Neriman E.KALYONCUOĞLU

Tarih: 25 Kasım 2017

Konu:   Dalgaların sesinde Nazım var.  

Deniz dalgaları ve martıların sesinden doğan senfoniyi kimse notalamamış. Balçık martıları Bakırköy martılarından çok farklı, Çetin kaya caddesindeki balıkçıdan uskumru kafası beklerden çıkardıkları seslerde ne birinci ne de ikinci ses var. Aynı kuyrukta boşa kürek çekiyorlar diyebilirim. Hatta aynı balık kuyruğuna dizilen kediler bile kendi aralarında bir başka konuşuyorlar, uskumru başı senin, lüferinki benim miyavlamalarına kulak versen bayılırsın.

Balçık, büyük sevdaların, Prenseslerin, Kralların sahili!  Ferdinand Sarayı avlusuna oturup etraftaki taşların sarısını ve yaprakların yeşili paylaşamayan dalgaların sahile koşarken sürat toplamasını, hızlanırken köpürmesini, köpükleri beyazlığını denizde bırakıp yalıyla kucaklaşmasını izlemek var.

Nazımın 1957 Temmuzunda Bulgaristan’ı 2. ziyaretinde neden başka bir yeri değil de tam olarak Balçık sayfiyesini seçtiğini anlar gibiyim. Hayatı durmadan kaynayan bir kazan gibi gören büyük ozan, kaynayan denizin hayat tenceresinin kapağını kaldırmaktan başka bir de bu yükseliş ve alçalışın senfonisini martılarla sahile dökülen dalgalardan dinlemek istemiş.

Dalgalarla martıları dinlerken ve onları okşayan güneş şualarına sevinirken Beethoven’in violin conçertosu canlanır Nazım’da ve bu ölümsüz eseri en güzel seslendiren David Ostrah kemanıyla okşar kulağını. Balçık’tadır Nazım ama Balçıkta değildir ve kalemine uzanır:

David  Ostrah’a  Mektubumdur

İstanbul’a gitmişsiniz

Konserinizdeymiş,

Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişsiniz.

Yahmura uzanan iki yeliş yaprak gibi gözleri

Bakmış parmaklarınıza.

Mektubunda: “Unuttum hey şeyi” diyor.

Kahırlarından başka unutacak şeyi yok.

“Ağladım” diyor, ferahladım”.

“Dünya” diyor, “güzel, içim “rahat”

Siz kıskandığım biricik insansınız üstat.

 

1 Temmuz 1957, Balçık.

Bu şiirde, martı ve dalgalarda, Beethoven’de ve Ostrah’ın kemanından çok aşk, özlem ve hayata doyumsuzluk var. Denizin öteki kıyıdan getirdiği büyüleyen bir selam. Martının kanadında gelmemiş bu selam, deniz buram buram selam kokuyor. Tuzlanmış balık kokusu gibi net bir koku. Sevda yudumluyor Nazım ve kaleme sarılıyor yine:

Mali Liman

Çok yorgunun, beni bekleme kaptan,

Seyir defterini başkası yazsın.

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.

Beni o limana çıkaramazsın.

Balçık. 1 Temmuz 1957

Denize bakarken, dalga köpüklerinin beyazlığı ile Karadeniz maviliği arasında kaç ton olduğunu saymaya çalışan şairin ruhsal derinliğinin en derinlerinden kazınan bu dörtlük öyle sade duygularla yüklü ki, anlamayana anlatmak imkansız. Aniden boşanmış bir yağmurun damlaları kadar temiz ve sanki “bulamazsın, bulamazsın benim gibi seveni, senin için öleni” diyor  hiçbir kimseye fark ettirmeden. Yıllar sonra, Yunan adalarında aynı hislere yenilenbüyük sanatçı Cem Karaca dünya şarkısı yaratıyor bu dörtlükten ve bütün dalgaları ve martıları susturuyor. Büyük Beethoven bile Nazimla Cem sembiyozu olan bu yeni senfoniyi dilemek için mezardan başını kaldırıyor.

Büyük şairler aynı zamanda feylesoftur. İndirir bindirir serer kurutur. Nazım hayatı doğada okuyan bir düşünürdü. Aynı dün Balçik Botanik bahçesini geçer. Burada dünyanın dört bir yanından bitkiler getirilmiş ve yan yana dikilerek, sulanıp kazılarak birlikte yaşamalarına özen gösterilmiş. Nazım, yeşillikler ve çiçekler arasında dolaşır, dolaşır da bir türlü huzur bulamaz. Bahçeden çıkar. “Telli turnam selam götür sevgilimin diyarına” geçer gönlünden. Hılar ötesinden Çankırı hapishanesinde Kemal Tarih sazının yanık sesi gelir kulağına… Sevgiye mezar mı kazıldı, geçer dünyasından ve karşı alanda yüz yıllık bir ceviz ağacına yönelir. Koklar ağacı, yapraklarının yeşilini, püskül dökmüş dallarını, okşar pıtrak pıtrak ham meyvelerini ve dünyası yeniden açılır. Yine sarılır kalem kağıda:

Ceviz Ağacı

Önce “Bu dünyanın direği yok, Merhametin yüreği yok” demek ister kâğıda, durulur ve yapraklardan aldığı ilhamla şöyle der.

 

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

Budan budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz…

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

 

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında.

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.

Koparıver, gözlerinin, gülüm yaşını sil.

Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.

Yüzbin elle dokunuyorum sana, İstanbul’a.

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüzbin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.

Yüzbin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

 

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Balçık 1 Temmuz 1957.

Son dönem Balçık sahiline gitmişseniz dikkatinizi çekmiştir, ceviz ağacı orada. Yapraklarına yalnız güney konuyor. Meyve veriyor ve kızlar yapraklarını kaynatıp kına yakıyor. Biraz ilerde toprak, yalı ve deniz! Yalı toprakla denizin buluştuğu yer, kah taşlı, yosunlu, kah çukurlu, taşlı. Altın gibi şakıyan sarı kumlu herleri de var. Dalgalar hep karşı sarı kayalara gidip onlarla sevişmek istiyor. Çünkü yosunlarda ve kumsalda iz bırakamıyorlar.  Kayayı oyabilirsin. Sevda burgu gibidir yonar sevgilinin yüreğini. Ayrılık gibi, sıla hasreti gibi… Öyle yaralar açar ki insanda hiçbir şeyle doldurulamaz ve onarılamaz. Nazım’ın yüreğini erittiği gibi…

Gelin bir sonraki defa Balçık’a beraber gidelim. Nazım kokusu yaşıyor. Martılarla dalgalar da orada, kumsal ile yosunlar kış aylarında donuyor. Gevrektir bizim sahilin buzu, üzerine basınca kırılıyor. Tabiatın bin bir haline küsmeyense martılar, deniz, dalgalar, ceviz ağacı ve Nazım. Biz hepsini seviyoruz…

Reklamlar