16 Kasım 2013 cumaertesi sabahı gün doğarken Smolyan ile Blagoevgrat’ın dağ köylerinden, Gotse Delçev’e bağlı Kornitsa’dan, Devin, Velingrad,  Kırcaali, Mestanlı, Koşukavak ve Eğridereden, Haskovo köylerinden, Burgas’ın Koca Balkan köylerinden, Deli Orman, Tuna Boyu kasabalarından, Dobruca’dan, Şumen, Razgrad, Silistra ve Rusçuk’tan Sofya’ya 450 otobüs ile en güçlü lokomotiflerin çekebileceği kadar uzun, tıka basa istifli 2 tren katarı kalktı.

Türk ve Pomak kadro Sofya’ya taşınıyordu. Hak ve Özgürlükler Hareketi kuruldu kurulalı 30 bin kişiyi birden aynı anda değişik yerlerde bir araya toplayıp harekete geçirememişti. Davet edilenler işini gücünü bıraktı ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile HÖH / DPS partisinin başkentin “Kartal Köprü” meydanında ULUSAL ORTAK MİTİNG çağrısına uydu. Basın katılımcıların 50 bin ile 70 bin arasında olduğunu yazdı. 30 bin Türk ve Pomak’ın Sofya’ya toplandığından kimse söz etmedi. Radyo ve TV ‘de büyük olaya ana haber dışında değinse de,  BİR HAFTA SONRA balon patladı. Büyük bir yaraya dokunuldu, sızısı bütün Bulgaristan’da duyuldu.

Sofya’da Üniversite boykotları devam ederken, eski başbakan B. Borisov ücretli saldırganlarla meclisin kapısını ve penceresini kırıp içeri girmeyi denerken, kitle haber araçları başkenti taşradan, taşrayı da başkentten koparmaya çalışırken, ayakları sallanan BSP-DPS hükümetine ulusal destek mitingi düzenleme fikri sosyalistlerin aklına geldi.

HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın ağzı arandı. “Bulgarlaştırma” sürecinden özür dileme bahane edilerek, hazırlıklar yapıldı. Bu miting, aynı zamanda, aynı gün ve aynı saatte B. Borisov’un Plovdiv’e toplayacağı kalabalığa karşı bir kitle gösterisi olacaktı.

BSP ile HÖH geçiş döneminde dört defa ortak hükümet kurdu, fakat bugüne kadar hiçbir yerde ve hiçbir zaman yığınsal ortak gövde gösterisi yapmamıştı. Ayrıca, HÖH / DPS partisinin belkemiğini oluşturan Bulgaristan Türkler ve Pomakları, başkentte örgütlenen bu denli kalabalık ve önemli bir ulusal foruma şimdiye kadar hep beraber davet edilmemişlerdi.

Türkler ve Pomaklar, Bulgaristan Müslüman topluluğunu oluştursalar da,  hem iki dünya savaşı arasına uzanan faşist Çarlık rejimi tarafından, hem de 1944’ten sonraki sosyalist ve totaliter dönemde birbirlerinden uzak tutulduklarından, bu güne kadar gerçekleştirdikleri ortak ulusal eylem yoktu.

1989’un karlı ve sert 29 Aralık sabahı Smolyan, Gotse Delçev, Blagoevgrad, Loveç, Tırgovışte, Kazanlık ve daha birçok şehir ve köyden Sofya’ya toplanan yaşlı genç, kadınlı erkekli Pomak vatandaşlar,  kendi kendilerine, herkesten bağımsız yani Türklerden ve Müslüman Çingenelerden ayrı bir eylem başlattı.

Parlamento binasını kuşattılar.

Bütün Bulgaristan ve dünya önünde dimdik durup Türk isimleri ile İslam dinine göre ibadet ve yaşama haklarını geri aldılar. Bu güçlü eylem, onların XX. asır zaferi oldu.

Bu da 10 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlükler Partisi kurulduğunda, onlar beraberce ve kararlı hareket ederek, politik iradede pekişip, yeni partinin saflarına ana güç olarak girdiler.

O zamandan bugüne, HÖH kurultayları dışında, Pomak ve Türk Bulgaristan Müslüman temsilcilerin Sofya’da ortak ya da ayrı kitle eylemi görülmedi.

