Musa VATANSEVER

Tarih: 17 Nisan 2017

Konu:    Yeni kuşağın bizi anlayabilmesi için ne yapmalıyız?                  

Kamer süresi: Ki “hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekemez.”

Giriş

Kaybetmeyi bilmeyen, el bebek, gül bebek büyüttüğümüz yeni kuşağı yaşanan zulüm konusunda nasıl motive edeceğiz? Yoksa günah yükü, bir nesilden bir nesle geçmeden, unutulurken her şey yok mu olacak? Tarihin zalimleri sessizce aklanacak mı!? Geçmiş eskidikçe zalimler kahraman, ezilenler kötüleştirilmeye devam mı edecek? Son asır boyunca çok kanlı biçimde yerlerinden sökülüp atılanlar, kira mı ödememişti? Kuşakların birbirlerinin gözlerinde huzur aramaya hakkı yok mu!

Terletmeden yetiştirdiğimiz genç kuşağı tarihimiz konusunda nasıl motive edeceğiz?

Köyünden utanan gençler kentte gönül sıcaklığı bulabilir mi! Yoksa sevgi ve hiddet insanın yalnızca sezgilerinde mi yaşar! Duygu patlamasının temeli, kökü ve gerekçesi yok mu! Geçmişimiz bizim gerçeğimizse, yapay bir dünyada yetişen genç kuşağa biz kendimizi ve sorunlarımızı nasıl anlatabiliriz. Kuşağım kaybetmek istemediği bir oyun içindedir. Hak ve özgürlük, vatan davamızı devam ettirmek, zafere götürmek gelen kuşaklar için değil mi? Yeni kuşaklar çiçek dermekten, kuzu okşamaktan, tavşan kovalamaktan ya da bülbül dinlemekten haz almıyorsa, kabahat yaşlılarda mı? Parmağına diken batmadan yetişenler, yeniçağın yeni kuşakları bizi kabul etmemekte haklı olabilir mi? Kuşakların birbiriyle kan bağı var da, günah yükünü çekme bağı neden yok? Sorular, sorular…  Her çağın kendi kahramanları var. Dedelerin ve torunların aynı şeyden haz alıp tatmin olması ne zaman mümkün olacak!?

Halen nesillerimizin ortak edinimi olan dava ateşimizdir.

 

Konumuzun özü:

Yazıma bu kadar çok soruyla başlamamın nedeni var kuşkusuz. Vatanımız olan Bulgaristan’da hükümetlerin akıl almaz bir tutumuyla yüz yüzeyiz. Bulgaristanlı Türkleri siyasi tarihten silmeye yelteniş yaşıyoruz. Hıdrelleze giren haftada, 5 ay önce seçilen Cumhurbaşkanı R.Radev’in Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızı seçim sandığından uzaklaştırıp Sofya meclisine vekil gönderebilme yolunu tamamen kesmek için Seçim Yasasında değişiklik önermesi bardağı taşırdı. Yasa değişikliği yapılarak seçimde oy kullanmak isteyenlere “Bulgaristan’daki adresinde 3 ay oturmuş olma” şartı öne süren Cumhurbaşkanı topluma nefes kestirdi.

İnsan hakları açısından değerlendirildiğinde bu öneri baştanbaşa faşizm kokuyor. Nazilerin temel uğraşısında baş edemediklerinden onları yakarak ya da kurşunlayarak öldürmek vardı. Bazen iyice çıldırdıklarında, onlar 1942’de Macaristan başkenti Budapeşte’de yaptıkları gibi, 55 bin kadın, erkek, çocuk Yahudi vatandaşı elleri kolları bağlı köprüden 7 metre derin Tuna’ya itmişlerdi. Bu çılgınlık yediden yetmişe tüm insanları titretmişti.

Meclise kanun telkihinde bulunma hakkı olmayan Radef, sanki Türklerin seçime katılma gibi son haklarını da budayarak, Bulgaristan’ın demokratik parlamenter cumhuriyet olduğunu unutarak, faşist Cumhurbaşkanlığı diktatörlüğüne adım atmaya çalıştı. Akıl hocalarını bilemeyiz, iyi oldu da şimdilik tosladı.

