Konu: Şahlanma, Direniş ve Aldatılışımız

                                                İkinci Bölüm

Bulgar bilimi “hak ve “özgürlük” sırrını çözme peşinde.                             

Binlerce kişiyi, binlerce kitap arasına kapayıp, her ay milyonlarca leva maaş ödeyerek okuyun, yazın çizin, düşünün ama nihayet şu Bulgaristan’a Hak ve Özgürlük tohumlarını kim saçtı sorunun cevabını bulun emrini verenlere şaşıyorum.

Şu bizim devletin parası bu kadar da mı ucuz oldu ki, koskocaman “bilim dünyası” böyle bir sorunla müşkül ediliyor. Anlaşılan “ne yapın yapın, bu soruna bir an önce cevap bulun” konusunda Brüksel’de baskı yapılıyor. İspanya’da Bask azınlığının yerel idareyi ele geçirmesinden sonra azınlık ateşini söndürmeye fonları büyütüp daha fazla para ayırabilirler. Aslında bu iş plansız programsız kontrolsüz harcanan, çalınıp çırpılan paralarla çözülemiyor.

 

Ders alan yok.

 

Azınlık probleminin çok ciddi bir sorun olduğunu Brüksel’in artık anlaması gerekirdi.

Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlüklerini tanımamak için “Bulgaristan Etnik Modelini” icat edenler siyaset, sosyal ve kültürel arenada başarılı olmaya devam ediyorlar. Bu defa örneklemeyi Çingenelerle yapmak istiyorum.

 

Bulgaristan’da Çingenelerle Bütünleşme On Yıllığına” Brüksel’den 10 yılda toplam 800 milyon Euro geldi. ”Bulgar Etnik Modeli” çerçevesinde, halkın ve devletin menfaatlerine ihanet edenlerin başında geldiği için son yıllarda özel koruma altına alınan HÖH Genel Başkanlığında “fahri başkan” görevinde bulunan ama çobanlar başı olarak sürüyü gütmeye devam eden Ahmet Doğan bavula, sandığa sığmayan ve bir konteynır dolusu olduğu söylenen bu kadar dövizi, iki Çingene kızanın burnunu silinmeden, bir okula badana yapılmadan, 200 Çingene kızı okutmadan, 4 Çingene karısına iş göstermeden, 2 göle balık yumurtası bile atılmadan, çöp kutularından geçinen 500 bin kişiye bir sıcak çorba mutfağı açmadan harcadı mı, gömdü mü, kaçırdı mı, içti mi pek bilen yok. Hırsızlığın bu boyutundan korkanlar HÖH – DPS yönetimini bırakıp gittiler, Tabii dünyada boş yer yok yerlerine yeni açlar geldi. Onlar da daha fazla hak ve daha fazla özgürlük peşindedir. Hepsini görüyoruz.

 

Konumun derinlerine inmezden önce memleketten bir örnekle A. Doğan sürüsünün kendi sorunlarını nasıl çözdüğünü iki örnekle sere serpe açmak istiyorum.

 

Birinci örnek:

 

Kırcaali ilinin en gelişmiş belediyelerinde sayılan Karagözler (Çernooçene) yöresinde 50 Türk köyü ve adı Kovanlık (Pçelarovo) olan biricik Bulgar köyü var. Son 26 yılda (demokrasiye geçiş döneminde) tek Bulgar köyünden 50 yüksek öğrenimli uzman çıktı. 49 Türk köyden lise üstü eğitim görenlerin sayısı 49 kişidir. Bu somut gerçek durumdur!

Bu belediyenin yaklaşık 20 yıl milletvekili olan av. Remzi Osman, bir önceki seçimlerde Türk köylerini gezdi. Birçok okulda birinci sınıftan sekizinciye kadar çocukların tek odada ders gördüğünü, bir öretmeklerin kime, hangi sınıfa ders vereceğini şaşırmış durumunu gördü. Okul müdürlerinin saat 10’da votka şişesi açtığını, gün boyu aymadığını gözleriyle görünce Çernooçene’de yatılı, yemekhaneli, spor salonu, kütüphanesi, bilgisayar odası vs. olan büyük bir ilk ve ortaokul binası inşa edileceğini vaat ederek oy aldı. Yalanın her çeşidine kanmış seçmen, onu gençliğinde bu köylerde öğretmenlik yapmış biri olarak tanıdığından, “hadi bakalım” dedi. Yıllar geçti. Okul yapılmadı. R.Osman bir daha seçilemedi. Homurdanmaya başladı. Aldatılanların köylü tepkisi kendiliğinden kükredi. İşe A. Doğan ile L. Mestan parmak bastı. Çözüm bulundu? R. Osman Karagözler Yatılı Okul Binasını unutma şartıyla Bulgaristan Su İşleri Genel Müdürlüğüne 11 bin leva maaşla fuzuli göreve atandı. Umut çırası söndü. Bizdeki etnik sorunlara çözüm yöntemi bu biçimi aldı. Ağzına emzik alan susuyor.  Ahmet Sarayda yaşıyor. Sahnedeki Hacivat L. Mestan. Biz halkın tutuşacağı günü bekliyoruz.

