Muazzez YURDAKUL

Konu: En doğal haklarımız için Brüksel kapısında dilenci olduk.

Her kişinin ve topluluğun doğal hakları vardır. Çocukların doğal hakları da çok önemidir. Mesela ana dilini öğrenme özlemi bir hak olarak evde, aile ortamında başlar, anaokulunda ve ilkokulda gerçekleşir. Bu, en temel tabii haklarımızdan biridir ki, çocukluktan yaşlılığa kadar her birimizin yaşayışını belirler. Anadilini bilmeyen bir kişi toplumla tam faydalı kaynaşamaz yani yaşadığı ortama tam kapasiteyle yararlı olamaz. Anadilini iyi bilmeyenlerin hayal etme ve fikir üretme olanakları kendiliğinden sınırlıdır. Bütün yeni fikirlerin kökleri anadil köklerinden türer.

“T haber”de 2 haftadan beri adeta reklâm edilen Avrupa Parlamentosu’nda (AB) Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) Milletvekili ve Gençlik Kolları Başkanı İlhan Küçük, sözde hangi tarihte ve nerede yapıldığına işaret edilmeden partinin Genel Kurulu’nda Bulgarca dışında başka dilde propaganda yasağına ilişkin imza kampanyası başlattığını açıkladı. Bizi ilgilendiren Türk dilinde seçim propagandası yapılmasıdır. Bu davayı yakından izleyen gözlemciler GENEL KURUL “sarayda” yapıldıysa “bir şey olmaz,” “bu, yeni bir kör fişek” dediler. Çünkü artık sarayın hem girişinde hem de çıkışında sıkı yoklama ve sorgulama uygulanmaya başlandı. İçeri evrakla girmek ve evrakla girmek yasak! 2015 Temmuz tutanaklarına bakıldığında “Türk dilinde propaganda yapılması için Parti Genel Kurulu Gençlik Örgütü girişimini desteklemiştir” diye bir kayıt bulamazsınız.

Kayıtlı 132 bin üyesi olan gençlik teşkilatında artık 23 imza toplandığı açıklandı. İyi iş aslında! Gençlerin vazifesidir artık şu anadil konusuna bir çözüm bulmak.

Geçen sene genel seçimlerden önce GERB partisi 500 bin imza toplayarak seçim kanununda değişiklik istemişti. Boşa kürek çekti. Pirin Dağındaki Gırmen Belediyesi’ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) geçen hafta gelen bir mektupta, “Çingenelere barınacakları yeni bir konut göstermeden kimsenin evi yıkılmasın!” dendi, dendi de dikkate alan oldu mu? Yazılıp çizileni okuyup uygulayan var mı? Dozerler mahallenin altından girdi üstünden çıktı. Çingene kızanları çil yavrusu gibi ortada kaldı.

Anadilde propaganda konusunda da olacağı budur. AB Genel Kurulu işgüzarlık gösterip şöyle bir karar alabilir: “AB üyesi devletlerin her birinin resmi dilinde seçim propagandası yapılabilir!” AB resmi dilleri arasında bizim azınlık dillerimiz yok ki! Ne yapacağız? Çingenece AB resmi dili değil, Türkçe AB resmi dili değil, Pomakça AB resmi dili değil! Y,ne boşa mı kürek çekiyoruz. Yoksa olmayacak olan bir şeyin asla olmayacağına kendimizi ikna edip bu sayfayı ebediyen kapamak mı istiyoruz? Al sana yeni bir amerikan sakızı daha….çiğne çiğneye bildiğin kadar! Yere tükürmek yok, çünkü AB çevrecilerine ve Bulgar ırkçılarına hakaret etmiş olursun, üstüne bir de ceza yiyebilirsin.

Milletvekili İlhan Küçük, bu imza kampanyasında bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Bazılarına göre, HÖH Gençlik Teşkilatı üyelerinden memlekette adam kalmamış, herkes ekmek parası için dış ülkelere taşınmış, bu kampanyayı kim yürütecek sorusu yükseldi. Öte yandan Ekim 2015’te yerel seçim var. Sıraları şimdiden düzmek lazım! Memlekette genç kalmayınca ana dilinde propaganda yapılacak adam da kalmıyor ki, Brüksel bu işe hem güler hem de sevinir…