 

Tarihsel derinlik:

Ne de olsa, onun aklında olmasa ya da aklına yatkın olmasa, o bu adımı atmazdı. Atılan Bulgaristan’da faşizme götüren ilk adım oldu. Biz, hak ve özgürlükler, demokrasi, insan hakları ve hak eşitliği için Türk kanı dökülmüş, ama henüz hesabı sorulmamış ve suç defteri kapanmamış bir Bulgaristan’dan söz ediyoruz. Biz, 1989 Mayısında Türklerin ayaklandığı bir Bulgaristan’ı anımsatıyoruz. Biz, hükümeti, üniformalı ve gizli polisin milyonlarca zorlamalı davetine rağmen, hiç bir Türkün, hiçbir Pomak’ın ve hiçbir Çingene’nin 1960 – 1984 döneminde gönüllü olarak isim, dil, din, kültür, gelenek, ahlaki vatan değiştirmediği, kimseyi satmadığı bir Bulgaristan’ı hatırlatıyoruz. Biz, daha 1934’te on yıl boyunca başa geçen Bulgar faşistlerinin Bulgaristan Türklerine ve etnik azınlıklarına karşı başlattığı ve şiddetine emsal gösterilemeyen bir baskı ve zulüm siyaseti uyguladığı bir baskın ortama dayanan yiğitline emsal gösterilemeyen bir etnik halk kitlesinin hala varlığını vurguluyoruz. Okulları kapatılan, okulları Bulgarlaştırılan, halk evleri kapatılan, kültürleri yasaklanan, cami kapılarına anahtar vurulan ama ruhu dayanan, kimliğini ve manevi kimliğini yaşatan ve Türk ruhundan zırnık kadar ödün vermeyen bu etnik azınlıkla guru duyuyoruz.  Göçe zorlanan, kabul etmeyenler cahil, zayıf ve fakir bırakılan, sürünmeye zorlanan, sürgün edilen, toplama kamplarına sıkıştırılan, zindanlarda çürütülen bir azınlığın ezgin çilekeş kaderini anlatıyoruz.  Son 138 yılda hiçbir Türkün doğal yollardan toplumda bilim ve kültür dallarında sivrilmesine yol verilmedi. Yükselmelerine olanak tanınmasa bile, hiç birinin de ruhunun kırılamadığına vurgu yapıyoruz. O zaman, bu zaman Bulgaristan’da Türk Okulu diye bir odacık bile kalmasa da Türklük tarihinden ve doğasından aldığı bilgelikle dimdik ayaktadır. Türk zekâsının ebediliğine ve aklının da yüceliğine tüm dünya hayrandır.

 

Alın yazımızmış:

138 yıldan beri Bulgaristan “katıksız” bir Bulgar devleti olmamışsa ve bugün Bulgar ırkı kendiliğinden sönerek yok olmaya boyun eğmişse, kabahat yerli Türklerde değildir. Tarih yaşanmış bir gerçektir. Bulgaristan’ın Osmanlı imparatorluğundan büyük bir Türk kitlesini devraldığı tarihsel bir gerçektir. Bu kitle parça parça hem de perperişan Anadolu’ya ve Türkiye Trakya’sına, Ege ve Marmara kıyılarına bugün dahil hala akmaya devam etse de, tarihin derinliklerinden ve Bulgaristan topraklarında tamamen sökülüp atılması olanak dışı olan bir olgudur bu. Güneş dünyayı ısıttıkça onların Bulgaristan’daki varlığı devam edecektir.

Bazen doğal ve tarihsel gerçekleri değiştirmek, itelemek, yok saymak, hatta gömmek ve üzerini düzlemek imkân dışıdır. Yapılamaz. Bunun en parlak ve ibret verici örneği, 1985’te hiçbir zaman var olmadıkları ilan edilen Bulgaristan Türklüğünün, 1989 Mayısında ayaklanarak, yüzkarası totaliter Bulgar diktatörlüğüne ölümcül darbe varması oldu. Bulgar halkını da dünya demokratik halklar ailesine dahil etme çabalarında taşlandı. O gün bu gün o tarihte 72 yerleşim yerimizde 52 700 Türk kardeşimizin başlattığı ölümsüz dava yaşıyor, bugün de ayaktadır. Nerede olursak olalım, Bulgaristan’da, Türkiye’de, eski kıtanın ana kentlerinin herhangi birinde ya da Kanada’da hiç önemli değil, hak ve özgürlük davamız, demokratik vatan davamız özümüzden özdür, gece uykumuzu bozandır, kalbimizde çarpan, ruhumuzu şahlandırandır. Hiçbir şey unutulmamış ve asla ve asla unutulmayacaktır. “Bir yaralı düşten gayrı nem kaldı!”gerçekleşmemiş hülyamızın ancak şarkılaşmış şeklidir…

Şimdiye kadar düşmanlığın böylesini, yani Türkiye’de ikamet eden 1 milyondan fazla soydaşımızı tek kalemle, hepsini birden siyasi çöp tenekesine atmayı hedefleyen bir hareket yaşamamıştık.