 

İkinci örnek:

 

Yine 15 – 20 yıl mecliste kalan, hatta Meclis Başkan Yardımcılığına yükselen, HÖH milletvekillerimizden Ünal Lütfü “Ben şu Radyo meselesini çözerim!” demişti. Ortada kaldı. Bulgaristanlı Türklerin radyosuz da olabileceğine kendini inandırırken çok nostaljik müzik dinlemiş ve insanın yalnız geçmişle yaşaması mutlu olmasına yeterli olabilir, sonucuna varmış. Bu önemli sonuç hemen ödüllendirildi. “Petrol” şirketi Genel Müdürlüğüne atanırken, maaşın sustukça artacağı söylendi, 14 bin leva ile iş başı yaptı. “Konuşmanın gümüş, susmanın altın olduğuna” o zaman inandım.

 

Demek oluyor ki, Bulgaristan Türklerinin, Çingene ve Pomaklar da dahil, özlemli dünyalarda yaşamaları isteniyor. Etnik bilinçlenme yolunu kesenler, görmemek, konuşmamak, zekâlı doğanların beynine taş koymak ödüllendiriliyor. Eğitim sistemi, kitle iletişim araçları, bilgi kaynakları, elektronikleşen toplum dışında bırakma hep aynı hedefe hizmet ediyor.

Yaşasın İHANET! Yaşarın ETNİK KÜLTÜREL KIYIM!

 

Bir hareket motoru olarak “Hak” ile Özgürlük”

 

Konumuz: Tohum ekilmeyen bir tarlada biten – (HÖH).

İnanın Hak ve Özgürlük hareketi, zulümden kurtuluş ateşi bugünkü ihanetçi sürüsünün kalbinde tutuşmadı.

Bunu bilim çevreleri sahte kişilerden yalan dolan beyanat alarak kendilerini ve halkı anlatmasınlar diye yazıyorum.

Bu işten ücret alan bilginlerden birinin anlattıkları:

Dün olmayan HÖH-DPS bugün var.

Düne kadar İŞİD de yoktu.

Düne kadar bu kadar gaddar bir örgüt bilinmiyordu. Saddam Hüseyin’in tutuklanan er ve subayları Bağdat’ın ‘Bury’ hapishanesinde en modern işkence curcunalarıyla aylarca gece gündüz işkence görmeselerdi İŞİD olmayacaktı.

Çarmıha gerdiği Müslümanların kafası iyice karıştırılmaz ve  akıllar çelinmez olsaydı sonra ellerine verilen silahları gördükleri kişiye sıkmayabilirlerdi. Vahşi insanların katil sürüsünü yaratana bak!

Bu katiller zorla mayalanmıştır. İşkence görenden işkenceci doğmuştur. En ağır işkencelerden,İŞİD ejderhası  doğmuştur..

Kamboçya gerçekliğinde olay farklıydı. İnsan kellesinden piramit diken Pol Pot Parist’e sosyal bilimler okumuştu. Vatansever olması beklenirken ihanet edenlerin kellerine sevdalandı.

 

Hak ve özgürlük niteliğinde en kötü olan, öze ihanettir.

Anadilinde okuyamayan çocuklarımızın, Bulgarca eğitim alma şartlarının iyileştirilmesine de yüksek maaş ceplemek için kıyan ya da Radyosuz da olur, yalnız özlemli müzik yeter “siz bana paradan haber verin”  zihniyetiyle ters dönmek arasında pek fark yoktur. Her iki durumda da temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılmış ya da hasıraltı edilmiştir. Bulgaristan Türklerine hizmet etmek için milletvekili seçilip o zavallıları hemen unutanlar ile diğer örneklerdekiler arasında ne fark var ki. Bu örnekleri işitmezden önce insan vicdanının satıldığını bilmezdim. Totalitarizm döneminde en fazla ezilenlerin politik temsilcisi olan HÖH-liderlerinin geçen hafta Sofya meclisinde totalitarizm katillerinden hesap sorulmasını neden istemediklerini artık daha iyi anlıyorum. Susma bedeli alıyorlar.

