir renk biçiminde hayat hakkı bulmasına engel olurken nefes aldırmamaktı.

1878’den 1990’a kadar Bulgaristan topraklarında yaşayan etnik ve dini azınlıkların öz kimlik, dil, din, özgün kültür, öz tarih, yaşam tarzı ve medeniyet için kişi, aile ve topluluk olarak tek tek ve birlikte verdiğimiz çok ağır, çileli, ezdikçe ezen savaşımın doruğunda ve Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan sonra siyasi partide birleşme bilincine yükselebilmiştik.

Bu uzun yolu yanarken, kurbanlar vererek ve örs ile tokmak arasında dövülürken yaşam ocağımızdan aldığımız ateş ve suyla aşabildik. Bu gerçeği tanımak Bulgar milliyetçili için dirilişi olmayan bir çöküş, panzehiri olmayan bir ota laktır, gün ortasında bir intihardır. Çünkü bu ulus ve devlet 138 yıldır aynı kısır döngüde bocalamış durmuş, çıldırdığı günler olmuş, fakat bir türlü dirilememiştir. Bunlar ve bugün A. Doğan’ın L. Mestan’ı kastederek ve disipline uymayan diğer parti yönetim organı üyelerine hitaben,”Bulgar milli menfaatlerine uymayanların başına gelecek olan budur” demesi. Aslında hiç kimseyi etkilemedi, çünkü Bulgar milli çıkarlarının tanımı neydi, bunu bilen hiç kimse yoktu. Olan oldu da, HÖH yönetim toplantısına 66 kişinin gelmemesi, üstüne üstelik Güney Doğu Rodoplarda nüfus sahibi olan Bahri Ömer ve Şaban Ali Ahmet’in de Sofya’ya gelin davetine uymaması halk arasında çok geniş yorumlanıyor. Aslında korkulacak bir şey yok, fakat şu “gelen gideni aratır” lafı yok mu!? Şu anda HÖH merkez yönetiminde Kırcaali ve Güney Bulgaristan’dan sorumlu yetkili yönetici yok gibi…

Konunun arka tarafı tura’dır.

Durum “Diriliş” gecesinde kadeh kaldıranların yüreğinde sıcak dalgalar uyandırdı. Tura öykülerinde, Türkleri topraklarından kovma, bağlarına bahçelerine, çayır ve tarlalarına, koru ve ormanlarına, evlerine bedava oturma vardı. İsimleri değiştirirken köylerine tankla, evlerine silahla giriş serüveni vardı. Kendi aralarındaki sohbetlerde bir fıçı şarap içtirilirdi böyle gecelerde.

Şu memleketin tüm yollarını, tünellerini emek eri askerlerine bedava açtırmak, demir yollarını döşetmek, köprülerini, baraj duvarlarını yaptırmak vardı bu öykülerde. Bir de, hiçbir etnik hak elde edebilmelerine, Türkiyeyi koklamalarına imkân tanımamak vardı.

Her gün biraz daha Bulgurlaşmaya doğru onları durmadan itelemek vardı. Göğüs kabartan bu büyük başarıların arasında Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin de bir gizli sivil polis teşkilatı olan ve ele geçirebildiği 3 bin 16 Türk ajanla çalışan “DS” nin işleri iyi idare etmesi vardı.

Kaşarlı ve Türk düşmanı ajanların arasında seçtiği bir Çingene değil Hakra-Tatar kırışması, emsalsiz bir karışım, Türklerin, Pomakların ve Çingenelerimizin başına bela edilmesi vardı.

Daha önce böyle bir başarı elde edememişlerdi.

Çar III. Boris’in istihbarat şefi Geşev’in 1947’de Moskova’ya İngiliz ajan Filby aracılıyla ilettiği listelerde sadece 3 Türk ismi vardı. 3016 kişiye ulaşmak başarıların doruğu sayılmalıydı. Bunun için her zaman içilirdi.

Bir de adı değiştirile değiştirilen Ahmet Doğan kalan şahsın, Sovyetler Birliği devrinde ülkemizdeki ajan ağından çıkarmadan fişlediği ve kendi işlerine taktığı gizli servis KGB ajanları var.

İşler şöyle ki, Rusların genelde diğer ülkelerdeki tuzaklarını örgütleyen casusluk servisi KGB, 1990’dan sonra adını Federasyon Güvenlik Örgütü (FBS) olarak değiştirse bizdeki çalışmalarını nasıl örgütlediğini önce kimse anlayamadı.