16 Kasım 2013 ulusal mitingi, yarım asırdan beri aynı politik örgüte üye olan, oy ve kulak veren Pomak ve Türklerin gerçekleşen ilk ulusal ortak eylemi olduğundan, tarihsel bir öneme sahiptir. Onları, ulusal mitinge davet eden, örgütleyen ve taşıyan BSP’nin ricası üzerine, HÖH / DPS partisidir.

Sofya mitingine çağırılırken BSP Başkanı Sergey Stanışev’in önemli bir konuşma yapacağı, Pomak ve Türklerin etnik kimliğini değiştiren

“Bulgarlaştırma” süreci için herkes önünde özür dileyeceği kendilerine bildirildi.

Daha 1913’ten başlayarak inişli çıkışlı ama hep ağır bir yaşam sürdüren Bulgaristan Pomaklarının isimleri çok defa değiştirildi ve geri verildi.

Barutin, Ribino, Kornitsa ve daha birçok köyde baskı ve terörle Müslüman kimliklerine 5–6 defa saldırıldı. Mezar taşları söküldü ardından tekrar dikildi.

En son kez 1972’de bu kadim dağlarda Müslüman dinine ve Türklüğe ait ne varsa sert kavgalarda yıkıp yakıldı. Adı zülüm olan olup bitenle ilgili yarım asır sonra özür dilemek, ne işti?

Kurşunlarla ölenler mi, dayaktan ölenler mi dirilecek!

Hapishane ve sürgün çileleri mi unutturacak!

Annelerin yürek yarasında sızı diner mi?

İnsansız kalan köyler yeniden canlanacak mı!

Ne olacak?

Yoksa bir silgi mi bulundu, yazılmamış tarih sayfalarını hafızalardan silecek…

İsimleri defalarca değiştirilse de, onlar rüyalarında ataları ile hep Türkçe konuştu, Kuran dinledi,  eşlerine Ayşe, Fatma adıyla hitap etti, Müslüman gibi doğdu ve şehit oldular.

Hiç kimsenin anlamadığı yalnız kendilerinin bildiği bir dilleri olmasa da, ruhlarının sesinde ezan, yaşlılara hürmette İslam vardı.

Pomakların 1990 zaferine tepki büyük oldu. Totaliter komünistler, parti sekreterleri, polis amirleri, kendilerini adamdan zanneden aydınlar ile birlikte aşırı Bulgar milliyetçileri Sofya’yı sarstı, taşradan başkente akın edenler de oldu.

Hem demokrat hem de boynuzlu faşist olan Demokratik Güçler Birliği (CDC) ileri gelenlerinin borusunun ötmeye başladığı zamanlardı.

Sol kanattan sağ cepheye geçtikten sonra, dönekliği dikkate alınmayarak Başbakanlığa yükseltilen İvan Kostov, farklı düşünürken fırsat kolluyordu.

Anti-komünizm ateşini körükleyip parlamentoda “totaliter rejimin soya dönme süreciyle Bulgaristan’da etnik temizlik” yapıldığını söyleyerek Türkiye’ye geçti ve Bursa’da gözü yaşlı soydaşlardan özür diledi.

Bir asır süren, sayısız can alan, hapishane ve sürgün çekileri yaşatan, tarifsiz acılara neden olan, soyları, aileleri parçalayan, acılara dayanamayanlar için Türkiye’ye göç kapısını defalarca aralayan “eritme süreci” ile ilgili defteri bir özürle kapatabileceklerini düşünenler, yanılgı içindeydiler. Bizden özür dilediler diye, Hak ve Özgürlükler Partisi’nden çıkıp, Demokratik Güçler Birliği’ne (CDC) geçen olmadı.

Özür dileme işinin içinde bir başka yanlış daha vardı.

“Eritme” politikasından Bulgaristan’da en fazla çeken Pomak kardeşlerimizdi. Sanki onların defteri dürülmüş, esamileri hiçbir yerde okunmuyordu.

Bursa ve İzmir’de kabul edilen özür “zaman geçtikçe acılar diner, geçmiş unutulur” anlamında olduğundan, üzerinde pek duran da olmadı.

Bulgaristan Türklerin isimleri 1984 – 1985 ’te değiştirildi. Onlar da çok kurban verdi, acı çekti, parçalanıp göç etti, dağıldılar, ama özür yalnız Türklerden değil, faşist-totaliter kıyımdan geçenlerin hepsinden dilenmeliydi.

O zaman yıl 1994’tü, şimdi ise 2013. Bu açıdan, Sofya’ya, bu defa, hem Türklerin hem de Pomakların birlikte davet edilmesinin önemi görkemliydi.

