Özgürlüklere EVET! Nefrete HAYIR!

Bu, Sofya’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan Başbakanlık Binasına kadar “BAĞIMSIZLIK” meydanı boyunca Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlükler Hareketinin birlikte uzattığı slogandı. Üzerinde Avrupa Birliği, Bulgaristan Cumhuriyeti, Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlükler Hareketinin zeytin dallı bayraklarının dalgalandığı bu muazzam istek yazısını Vatanımızın dört bir yanından gelen HÖH / DPS’li göstericilerle başkentli sosyalistler birlikte taşıdılar. Nefrete hayır! Düşmanlığa hayır! Şiarları kitleleri sarınca sivil toplum soluklanmaya başladı, demokrasi ufukta ağırdı.

16 Kasım 2013 günü aynı sert adımlarla, aynı kararlılıkla, başkenti çınlatan aynı haykırışla muhteşemliği daha önce görülmemiş bir beraberlikle başkentin en geniş caddelerini ve en büyük meydanlarını doldurmasından bir hafta sonra beklenen karar çıktı.

Başsavcılık, İçişleri Bakanlığı ve istihbarat birimi DANS Başkanları ortak karar açıkldı. Sözüm ona “sivil nöbetçi devriyeleri” lanetledi ve yani faşizan ırkçı güçlere, azınlık ve yabancı düşmanlarına, “skinlere”, şpits komandolara, “hedlere”, Boyan Rasetecilere, siyahlı gezenlere, kolu şeritlilere, ezmek için “düşman arayanlara, hastanelik etikleriyle övünenlere ve Romların “öz savunma gruplarına” karşı olan devlet görüşü ve kararlılığı duyuruldu ve hepsine diş sıkıldı.

Kamuoyuna yapılan duyuruda, devletin resmi polis gücü Sofya merkezinde herhangi bir barka gücün düzen sağlamasına olanak tanınmayacağı bildirildi. Başsavcı Tsatsarov, İçişleri Bakanı Yovçev ve DANS Başkanı Pisançev iki hafta gecikmeli yayınladıkları ortak görüşle kendileri tarafından yönetilen devlet organlarını kullanarak, hiçbir “öz savunma”, “sivil savunma” ve benzer örgütlere asla olanak tanımayacaklarını ve sivil hakların savunulması ve kamu düzenin güvence altına alınmasında, tüm yasal yetkileri kullanacağını duyurdular.

Başsavcının sıraladığı somut önlemlerde, başkent merkezinse güvenlik daha fazla polis gücüyle sağlanacak ve üniformalı güç, “hiçbir ayrıcalık tanınmadan” kaba kuvvet kullanma da dahil her imkâna başvuracaktır. Başkent sokaklarında, değişik sembol, nişan ve işaretler taşıyarak, gövde gösterisi yapılmasına, yasal düzenden farklı bir nizam uygulanmasına olanak tanınmayacaktır.

Bu kesin kararlı tepki, iki hafta önce başkentin ana caddelerinden biri olan “Pirotska”  sokağında, polisin burnu dibinde ve gözü önünde faşizan “sivil devriyelerin” gelip geçene kimlik kontrolü uygulamasına gecikmiş tepkidir. Bu olaydan birkaç gün sonra “sivil devriyelerin” başbuğu olan Boyan Rasate Bulgar ulusal TV programlarında, polisin bilgisi dahilinde hareket ettiklerini, “şüpheli kişilerin tespit edip jurnalleme amacıyla” ve  “kişisel savunma için” örgütlendiklerini açıkladı.  Devlet makamları ortak açıklamalarında, bilgileri dışında hareket edildiğini, organlarla uyulmanmış bir eylem olmadığını bildirerek, Rasate’nin iddialarını yalanmadı.

Bulgar devletinin savcılık ve polis gücü yöneticilerinin ortak görüşünde, Bulgaristan’da Ulusal Rom Gelişim Merkezi lideri Petko Asenov’un “Rom komandoların baskıya karşı öz savunma örgütü” kurma girişimine sıcak bakılmadı. Başsavcı Yardımcısı Asya Petrova ile Asenov arasında Ekim ayında onun isteği üzerine bir görüşme yapıldığı ve  “trenlere yapılan Rom saldırılarına karşı önleyici tedbirler alınması” konusunu görüştüğü açıklandı.

26 Kasım günü ırkçıların başı Boyan Rasete ile OMON lideri Petko Asenov polis müdürlüğüne çağrıldı. İkisi de, yasa dışı eylemlere son vermelerini öngören bir tutanak imzaladılar. Bu arada, Sofya “Banya Başı” caminde ibadete engel olunmasını önlemek amacıyla cami dolayında daha fazla üniformalı polis ve jandarma bulundurulacağı duyuruldu.