Müslüman azınlıklar arasında 1988’de ele geçirebildiği ve kimliği, anadili, öz kültürü, soy ağacı olmayan bir ajanı, etnik azınlıklar konusunda İSTASYON ŞEFİ yapması önce yadırgansa da sonradan itirazlar söndü.

Bu da başarılar arasında önemli sayılabilirdi.

Tabii Bulgarlar “Diriliş” gecesinde bile “bağımsız”, “egemen”, “bizim” dedikleri şu vatanda bir dış casus örgütünün (ister Rus olsun) etnik azınlıklardan sorumlu “istasyon şefinin” bu küstahça davranışı ile mide bulandırmıyor değildi.

Bu konuda yapabilecekleri olmamasından çok kırgındırlar.

Bir de, kimseye hiçbir faydası dokunmayan bu şahsın “sarayda” ekmek elden su gölden, devlet bütçesinden ayrılan 3 milyon leva ile  tuvaletinin temizletilmesi, çöpünün atılması, köpeklerinin maması, tavruz kuşlarının yemi ve gizli laboratuarlarına gerekli araç gereçler ve korumaları sağlanması gece uykularını kaçırıyordu.

Bulgar’ın içini ısıtan kıskançlık,  bazen hemen diriliveriyor, hiçbir işe yaramayan bu kişinin of Şor hesaplarında, Lichtenstein, Zurich, Bern, Malta bankalarında toplam 3 milyar US Dolar ve Euro parası olduğunu düşündükçe sakinleştirici hap almadan kendilerine gelemiyorlardı. İşe aldığı Bulgarlardan hiç biri onun olumsuz etkileyişine dayanamadı ve hepsi “saraydan” kaçtılar. Kitap yazıp izlenim ve gözlenimlerini anlattılar, ama korktuklarından söylemek istedikleri hep dillerinin altında kaldı.

Korktukları kimdi?

“DS”, “DANS, FBF, Bulgar Baş Savcılığı. Kim! Hepsi mi? Evet!

Kendi kendine konuşmaya başlayanların hepsi korktukça soğuk ter döküyordu. O, etrafındakilerin hepsini korku içinde yaşatmaktan sanki zevk alıyordu.

Sorunun sorusu, bilgisayar kullanmasını bilmeyen bu şahsın, bu boyutta bir hırsızlığı nasıl gerçekleştirmiş olmasıydı. Bir defa ona Türkiye Merkez Bankasından 3 TIR dolusu Leva gönderildiği anlatılsa da, o kendini Türkiye makamları karşısında borçlu hissetmiyordu. Veren vermiş, alan almış, içilen suyun, okunan duanın hesabı sorulmazdı.

HÖH partisini kurarken herhangi bir kimseye yardım yapacağım, hizmet sunacağım dememişti ve kendini hiçbir şeyden sorumlu ve yükümlü hissetmiyordu. Nefesi, ancak Kremlin’den telefon edilince kesiliyordu.

Geçen hafta Putin, “Sen ne yapıyorsun orada, koyunları bizim tarafa geçir dediğinde” önce düşündü ve bugün L. Mestan’ın kellesini uçurunca rahatladı. Vazife anlaşılmış ve gereği görülmüştü.

Fakat kimse, onun 2004’te NATO üyeliğini, 2007’de de AB üyeliğini çok yüksek imtiyaz üzerinden pazarlayıp gerçekleştirdiğini kabullenmek istemiyordu. Yalnız Bulgaristan etnik azınlıklarının hiç bir konuda hiçbir isteği yoktur belgesini 1 milyar Euro’ya imzalamıştı.

Ve şimdi de Avrupa Birliği finans ve ekonomik bunalımları gelişim imkanları tüketince, yeniden Moskova’ya dönüp yeni pazarlıklar yürüttüğünü fark edemiyorlardı. Burada pazarlanan hep Bulgaristan etnik azınlıkları oldu. Şimdi onların Türkiye’ye karşı kışkırtılmasından sağlayacağı parayı düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu.

Bugün L. Mestan’ın kellesini giyotinde yatırsa da huzurlu değildi, onun şu özelliğini de pek sezen olmadı. Kendisine yaklaşanları özümsüyor öğreniyor daha yakın sokulmalarına olanak veriyor ve sonunda birden yutup tükürüyordu. Bu taktiği Kasim Dal, Korman İsmail, Osman Oktay ve başkalarına ve bugün de Lütfü Mestan’a uygulamış ve sonuncusunu öyle bir tükürmüştü ki, pislik ta Kırcaali’ye kondu. Düşündüğü bir tek şey vardı, acaba toplantıya gelmeyen o 66 kişi onun bu huyunu çözmüş olabilir miydi?