Sofya yolunda Stanişev’in kimin adına özür dileyeceği düşünüp tartışıldı.

Hafızalardaki vahşet izleri Çarlık döneminden, faşist rejimden, totaliter yıllardandı. Nesiller değişmişti. Bir insan işlemediği bir cinayet için özür dileyebilir miydi!

“Eritme”, “Bulgarlaştırma” devlet adına, devlet eliyle, devlet mekanizması baştanbaşa harekete geçirilerek, hiç ayrım yapmadan istisnasız herkes ezilip çiğnenerek gerçekleştirilmişti.

Bu tarihsel cinayeti devlet işlemişti.

O, bir Cumhurbaşkanı değildi. Devlet adına özür dileme yetkisi yoktu. Kendilerine dayanarak iktidar olmuştu. Özür dilemekle arınmak isteyen BSP ise, BKP’nin tarihsel suçunu üslenmiş olmuyor muydu?

Sosyalist Parti,  Dimitır Blagoev’in tarihi 1902’ye dayanan, klasik Bulgar Sosyalist İşçi Partisi’nin mi yoksa Todor Jivkov’un totaliter Komünist Partisi’nin mi mirasçısı ve devamcısıydı!

Modern sosyal demokrat parti görünümüyle süslenip püslünse de, her ağacın kökü, acıların yarası, bugünün geçmişi, Bulgaristan sosyalist hareketinin de tarihi vardı.

Hem Türklerin hem de son defa Pomakların isimleri, T. Jivkov döneminde değiştirildi. İsimlerin geri verilme ise, totaliter rejimin yıkılmasının 50. gününde (30 Aralık 1989) yine aynı BKP’nin seçkin kadrolarından biri olan, ama isim değiştirmeyi yüzkarası bir saçmalık bulan, daha sonra kurşunlanarak öldürülen Başbakan Andrey Lukanov zamanında oldu.

Yoksa isimleri değiştirme ve iade etme konusunda BKP yönetimi ikiye mi ayrılmıştı?

Derinleşen ikilemde, Lukanovcu Sergey  Stanişev’in yönettiği BSP, Boyko Borisov ile şimdiki kapışmada Pomak ve Türklerden bir daha destek mi alıyordu!

Evet, yazılmayan, çizilmeyen ama gösteri alaylarında sloganlara çarpan, keşkek kazanı gibi kaynayan, sorun bu olmalıydı…

Mitinge katılmak üzere otobüslerden inenlere birbirlerine göz kulak olmaları tembih edildi.

Komünist ülkü çökse, Marksist Leninist öğreti güncelliğini kaybetse, baskı ve terör politikası rafa kaldırılsa, totaliter rejim yıkılsa ve sözde demokrasiye geçilse de, başkentten korku havası henüz kalkmamıştı.

Etrafı dört gözle süzen ikili üçlü polis ekipleri mitingcilerden az değildi. Kalabalığa karışıp yeni açılan yeraltı tren hattının “Kl. Ohridski Üniversitesi” durağı üzerinde durdular.

Anakentte trafik iki kat olduğundan, alttan geçenler üstekilerden pek ilgilenmiyordu.

Yılbaşına doğru emekli maaşlarına 50 leva bekleyen yaşlı başkentliler, ikinci çocuk zammına sevinen genç anneler, okullulara bir defalık yardım verileceğini öğrenen ana-babalar onlardan önce gelmiş ve artık kürsüye bakıyordu. Herkesin beklentisi başkaydı:

Gotse Delçivliler geçiş dönemi ile demokrasi sözlerini birbirine karıştırdıklarından yalnızca bir cami için inşaat izin istiyorlardı.

Plovdivliler suları sıkça kesildiğinden dolayı, yarım asır kapalı kalan köprübaşı hamamının hizmete açılmasını ve göbek taşını ısıtmaya hevesliydi. Hamam keyfi nedir bilmeyen belediye başkanlarını ve ömründe Türk hamamına girmemiş B. Borisov’u defil, köylü olsa da, kendilerinden saydıkları Lütfü Mestan’ı dinlemeye gelmişlerdi.

Koca Balka’nın deniz gören Planinintsa köyü heyeti yaşlı ve yorgundu.

Onlar kendi tasarruflarıyla diktikleri yeni camileriyle gururlu ve mihrabı Çanakkale çinileriyle kaplayıp imamdan cennetlik öyküler dinlemeye sabırsızdı. Dağ köylerinde hak ve özgürlük üstüne konuşulandan pek bir şey çıkaramadıklarından suyu kaynağından içmeye gelmişlerdi.