HÖH Genel Kurulundan sonra milletvekili İlhan Küçüğün resmi dilin dışında öteki dillerde seçim propagandası yapma üzerindeki yasağın Bulgaristan’ın Avrupa’ya etnik temelde ve dil temelinde uyum sağlamasına engel olacağı iddiasında bulunması ise tam bir iki yüzlülüktür. Çünkü 2007’de Bulgaristan’ın AB’ye üyeliğinden önce HÖH-DPS Başkanı Ahmet Doğan “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur!” Bildirgesi imzaladı. Bu imzayla ana dilimiz olan Türkçemizi yedi kat yerin dibine gömdü, üzerine de ısırgan otu dikti. Anadilimizi kullanma hakkımızı ipe çekti. Dilsiz insanları yönetmenin daha kolay olacağını düşünmüş olabilir. “Türk kültürü ile yaşamak isteyen Türkiye’ye gitsin!’” sözleri de aynı saray kurduna aittir. Üstüne üstelik HÖH parlamento grubu, 1992 Anayasasında ve 1997 Anaya değişikliğinde ana dil hakkımızı bir nebzecik bile savunmadı. Daha sonraki yıllarda görüşülen ve Türkçemizi yasaklayan tüm yeni yasalara da öz lehimizde oy kullandı. Dahası var, bugün dava bayrağı olarak dalgalandırılmak istenen “Türkçe Seçim Propagandası” 2013’te Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile HÖH birlikte idare ederken –  Başbakan Oreşarski hükümeti döneminde – kabul edilmişti. Bunların hepsi kalbimizde acıyor. Ben artık şu anadil işinin akıl işi değil yürek işi olduğuna inanmış bulunuyorum.

Başkan L. Mestan, Slimna (Sliven) ve Kırcaali köylerinde 2014 seçim görüşmelerinde Türkçe konuştu diye cezalandırılmıştı. Alevlenen olayı L. Mestan “AİHM’ye taşıyacağını” kendisi defalarca beyan etti. Bu sözcüklere inananlar AİHM’den bir “emsal karar” çıkarsa işler düzelerin umuduna kapıldı. Beklediğimiz kursağımızda kaldı. Ne oldu biliyor musunuz? Bu iş de unutturuldu. Yani biz artık o kadar ufaldık ki, milletvekili Hüseyin Hafızov  “Türkçe konuştuğum için bana kesilen cezaları Temyiz Mahkemesi akladı!” diyecek kadar haysiyetsizleşti. Onun demeçlerinin anlamında olan “Her koyun kendi bacağından asılır!” ya da “Paçayı kurtaran Paşadır.” Bizde yeni bir bencillik belirdi. Dereyi geçenler saraya yerleştiler, Mercedes abalarla hava atıyorlar. Ne var ki, bir halk topluluğunda bir zattın paçasını kurtarması önem arz etmez. Bazı bireyleri yeğleyen hain zihniyet bizde 26 yıl önce 500 000 Bulgaristan Türkünü Vatanlarından söktü, ocaksız bıraktı.

Bu koşullarda biz “Türklerin Bulgaristan’da Türkçe konuşma, Türkçe iletişim aracı kullanma ve hatta politik propaganda yapma yasağını kaldıracak bir AB Genel Kurul veya AİHM kararı beklemiyoruz.” Yeni alaca balonlar şişiriliyor. Bizim köyde bir Onbaşı Hasan aga vardı. İneklerinden birini satmak istese, alıcı gelmezden önce yeşil yoncaya salar ve hayvanın karnı şişene kadar yemesine göz yumar ve ardından, “ineğim gebedir, bir değil iki can alıyorsunuz” diye el sıkışırdı. Bunların hepsi bilinen yalan ve oyunlardır. Bizi yönettiklerini zannedenler bütün hileleri önceden kafalarında planlamışlardır. Bu iğrenç oyunda L. Mestan baş aktör rolüne soyunmuştur. Türkçeyi bilmemesi bir yana, anlaşılmayan bir Bulgarca kullanması trajik ve komik bir ortam yaratıyor.  Atalarımız “Halkını aldatan kendini aldatır!” demiştir.

Bizim bu çözümsüzlüğü sürüngenleşen derdimiz bir Yunan öyküsünde şöyle anlatılmıştır.

Kendine bizim Ahmet Doğan gibi üstlerin üstü imajı veren ZEUS’u sinirlendiren Kral Sysyphos kocaman bir kayayı bir tepeye çıkarmakla cezalandırılmıştır. Fakat kaya tepeden her defasında yuvarlandığından bu ceza ebediyen sürmüştür. Olay, bizim ana dilimize ilişkin sorunların son 2 yılda bir ara AB Genel Kuruluna, bir müddet sonra sözde AİHM’ne, şimdi de imza toplayarak AB Gençlik Kollarına, Bulgaristan Temyiz Mahkemesine, TV ekranına, basına ve daha nerelere nerelere taşınmasına benzemiyor mu? Hiçbir yerden lehimize, çözümden yana bir sonuç alınamıyor. Anadilimiz konusunda 136 yıldan beri geriletiliyoruz ama bunun son 26 yılda seçtiğimiz vekillerimizin alet edildiği tuzaklarla sürdürülmesi çok acıdır. Biz anadilimiz konusunda bir dilenci durumundayız.