 

Bu tohumları kim saçtı?

 

Evet, bu gibi derin irdeleme ve araştırmalar sonucu kitaplar yayınlandı. İnternet üzerinden dağıtılıyor. Dr. Aleksandır Todorov 658 sayfalık araştırmasını bana da gönderdi. Konusu “Bu tohumları kim ekti?” Merakla açıp okumaya sarıldım. İhanet tohumlarını kim ekti, konusunu işlemiz zannettim.  Onun da derdi,  o kara topraktan biten o ilk hak ve özgürlükçüler.

 

  1. Hak partisine ”hak ve özgürlük” yerine neden “kurtuluş” dedi?

 

Türklerin siyasi partisi HÖH’ün 1990’da HAK VE ÖZGÜRLÜK ismiyle ortaya çıkması ilginçtir? Kökleri 1984 – 89 yılları arasındaki illegal nüvelerine dayanıyorsa ki, iddia budur,  bu çekirdeklerin hiç birinin isminde “hak” ve  “özgürlük” (hürriyet) sözleri yan yana yer almamıştır. Doğa ve toplum yasalarına göre ne ekersen onu biçersin! Nasıl oldu da hak ve özgürlük ekmeden, HÖH biçtik?

 

İlk hamlede farklı bir şey beklemek yanlış olurdu.

 

Olayları kendi ağzından anlatırken zevk aldığı yüzünde okunan Necmettin Hak’ın Baraklar köyünde kendi evinde arkadaşlarıyla kurduğu illegal Bulgaristanlı Türklerin Milli Kurtuluş Hareketi bilirkişi incelemesine tabii tutulmuştur. 60 yıl sonra bile Türk halkının Milli Kurtuluş Hareketi etkisinin Dobruca’da sürdüğü sonucu çıkmıştır. Göz menzili boydan boya verimli ova engininde işle güçle meşgul olan insanlarımız “hak” veya “hürriyet” diye yüreklenmedilerse, onlara küsemeyiz. Çünkü 1985’te yüreğimizden alınan Türk kimliğimiz anadil, ahlak, din ve özgün kültürümüz zorlu bir gasptı. Kara toprağın ve anarlın yenisini doğuracağını bilenler bekliyordu. Olaya hak ve hürriyet rengi verilememişti. Gönül rahat Türkler bir evrak değişimiyle ellerinden alınanın derin bilincine tam olarak varamamışlardı.

Aldı da işine yaramadığını görür ve geri getirir,” sesleri dolaşıyordu.

Hak” ve “özgürlük” akıldan geçmezken, başa gelen çekilir inancı, , parmağımızı kesen Tanrı değil bilinciyle aşıldı ve toptan kurtuluş ön plana çıktı. Bu anlamda kurtuluşun alt dokusu hak ve özgürlüktür. “Onun hakkından hukukundan ne olur!” hak zekâmızda belirleyici olandır. Müslüman olmayan birinden bir şey talep etmek hukukumuzda yoktur.

Ne ki, N. Hak demeçlerinde açıklamadığı gibi, örgüt belgeleri de “kurtuluş” öz ve sınırlarına açıklık getirmemiştir. Davanın kurtuluş özüyle yapraklanması son hedefi belirleme açısından belirleyicidir. Kurucu lider bugün de bu konuya açıklık getirmiyor. Müslümanlar haktan hürriyetten söz etmez, Allaha yürüme yolu herkesin yoludur, demekle yetiniyor. Suriye sığınmacılarını görüyorsunuz, torba sırtlayan yolda, bizde de 1989 yazında öyle olmadı mı! Bilmem bu açıklama yeterli oldu mu?

 

Sürgünlerin kurduğu örgütler.

 

Belene” Ölüm Kampı serüveninden sonra Kuzey Batı Bulgaristan’ın Vidin, Vratsa ve Montana illeri köy ve kasabalarına sürgün edilen toplam 517 kişi HAK VE ÖZGÜRLÜK ruhunda bir hareket düşünmemiştir, demiyorum. N. Hak hareketi evinde arkadaşlarıyla kurmuştur. Tutuklular “Belene” den Bulgar köylerine sürüldü. “Demokratik Lig” kendi ortamında Türk olarak yaşamak isteyenlerin sürgünde mayalanan hareketidir. Kısa sürede memleketi sarmıştır.

