Renginar GÜLER

Hak Ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ile Sosyalist Parti (BSP) ve “Ataka” üçlü ortaklığın uzun ömürlü olmayacağını daha Haziran 2013’te yazdık.

Yine bir yıl önce Başbakan Plamen Oreşarski’in zenginleşen ve Bulgar bankacılık sistemine egemen olmak isteyenlerin temsilcisi olduğuna işaret ettik. Artık düşmek üzere olan hükümetin, bir eli Of shor hesaplarda, bir eli de Rus paralarındadır.  Avrupa Birliği’nden (AB) gelen paralara son santimine kadar el atmakta ısrarlı olanlar onlardır. Artık kendilerinden hesap sorulamıyor. Mahkemeler haklarında karar veremez duruma geldi.  Kısaca bu hükümetin çok zenginlerin hükümeti olduğunu yazmıştık.

Zenginden zırnık kopmaz!” diyenler bugün de haklıdır. 2013’te tütün paralarını bile insan gibi ödemediler. A. (Dönek) “bunkere” kapandı, memlekette açlıktan ölenleri, hastaneye gidemeyenleri, 48’i okuma yazmaya bilmeyen, % 7’si dilenen çocukları görmek istemediği için sokağa çıkmıyor, zırhlı arabasının zamları karartılmış…

Bizi bu maddi ve manevi çöküşe iten nedenleri görebilmemiz için zaman tünelinde geri doğru adımlamak gerekiyor.

Hepimize yıllarca kan kusturan, bizi dünyaya geldiğimize pişman eden, Komünist Partisi’nin(BKP) cici yavrusu olan ve 1990’da herkesin menfaatleri korumak ve karnını doyurmak için sosyal-demokrat bir politika izleyeceği ilan edip sihirbaz şapkasından Sosyalist Parti (BSP) olarak çıkan bu parti çöküşün temelindedir. Bulgaristan’ın bugünkü durumundan en çok suçlu ve sorumlu olan politik güçtür odur. Bulgaristan’ın sosyo-ekonomik ve kültürel olarak çöküşünden sorumlu olandır. 1990’dan beri 5 defa iktidar olan ve bir türlü tutunamayan BSP, iktidarda kalamamasının veya devamlı bölünmeye uğramasının, parçalanmasının ve küçülmesin temel nedeni, politik iktidarını meşrulaştıracak bir ideoloji üretememesi ve toplum projesi olmamasıdır. Başka bir değişle ne yapacağını bilmemesidir. Son 25 yılda daha yüksek emekli maaşı veya ekmek arası 3 köfte için her seçimde oyunu BSP’ye verenler artık sandık başına gidecek durumda değildir. Çok yaşlandılar. Çingene seçmense boş vaatlere doydu ve sefillikten bezdi. Hafızasına tıka basa komünist ideoloji doldurulan ve sosyalistlerce (BSP) de ümit hapıyla uyutulan bu yaşlı ve yoksul tabaka son çeyrek asrı “daha iyi olan belki gelir” umuduyla gözü yollarda bekledi. Toplum her gün geri geri kayadursun, hareket halinde olmak onlar için zevkliydi. Gerilemenin durağı olmadığını kimse bilmiyordu. Bir arada dibe vurduk gibi oldu, ama biz “iyi olanı dibin dibinde” aramaya hazır olduğumuzu gizlemedik. Oyumuzu hep aynı partilere vererek, dibin dibi daha derine doğru kazmaya devam ettik. Her yer karanlıktı. Hareket yönü ise kapkaraydı. Yaşamaya aydınlığı bulup sevmek için gelmiş olsak da, biz karanlıkla aldatıldık.Bu yüzden olacak bir adım atılmış olsa bile bu adımın ne yöne atıldığını aramızda bilen bir tek kişi yoktu. Aydınlığı görmemiş insan onun ne olduğunu nereden bilsin?