Bu olay İnatçı Dilenci öyküsüne benzemedi mi?

İnatçı Dilenci

Günümüzde bir dev tüzel kişi olan ve Noel Baba gibi 28 ülkeye hediye ve para dağıtan Avrupa Birliği gibi vaktiyle “yardım dağıtan” bir ulu kişi varmış. Bu ulu kişi el uzatanlara, hani şimdi AB’den anadilimizi hiç olmadı seçimden seçime kullanma hakkı istediğimiz gibi, istekte bulunanlara çok iyi davranırmış. Sayısız bağışta bulunmuş, kese keser altınlar (şimdi olsa tomar tomar Euro) dağıtırmış.

Kısacası cömertlikte onun bir benzeri daha yokmuş.

Yardımlarından herkes istediği kadar yararlansın diye, sabah farklı seçtiği bir gruba bağış yaparmış. Bir gün belaya uğramışlara yardım ederken, başka bir gün de kadınlara… Başka bir gün yoksul dervişlere ve yabancı dil okutmakla uğraşan fakirlere. Daha başka bir gün borç altında ezilenlere…

Bu iyiliksever adamın yalnız bir şartı varmış. Kimse ondan diliyle bir şey istemeyecek, ağzını açıp anadiliyle dilenmeyecek… Anadili çözülsün diye dudaklarını oynatanlara para kaptırmazmış…

Muhtaç kimseler onun geçeceği yolun kenarına dizilir, sessizce beklerlermiş. Biri ağzını açsa zırnık bile alamazmış. Yardımda bulunanın yasası “Susan Kurtulur” imiş. Parayı anadil öğrenip doya doya konuşmak için talep edenlerle susmakla anadil öğrenmenin imkân dışı olduğunu bilenlerin işi öteki dilencilerden daha zormuş…

Yardımsever adamın kesesi ve kâsesi susanlar içinmiş.

Türkçe öğretmenleri yardım toplama günü ilan etmişler tutmamış. Ağlayıp sızlamalar da h,ç bir işe yaramamış…

Bir sabah Türkçe derslerinde araç gereç, okuma ve gramer kitabı eksikliğini tamamlamak için öğretmenlerden biri ayağını eski bezlerle sarıp sakatların arasına karışmış, ayağını kırık sansınlar diye sağına soluna tahtalar bağlamış ama boşuna.

Yardımsever adam her defasında onu gördüğünde hemen tanır ve ona hiçbir şey vermezmiş.

Başka bir gün yine aynı anadili sorunlarını çözmeye gerekli parayı dilenmek için yüzünü peçe parçasıyla örten öğretmen, yine tanınmış.

Dilenci rolüne giren Türkçe öğretmeni son 26 yılda yüz çeşitli hileyle başvurmuş ama nafile. Sonunda çaresiz kalıp kadınlar gibi çarşaf giymiş. Dulların arasına girip oturmuş. Başını öne eğmiş. Ellerini gizlemiş. Ama yinen Türk dili hocası olarak tanındığında yardımdan alamamış ve sorunların birini çözememiş.

Çaresizliğe ve çözümsüzlüğe düşen öğretmenin gönlü iyice yanmaya başlamış. Sonunda karar vermiş ve bir kefenciye gitmiş ve şöyle bir ricada bulunmuş:

Beni bir kilime sar. Yol üstüne koy.Ağzımı açmayacağım.. O ulunun oradan geçmesini bekleyeceğim… Belki görünce ölü zannedip, kefen parası olarak birkaç altın atar, ne verirse yarısını sana veririm,” demiş.

Paragöz kefenci öğretmenin dediğini yapmış, onu kilime sarıp yola bırakmış. Her şeyin hakanı olan ulu adamın yolu oraya düşmüş ve geçerken kilimin üstüne birkaç altın atmış. Öğretmen hızla elini çıkarıp kilimin üstünden altınları toplamış. Sonra başını kilimden çıkarıp seslenmiş:

Hey cömertlik kapılarını kapatan, çocuklarımızın ana dil öğrenmelerine engel olan, sonunda altınları nasıl aldım ama…

Kime yardım edilmesi gerektiği üstüne her gün talimat alan Ulu:

Ey inatçı! Doğru, altınları aldın, ama ancak öldükten sonra! Ölü adamın anadil öğrendiği nerde görülmüş…” demiş.

Çok acıklı değimli! Şu bizim sihirbazlar bizi bu durumlara düşürdüler.

Ana dil sorunumuzun çözümü bundan farklı ise, mektuplarınızı bekliyorum. Bir öğretmenim ve durumun vaziyeti içimi yakıyor.

Bayramınızı kutlar, hepinize mutluluk ve sağlık dilerim. Daha umutlu bir gelecek hepimizin olsun!

Reklamlar