 

İki tarihsel olaya kısaca değinmekte yarar olacağı kanısındayım:

1878 Rus – Osmanlı savaşından sonra bir nüfus değiş tokuşu yapılmamıştı. Yeşil Köy (Ayastafanos) Antlaşmasının müzakeresi sırasında, 1878’de, Türk delegeleri Rus diplomatlara böyle bir nüfus mübadelesi teklif etmişlerdi. Balkan Sıradağlarının (Koca Balkan)  Kuzeyinde kalan Türklerin Koca Balkan’ın güneyindeki Bulgarlarla değiş tokuş edilmesini, taşınmaz mallarının da karşılıklı olarak tasfiyesini istemişlerdi. O toplantılarda Rusya delegeleri bu köklü çözüme yanaşmamışlardır.  Bugün görüyoruz ki, büyük Türk kitlelerin Bulgaristan yönetimi altında bırakılmasıyla o zaman çok büyük hata işlenmiştir. Belki de sonu hayırlı olur. Ne ki, 138 yıllı çekiyi ne birine anlata biliriz, ne de birisi bizi anlayabilir. Amerikan yazarlarından birisinin gece yazdığı Balkan Savaşlarını anlatan kitabında “çekinin böylesi tarihte görülmemiştir” sözlerini torunlarımıza nasıl anlatalım bilemiyoruz. O zaman atalarımıza “Bulgar yönetimini ister misiniz, yoksa kalkıp gelir misiniz?” diye soran olmadığı için, tarih gerçekliğinde bizi yalnız, kimsesiz bırakmayanlara, anavatana borçluyuz! Minnettarız. Bir gerçektir. “93 Harbinde” Büyük Türk kitleleri Bulgar yönetimi altında bırakıldı, huzur bulamadılar, daraldıkça, sıkıştıkça Türkiye’yi aradılar, halen de Büyük Türkiye’yi arıyoruz. Bu yıllar içinde Bulgaristanlı Türklere serbestçe vatandaşlık seçme hakkı da tanınmadı. Rus savaşından önce Osmanlı tebaası olan bu Türkler, “93 Harbi” sonunda kendilerini “Bulgar vatandaşı” buluverdiler, fakat asla tam anlamıyla eşit haklı yurttaş olamadılar. Dün hâkim durumdayken bugün tâbi duruma düşüverdiler. Roller değişti. Bulgar yönetimi altında yaşarken ezildiler, kimliksizleştirilmeye çalışıldılar, dinsizleştirildiler, cahilleştirildiler, ahlaksızlaştırıldılar, duyarsız kılınarak uyutulup Türk olmaktan çıkarılmak için zulüm gördüler, dayandılar, dayanıyorlar.

Okul ve okumak her şeyin üstünde olan bu soydaşlarımızın kör cahil bırakılması için çok uğraş verildi. 1944’e kadar Krallık döneminde Bulgaristan’da Türkçe olarak 67 gazete yayınlanmıştır. Komünist dönemde Türkçe olarak bir dergi ve 3 gazete çıktı. Sonunda bunların da hepsi kapatıldı. En son “Yeni Işık” gazetesi Ocak 1985’te son nefesini verdi. Orada kalan kardeşlerimiz bugün de Türklüğün sabahyıldızını bekliyor.

1878’de anavatanlarından koparılan bu Türk topluluğu 1989 Büyük Göçünde çok kan kaybetti. Bugün Türkiye’de yaşayan 1 milyondan fazla Bulgaristanlı Türk kökenli kardeşimiz arkalarında parçalanmış aileler, en yakın soy ve sülalelerini 30- 35 kuşağın yattığı kabristanlıkları, kültürel mirası, cami, medrese, külliye, hamam, okul, dükkân, bezensen, köy, kasaba, şehirler vb bıraktılar.  O topraklarda yaşanan en uygar yaşam biçimi ezilip, çiğnendi, yok edildi.

 

Demokratikleşme yolunda belki de buluşuruz:

İşte böylesi kıymetli bir tarihin şerefli koruyucusu olan Bulgaristan Türklerine karşı siyasi saldırıların hele son yıllarda yapılan veya yapılmak istenen Seçim Kanunu değişikleriyle darbe üstüne darbe alması, yeşeren ve devler erkine tırmanan faşist hortlamanın saldırılarına maruz kalması ve sonunda bu küstahlığa Cumhurbaşkanı Radev’in de katılması sert tepkilere vesile oldu. Şöyle ki, şu sık sık söz ettiğimiz son 138 yılda olmayan bir gelişme parladı.  Türkiye’deki soydaşlarımızın oy kullanma hakkı başta olmak üzere saldırıya uğrayan en doğal insan haklarını savunan Bulgaristan Cumhuriyeti Geçici Seçim Hükümeti Adalet Bakanı Mariya Pavlova Cumhurbaşkanı’nı Radev’i tepki olarak, tüm Adalet Bakanlığı çalışanlarının istifa edeceği konusunda uyardı. Bugüne kadar çelişkiler bu denli derinleşip keskinleşmemişti.

Hak ve Özgürlüklerimizden, demokrasiden, seçme ve seçilme hakkımızdan, vatandaş  eşitliği ilkesinden yana olan halkçı güçlerden yana, onların saflarında yer almak zorundayız, davamız ortaktır. Huzur arıyoruz!

Lütfen paylaşınız.

Reklamlar