Sosyalistlerin kurduğu hükümetler de karanlıkta kuruldu ve karanlıkta yönetildi. İşleri de hep karanlıktı. A. (Dönek) de aydınlıkta yaşamak için kapalı yaşamaya razı olduğu “sarayda” hep karanlık içinde yaşıyor, çünkü onu kapadıkları “bunkere” cereyan verilmiyor…

Başbakan P.Oreşarski hükümeti de, yola ışık verecek hiçbir ideoloji aramadı. Zenginlerin (oligarşi) devleti soymasına kapı aralamak için kurulmuştu. En iyi hırsızlıksa karanlıkta olurdu. Bu yıl da böyle geçti. Şimdi yeni umutla seçime gidiyoruz.

Koalisyon hükümetlerin yönettiği sosyalizmden vahşi kapitalizme dönüş ideolojisi henüz yazılmamıştır. Resmi adı geçiş dönemi olan “çöküş sürecinin” üçlü hükümet  – HÖH-BSP ve “Ataka” gibi plansız programsız ortaklıklarla yönetilmesi ise, ancak sorumluluğun paylaşılması için tasarlanmıştır. Bu duruma bizde “kimin eli kimin cebinde belli değil” denir. Ama A. (Dönek)in adamı olan Danço Peevski elini, Sergey Stanişev’in adamı olan bankacı Tsvetan Vasilev’in cebine sokunca hükümet depremi oldu. İktidar yıkılıyor. Karanlığın en büyük kuralı şudur: Çalınan çırpılan paylaşılmaz.

Dedelerimizin atalarının eski kuralı şöyleymiş:

Hanla yıl boyu savaşa gidilir, ganimetler Han köşkünde toplanırmış. Yılsonunda Han askerlerinin hepsini aileleriyle birlikte ziyafete davet eder, yiyip içildikten sonra, ambardaki ganimetlerden herkes kendine gerekli olanı alır ve evine dönermiş. Eğer kimse ganimetlere el sürmez ve Han’a “hepsi senin olsun” derse, buun anlamı “biz artık seninle birlikte savaşmak istemiyoruz” imiş ki giden geri dönmez, başka Hanlara katılırmış…

Şimdi dünya değişti A. (Dönek) “saraya” kimseyi davet etmiyor, kimseyle bir şey paylaşmıyor. Hep “baba bana” diyor. Bizim değişle “iyice Bulgarlaşmış”…

Bulgar devletinin güdümlü ve planlı kalkınma modeli lağvedilerek, sanayi ve tarım sıfırlanarak, bunların yerine kapitalist ilişkilerin daha kolaylıkla kurulabileceği serbest piyasa ekonomisi fikri ve modeli dış ülkeden gelmişti. Sosyalist üretim biçimin içinden doğal bir süreç olarak serbest Pazar ekonomisi çıkmaz. Bu bakıma, bize gelen reçeteyi ABD uzmanlarından Ran-Ir ikilisi getirdi. Sözde her şey hızla sözüm ona özelleştirildi, yani yok edildi. Amerikalıların isteklerine göre ne yapılması gerekiyorsa hepsi hemen yapıldı. Topraklar bir şekilde geri verilirken traktörler, kamyonlar, biçerdöverler, su bombaları v.b. hurdaya çıkarıldı. Satıldı. İnekler, düveler, mandalar, koyun kuzular satıldı, kesildi, yendi ve sayalar boş kaldı. 1 milyon sığırdan 90 bin inek kaldı. Küçük ve büyük ölçekli üretim ünitelerinden 13 500 adet yok edildi. Bu her şeyin dibine kibrit suyu dökme işi yani yok oluş kriz yönetimi mühendisleri tarafından yönetilmedi. O gün bu gün hallerde bir türlü oluşamayan yeni ve adil toplum düzeni kuruculuğunu yönetecek mühendislerimiz şimdi de yok. Kafası çalışan ve eli iş tutanlar “fırsat bu fırsattır” deyip, şapkasını alıp gözün gördüğü yere kaçtı. Tarlalar nadasa kaldı. Fabrikalar çöplük oldu. Pınar ve dereler o gün bu gün ağılıyor.