 

Demokratik Lig” örgütünün isim açılımı: “İnsan Haklarını Savunmak İçin Demokratik Lig.” Mahkeme tescili de bu isimle istemiştir. İsimdeki “Hakları Savunma”, Bulgar direnişçilerinden İliya Minev ve Petır Manolov tarafından kurulan “Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunmak İçin Bağımsız Dernek” isminden etkilenmiştir dense de, Lig evraklarında böyle bir iz yoktur. Örgüt, Bulgaristan Türklerinin haklarını elde kalan ve bizden alınan olarak ikiye bölünmüş görmediği gibi, dava özünü Türk kimliği ile yaşamazsak, yaşamak istemiyoruz, şeklinde dile getirmiş ve yaymıştır. Bu ruhu, daha sonraki yıllarda çıkan “Türk Doğdum Türk Öldüm” gibi eserlerde de görüyoruz.

 

Bugün Sofya Meclisi karşısına durup totalitarizmin dönüşümünü frenleyen milletvekillerine sabah selamı olarak birkaç bozuk yumurta ya da domates fırlatan Nikolay Kolev-Bosiya “Biz Demokratik Lig’e Bağımsız İnsan Hakları Derneğimizin “Türk Kolu” olarak baktık ve “açlık grevlerine de tam destek verdik” derken, onun samimiyetine inanmak istiyorum.

 

1989 Nisanında başlayan ve 900 kişinin katıldığı “açlık grevleri” ilk kez soyut bir istek olarak “HAKLARIMIZI İSTİYORUZ!” sloganı yükseltti.  Hak arama davası Şumen’e bağlı Kaolinovo ve Novi Pazar bölge grevlerinde tutundu. Kemaller (İsperih) ve Ak Kadınlar (Dulovo)  yöresinde rejimin yerel dayaklarını sarstı. Dikkat çeken bir özellikse hak arama direnişlerine kadınlarımızın çok yoğun, kararlı ve cesur katılımı oldu.

 

Hemen hepsi yüksek öğrenimli ve deneyimli militan kadro olan: Yalvanlarlı İsmail Hamzov; Koşukavaklı Mustafa Ömer (Asi); Sarıyerli Sabri İskender; Alvanlı Ali Ormanlı; Nasuf Bilal; Hayrettin Ali; Ali Mutlu, Silistra Doğrularlı Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran) ve daha birçoklarının katıldığı gizli sürgün toplantılarında “hak” ya da “hürriyet” sloganı gündeme gelmedi. Sürgündekiler duruma uygun halkı birden kucaklayacak slogan arıyordu. Batı radyoları, Bulgar makamlarına sunulan resmi belgeler, açıklarken olayı “temel insan hakları” çizgisine kaydırmıştı. Aydınlar hep hapisçi olduğundan bu konuda derin bilgili kadro da yoktu.

 

28 direniş örgütünden bazıları:

 

Öğretmen Avni Veli’nin Cebel’de kurduğu partisinin adı Bulgaristan Türklerinin Marksist Leninist Partisi idi. Direnişlere damga vuran “Ucun Kış” örgütü ve diğer 28 legal ve illegal grup, dernek, hareket ve partinin adında “hak” ve “özgürlük” kavramları yan yana yer almamıştı.

 

1989 Mayıs olaylarından sonra Belgrat, Viyena, Paris ve Kanada’ya kovulanlar arasında en nüfuslu olan Viyana–89 grubunu kuranlar böyle bir isim üzerinde durmamışlardı.

Barı Radyoları, direnişlerimizi,  davamızı duyururken, bize uygulanan yoğun ve şiddetli baskıları dünyaya açıklarken konuyu  insan hakları bildirileri çerçevesinde anlatıp yorumluyordu.

 

Şu özellik ilginçtir. 1960 -1989 yılları arasında parti görevlerinde bulunan ve legal ve yarı legal  yollardan BKP’ye, totalitarizme karşı başkaldıran toplam 824 Bulgar direniş grubunun adında da “hak” ve “özgürlük” sözlerine birlikte rastlanmadı. Bu bilgilerle HÖH isminin bir Bulgar direniş hareketinden taklit edilmediğine dikkatinizi çekerim.