Izbandutlar daha da hareketlenmek istiyor. ATAKA’yı, Rasate’yi artık kansız buluyor ve yeni faşizan örgütlenmeye, kendi partilerini kurmaya çalışıyorlar. Askerde öğrendiklerini yeni kıta-kol ordu şeklindeki örgüt biçimlerinde uygulamak ve birbirleriyle gizli örgütlerde kenetlenmek istiyorlar. Bu işi iyi yapıyorlar ki, aralarından olayların gerçek yüzünü jurnal eden, “dava”dan vazgeçen olmadı.

 

Başsavcılık ve İş İşleri Bakanlığının ırkçı milliyetçilere diş sıkmasının ardından ırkçı hortlamaya neden olan Bulgaristan’a yayılan göç dalgasıyla ilgili olarak 14 ile 18 Kasım günleri arasında, bir kamuoyu araştırması yapıldı. “Mediana” ajansının gerçekleştirdiği bir ulusal temsili sosyolojik araştırma sonuçlarına göre, Bulgarların  % 78’i,  ülke çok yoksul bir durumda olduğundan dolayı, göç yükü taşıyamaz, görüşündedir. Gazetelere göre, bizde nüfusun % 80’ni yıllardan beri para biriktiremiyor ama borçlanmak da istemiyor.

Ankete katılanların üçte biri, Bulgaristan’ın göç ve kaçaklara sınır kapılarını kapaması gerektiğini ileri sürerken, % 5’i de illegal ve illegal tüm yabancıların sınır dışı edilmesi görüşündedir. Yabancıların kamplara yerleştirildiği dikkate alındığında, ankete katılanlardan % 42’si gelenlerin kamp dışına bırakılmamaları görüşüne katılmıştır. Artık 45 kişilik ilk illegal kafile uçakla Bağdat’ta geri çevrildi. Gelen yabancıların sayısı 10 binde durmuşken, 10 bin Bulgar da İngiltere’de kalmak için başvurdu ve izin bekliyor. Zaman giden-gelen zamanı!

 

Anketin sonuçları düşündürücüdür. Yabancılar konusunda, Sofya, Plovdiv, Varna ve Burgas gibi kentlerimiz,  “cilt rengi” ve “dilleri” farklı olanlarla dolup taşmış Londra, Paris, Brüksel ve Berlin’den çok farklı bir tepki sergiledi. Savcılık ve polisin ortak çıkışı yerli etniklere ve gelen yabancılara karşı ırkçı nefret patlamasına tepki oldu. Kuşkusuz, Bulgaristan’a yönelen göç dalgasının ardında bir “Arap Baharı”,  bir savaş felaketi, Suriye’de bir halkın iç savaşta kendini katletme faciası, insanın ölümden uzak kalma, canını kurtarma arayışı, anaların çocuklarını yaşatabilmeye yeni ortam arama hakkı var ki, bu doğal bir hak olup saygıya değerdir. Her insan bu dünyaya yaşamak üzere geldiğinden, hayat hakkı kutsaldır.

Avrupa’nın anakentlerine olan yabancı akımı da yalnız bir nimet olarak kabul edilmemişti. Anti güç ve hareketler doğurup milliyetçileri sokaklara dökmüştü. Bulgaristan’ın şimdiye kadar göç dalgalarına hedef olmamasının temel nedeni, fakir bir ülke olmasıdır. Gerçek budur. Şunu da unutmayalım, ülkemizden diş ülkelere giden yüz binler oldu, onlar da her yerde gönül hoşluğu ile karşılanmadı. Birkaç defa Paris ve Londra’dan uçaklara bindirilip gri gönderildiler. Gidip geldiler, yerleşenler oldu, kahredip dönenler var. Bunalım döneminde hayat her yerde zor.

 

Sofya’da düzenlenen Özgürlüklere EVET! Nefrete HAYIR! Ulusal miting ve yürüyüş çok anlamlıydı. Şubat ayından beri birbiriyle çarpışan ama bir türlü yenişemeyen iki sosyal ve politik kanadı biraz da olsa şimdilik birbirinden uzaklaştırabildi. Son dönemde, sarı kaldırımlı meydana, son on yılda biriken istikrarsızlığın, hiçbir şey başaramamanın yarattığı düş kırıklığından, devlet, hükümetler, makamlar, polis, jandarma vb. organların nüfus yitirmesinden kaynaklanan güvensizlik her gün biraz daha yığıldı. Fırlatılan yumurta, patates, yoğurt ve boya kutuları göstericileri deşarj edemedi. Olaylar bir nefret boşalma denemesiydi. Protestocu üniversiteli, aydın, işçi, memur kümesinin yanında son haftalarda iri yarı, kalın enseli, kara gözlük ardında kanlı gözlü, erkekleri gördükçe fikirlerim değişti. Büyük bir kargaşa olabilirdi. Parlamentoyu bekleyen 2 bin 3 bin polis demir çitleri bir an kaldırsa ve yumruk savuranlara BUYURUN BEYLER dese, ne olur fikri geçti aklımdan!…