Ekonomik alandaki çöküş sosyal yaşamı öylesine vurdu ki, biz bugün Avrupa Birliği (AB)  ülkeleri arasında en yoksul, en sefil olduk. 1989’dan daha düşük ücret, safi gelirden daha az pay, daha az ve tamamen yetersiz emekli maaşı, burs, sosyal yardım aldığımızı itiraf ediyoruz. Sağlık ve eğitim sistemi neredeyse tamamen çökmüş durumdadır. Bizim için bu gerçeğin en acı tarafı, HÖH partisi, BSP ile birlikte 5 defa iktidar ortağı olurken, asıl olur da etik azınlık bölgeleri bütçeden, milli gelirden ve AB fon ve yardımlarından en az pay alır. İçimizi yakan ateş budur!?

Bu feci olaya başka bir açıdan da bakalım. 1990’da Bulgaristan’da olan sosyo-ekonomik açıdan bir “devrim” midir, yoksa baştan aşağı bir “karşı-devrim” midir? Yoksa bizi köleleştiren bir çöküşten başka hiçbir şey değil midir? Şimdiye kadar bu konuyu yazan gazeteci, araştırmacı yazar tanımadım, bu konuyu analiz eden kitap bulamadım. Bizim istatistikçilerse işitenleri ve okuyanları nasıl aldatalım derdine düştüler.

Basın diliyle konuşursak, yaşanan Geçiş Süreci, otoriter, totaliter bir baskı ve terör rejiminden, devlet güdümlü ekonomik gelişme modelinden serbest Pazar ekonomisine geçiş yani katı bir baskı rejiminden demokrasiye, çoğulculuğa, hak ve özgürlükler düzenine sıçrama ise, bu HAYVAN bizde kısır mı doğdu yoksa? Neden hiçbir başarı elde edilemiyor. Yoksa bizden istenen,  bazı çoban torunlarının, şoparların “saraylarda” yaşamsından, zırhlı “Jeep” araçlarla yolculuk etmesinden, korumalı yaşamasından ve su yerine viski içmelerinden memnuniyet duymamız isteniyor da, biz mi anlayamıyoruz?  Her şeye, ezilmemize, açlığımıza, yoksulluğumuza ve çaresizliğimize göz yumakla yetinmemiz mi isteniyor? Gerçek demokrasi buysa “gözü kör olsun!” – halkımızın son çığlığı budur.

Halkın ağzında dolaşan bir de fıkra var:

“Tütüncü gelinlerimizden biri sırtındaki ağır kafesin altında iki büklüm köy yolunda sırt tırmanırken yıllardır milletvekili olan kravatlı bir bey onu durdurur ve “Gelin gelin saat kaç?”  diye sorar. Gelin “saat 25’ der. Milletvekili “Hiç saat 25 olur mu?” der. Gelin öfkeyle “Adsam 25 sene milletvekili olur mu?” der.

İşlemeyen saat, çalışmayan meclisin, çöken politik, ekonomik iktidarın ve çaresi olmayan sefilliğimizin fıkrasıdır bu…

Soruyoruz: Bu programsız hükümet ne iş yaptı? Bu hükümetten nasıl hesap sorulur?

Cevaplıyoruz, havanda su döven adamdan hesap sorulmaz.

Her şeyi kökten değiştirme zamanı artık geldi.

 

 

 

ortaklığının da programı yok. Partilerin kendi aralarında Ortaklık Programı olmadığı gibi, bir yıldan beri iş başında olan hükümetin onaylanmış ve halka açıklanmış bir programı da yok.. Soruyoruz: Bu hükümetin programı olmadığına göre ne iş yapar, programsız hükümetten nasıl hesap sorulur.

Cevaplıyoruz, havanda su döven adamdan hesap sorulmaz…

Reklamlar