 

1984–1989 zulüm döneminde Bulgaristan Türkleri direniş nüvelerinde birleşmişler. Bulgar devletinden hak ve hürriyet talebinde bulunan olmadı. İsimlerin ve Türk kimliğinin geri istenmesi güçlü bir halk hareketi olarak fışkırdı. Bu bakıma hak ve özgürlük için direniş bütün kalpleri sarmıştı. Yükselen sesler, mahkûmların, sürgünlerin serbest bırakılmasını,  özgür yaşama ve insanca var olmanın etnik haklar açısından 1950 yıllarına döndürülmesinde ısrarlıydı. O yıllarda Türkçe konuşuluyor, her köyde Türk okulu, şehirlerde ortaokul ve lise, Üniversitede bile Türkçe eğitim veren birkaç fakülte, Türk tiyatroları, yaygın bir özenci sanat ve kültürel yaşam vardı. “Hak” dendiğinde o hakların iadesi, “özgürlük” dendiğinde de manevi hayatın yaşayış geleneklerimize, kendi ahlak ve kültürümüze göre düzenlenmesi isteniyordu.

 

Özgürlük Örgütünün doğuşu!

 

Pasajov Dobriç’in Yürükler köyünde doğdu. Sofya Üniversitesi Gazetecilik Fakültesini bitirdikten sonra “Yeni Işık Nova Svetlina” gazetesinde çalıştı. Türk milliyetçisi olarak damga alınca 1976’da işten uzaklaştırıldı. Sofya inşaatlarında çalışırken Türk işçileriyle kaynaştı. 9 Temmuz 1985’te (isimlerimizin değiştirilmesinden 4 ay sonra) Sofya kenarındaki Vitoş Dağı’nda Rodoplu inşaatçı Şükrü Topçu ile birlikte “Özgürlük Örgütü” kurdu. Örgütün istekleri soyutluktan uzaktı: 1) Türkçe konuşma yasağının kaldırılması; 2) Ana babaların evlatlarını Türk ruhunda yetiştirebilmesi; 3) Gençlerin Bulgar kızlarıyla evlilik yapmaması vb öne çekilmişti. Kurucu üyelerden yedisini tutukladı. 8 ile 12 yıl arasında hapis cezası aldılar. İçeri düştü. Yeri gelmişken belirtilim, diğer direniş birimleri “Özgürlük” ten sonra kurulmuştur.

 

Olayın renk değiştirmesi:

 

Son çeyrek yüzyılda çıkan kitap ve yazılarda, 4 Ocak 1990’da Varna’da 33 Türkün katılımıyla Emin Hamdi’nin dairesinde yapılan toplantıda kurulan siyasi örgütün bir parti değil, “hareket” olmasında ısrar eden Ahmet Doğan’dır.

HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİ ismini öneren, hareketin vaftiz babası ise Halim Pasajov (Paker) oldu.

Kurucu kurultayda HÖH Başkanlığına seçilen Pazajov, elinde A. Doğan gibi bir Tüzük tutuyordu.

33 kişiden biri olan Mehmet Özgür Ankara’da yazdığı bir kitapta şu özelliği anlatıyor. Pasajov’un elindeki Tüzük’te “Bulgaristan Türkleri Türk ulusundan bir parçadır,” yazarken, Doğan’ınkinde “Bulgar halkına dahildirler” yazıyordu.

HÖH’ün halkımıza ihanetinin başladığı an, nokta Varna toplantısıdır.

Kabul edilen Tüzük A. Doğan’ın elindeki olduğundan, Türklük davamız o yerde öldürülmüş ve çiğnenmiştir. Bulgar ulusal kimliğini kabullenen bir Türk, Türk kimlik hakları için mücadele edemez. İşte o toplantıda davamız anlamsızlaştırılmış ve o zaman 122. yılını dolduran Bulgarların Türkleri yok etme ve sıfırlama davasına hepimiz esir edilmişizdir. Son 26 yıklda politik temsil hakkı elde edilmiş gibi görünse de, Bulgaristan Türkleri hiçbir konuda hiçbir hak ve özgürlük elde edememişlerdir.

 

Ahmet Doğan’ın saraylarda yaşatılmasının esas sebebi budur.

Bu tohumu kim ekti de hak ve özgürlük davası yeşerdi sihirbazları ise üzerimize zehirli gül suyu serpiyorlar.

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Devam edecek.

Reklamlar