Bir iş yaptığı yok, hepimizi aldatıyor, yalanlarına alıştık, diyenler çoğalsa da şimdilik Rusya konusunda çam devirmek istemiyorlardı. Zaten karanlıkta kutlanan bu bayramı hepten zehir etmek istemeyenler ağırlıklı oldu.

Bu olay hem Türklere ve öteki etnik azınlıklara hem de Bulgarlara defalarca anlatılsa da azdır. Bu olay yerinden kopmuş, rüzgarlı gecelerde çarptıkça çıkardığı ses kimseyi uyutmayan, yerinden kopmuş oluk tenekesi gibi bir şeydi. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinden arkadaşlar bu konuyu birçok defa işlemiş olsalar da, bir başka açıdan olmak üzere ben de üzerinde biraz kalem oynatmak istiyorum.

Yazı ve Turası olmayan demir para yoktur.

Bulgaristan siyasetinin yazı ve turası ise Rusya ile Türkiyedir. Bulgaristan Osmanlıdan kopmuş bir devlettir, fakat egemenliğini elde etme mücadelesinde Rusya’nın etki alanında kapanmış ve 1878’den beri bu etkiden kurtulup, Rusya gölgesinden çıkmak için direnip didiniyor. Ne demek istediğimi daha net anlatabilmek için size bir AYI VE YAVRULARI öyküsü anlatmak istiyorum.

Bir ayının birkaç yavrusu varmış.

Bir gün canı ahlat isteyince yavrularını alıp ahlat ağacına gitmiş.

Siz burada bekleyin, ben çıkıp silkeyim” demiş. Çıkmış, silkmiş ve indiğinde ne görsün, yavrular yerdeki ahlatların hepsini yemişler. Yine tırmanmış, gene silkmiş ve o inene kadar yavrular ahlatların hepsini yine süpürmüşler. Çok kızmış. Etraftan iti yassı taş toplamış ve yavrular yerlerinde kalsın diye üzerlerine birer taş koymuş ve yine tırmanmış ağaca.  Yeniden silkmiş, inmiş istediği kadar yemiş ve iyice zorlanan yavrularının üzerinden taşları almış.

Bu öyküde ana ayı Rusya ise, yavruları da etki altında bulundurduğu değişik ülkelerdeki etnik, dil, din ve kültürel azınlıklardır. Bunlardan biri de biz Bulgaristanlı Türkleriyiz.

Rusya’nın yeni imparatorluk politikası etnik azınlıklar üzerinden gerçekleştiriliyor. Osmanlı zamanında ve özellikle 1773 Küçük Kaynarca Sözleşmesi neticesinde bu siyaset Osmanlıdaki Hıristiyan dinine mensup azınlıklar alet edilerek uygulanmıştı. Plevne meydan muharebesine kadar kızıştırıldı.

21. yüzyılda, özellikle Putin döneminde bu siyaset yeniden gündemdedir. Kuzey Osetya, Abhazya, Karabağ, Gürcistan, Ukrayna’nın Donbas yöresi, Kırım Yarımadası ve sonunda artık Bulgaristan’daki Türkler, Pomaklar ve Çingene kardeşlerimiz aynı iğrenç siyasete alet edilmeye çalışılıyor.

Bu, gelişme Büyük ve Güçlü Türkiye’nin yenidünya sisteminde ve 21-inci yüzyıl dünya düzeninde daha büyük pay alıp daha faal ve daha faydalı olmasıyla hırçınlaşıp kızıştı.

Suriye Savaşı ve “CU–24” Rus askeri uçağının Türkleri Jetleri tarafından bir atışta düşürülmesi ve uluslar arası otoritesi giderek artan Cumhurbaşkanımız Sayın R. Tayip Erdoğan’ın Putin’e  “Hey sen ne yapıyorsun ve burada ne işin var” demesiyle iyice kızıştı ve yavaşça da olsa Bulgaristan’a sıçramaya başladı.

İğrenç politikanın içinde küçücük bir damla olsak bile Kremlin ajanı A. Doğan’ın kemiricileri çuvaldan salması ve Rus balyozu’nun Bulgaristan’a yönelmesi hepimiz için çok üzücü ve endişe verici oldu.

Etnik azınlıklara dış baskılar zulmün iğrenç bir parçadır.

Konumuza devam edeceğiz.

Reklamlar