 

Böyle düşünmeme gerekçe, düzen sağlanması gereğiydi, çıban zonklarken huzur olmaz! Kötünün kötüsü olsa daha iyi mi olacak! Tabii, düzen oturtmak için güç lazım! Izbandut faşistler ön sıraya çıkmış güçlü olan biziz diyor. İzlediğim abesliğin doruk noktası, saldırı hedefinde hep parlamento olmasıydı. Dikkatinizi çekerim, bir diktatör sarayına hücumdan, erki zorla ele geçiren ve seçim yapmadan aklına estiğince yönetmek isteyen bir zümreye karşı ayaklanmadan söz etmiyorum. Biz, Bulgaristan’da 12 Mayıs 2013’te bültenler teker teker birer birer saydıktan sonra seçilen ve demokrasimizin kalbi olan Halk Meclisi taşlanıyor. Seçim sonuçlarından hoşnut değiliz efendim, diyorlar. Nedenmiş o, çünkü “köylülerin”,“Türklerin”, “Pomakların” ve “Çingenelerin” satılmış iktidarına boyun eğmek, ilkesizlik olurmuş. En fazla oy almışlar da, nedense iktidar olamamışlar ve bu da moralsizlik oluyormuş. Oysa demokrasi, var olan durumu herkesin beğenmesi anlamına gelmediğinden, öz isteklerini kurallara ve çoğunluğa tabii kılma ustalığıdır. Bu ustalıksa onlarda yok. Seçim dolapları çevirmek moda oldu. B.Borisov’un partisi kimse görmeden son seçimde 350 bin oy atmış sandığa. “Uikent” gazetesinin açıkladığına göre, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev seçilirken de 500 bin oy dalavereden gelmiştir. Gerçeklerin hükmü olsa, Plevneliev’in Cumhurbaşkanlığından inmesi ve yerini Kalfin’e bırakması, şerefli olurdu. Bu bakıma, artık yükseltilmeyen “ahlaklı” değil sloganının günü kendiliğinden doldu.

 

Ve benim, yukarıda işaret ettiğim varsayıma dönersek, protesto edenlerin çok kalabalık olduğu bir anda, kalın enseli grubun girebileceği bir yerden, polisin çitleri bir an için de olsa, aralamasını hakikatten düşündüğüm. Onlar, camları kapıları kırarken, halıları, perdeleri yakarken, bilgisayar ve yazıcıları paramparça ederken rüşvetin nasıl kalkacağını, demokrasinin ve özgürlüklerin nasıl genişleyeceğini, hakça düzenin nasıl kurulacağını görmek istedim…

 

Kırıcı yıkıcı zümrenin modern politik öyküsünde bunların hiç birinin olmadığını da önceden biliyordum. Böyle durumlarda, tarih sahnesine genelde yeni biri çıkar ve şöyle buyurur: “Ben sizden daha fazla nefret ediyorum, daha iyi görüyorum, daha güçlüyüm ve daha iyi idare edebilirim. İktidarda olanların çürük armut gibi düştüğünü gördünüz. Her gün toplanıp sarı kaldırımlı meydanda protesto oyunu sergileyenlerin bir işe yaramadığına herkes inandı. Ben sizden yalnız bir şey istiyorum, şu parlamento kapısının üzerindeki yazıyı okuyun ve ona uyun:” Kapı üzerinde altın harflerle şunlar yazılıdır:  “BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR!” Güç benim. Diktatörlükler hep böyle doğmuştur. O zaman herkes susar.

 

Özgürlüklere EVET! Nefrete HAYIR! Gösteri alayının “Kartal Köprü”den “Bağımsızlık”Meydanı” na görkemli yürüyüşü ve sıraladığım varsayımların hepsinin saçmalıktan başka bir şey olmadığını herkese kesin kararlı olarak alabildiğine göstermesi büyük bir olay oldu. Bu ülkede gerçek bir demokratik toplum düzenine geçmenin ana motor gücünün 16 Kasım 2013 günü başkent Sofya’yı dolduran Bulgar Pomak ve Türkler olduğunu herkes açıkça görebildi. Son günlerde Sofya’ya kar düştü. Her yer bembeyaz.Etrafta eşelenen güvercinler yem ararken gelen huzura seviniyor.

Reklamlar