Kırcaali heyeti de kalabalıktı.

Otobüs ve trenle gelenler buluştu. Hepsinin içinden, şimdi müze olan Medrese Binasını Türk Okulu yapmak, Aylık “Kırcaali Haber” gazetesini haftalık politika, kültür, edebiyat ve tarih yayını olarak geliştirmek ve her haneye dağıtmak geçiyordu.

Son bir iki yılda çok aktifleşen “Kırcali. Eu” sitesi gibi görsel haber ve derin yorum yayınlarının her haneye ulaşması sorunu günceldi. Yaşlıların internet kullanmada geri olması, kitle haberleşmesinde engeldi. Bu işte, HÖH gençlik örgütlerine, Sofya, Plovdiv ve Varna’da okuyan üniversitelilere büyük ödevler düşüyordu. Arzularında her cami odasında, her kahvede bir bilgisayar olması, haber ve yorumların sesli okunması ya da detaylı açıklanması gönüllerindeki sıcak özlemdi.

Şumnulular kültür sanat işleri için ek kaynak arıyordu.

İlde birçok sanayi işletmesinin bunalımdan etkilenmeden ayakta kalması kültür sanat işlerine yardımları kendiliğinden arttırmıyordu. Yaz aylarında Türkçeye hevesli öğrencilerin Türkiye’de dil kampında eğitim almalarından memnun oldukları yüzlerinde okunuyordu.

Razgratlılar Türk dilinde 4 saatlik TV yayını geliştirmeyi, haftalık gazete çıkarmayı, kış aylarında güreş antrenmanları için birkaç köyde kapalı spor salonu açmayı heves etmişlerdi.

Karşı kış gecelerinde ocak başı sohbetlerine daha derin bilgili konuşmacılarla hoşgörü ve insan kardeşliğinin derin kaynaklarını açan Şeyh Bedrettin öyküleri dinlemeyi özlemişlerdi.

Sarı Sal tuk dedelerden gelen ve Demir Baba tekkesinde simgelenen iyilik ve güzellik simalarını gönüllerinde yaşatarak hayat gücü toplayan bu insanlarımız, yaşadıkları topraklara sımsıkı sarılmış olduklarından, öfke kültürünü çoktan rafa kaldırmışlardı.

İnanlarında ana motif,  “bir kapıyı kapatan Allah, başka bir kapıyı açar” olduğundan, her şey en sonunda umut kapısına varırdı.

Ruseliler Sofya’ya gelmişken, başkaldırmış faşistlerin hastanelik ettiği Metin’i ziyaret etmeyi düşündüler.

Nasıl olur da birlikte ekip biçtikleri tarlaların ekmeğini yiyen 6 kişiden biri insan düşmanı olur? Bulgaristan’da 1 milyon yabancı düşmanı olduğunu işittiklerinde üzüldüler. Kötü haberler art arda gelince, içlerinden “şu Tuna ırmağı Avrupa’nın bütün suyunu değil, bütün kültürünü Bulgaristan’a taşısa, gene bir şey değişmez,” demek geçse de, susmayı tercih ettiler. Yapacak bir şey yoktu.

Onların hemen yakınında yer alan Akkadınlı heyet, Ahmet Doğan’ın büyük dostu eski milletvekili Günay Seferin malına mülküne el konduğunda ve 400 kişinin işsiz kalmasından tedirgindi. Tribünlerde de göremedikleri Ahmet Doğan’ın ciddi hastalandığı, sık sık dengesini kaybettiği kulaklarına gelmiş, kasabalarından iki milletvekilinin birden yargıya düşmesi ve hapis cezasına çarptırılması hepsini ürkütmüştü. Şu demokrasi olayını tam olarak anlayamadıklarından bir de Sofya kaynağından öğrenmeye gelmişlerdi.

Mitinge toplananları seyrederken Stanişev’i dinliyordum. Birinci derdi, önce totalitarizm ve devleti soymakla suçladığı Borisov’u iktidar köyünden daha uzak tutmak, bir önceki koalisyon hükümetinde Başbakan iken başlattığı “Belene Atom Elektrik Santrali”, Rus doğal gazını Varna’dan Avrupa’ya taşıyacak  “Kuzey Akım” Boru Hattı gibi dev enerji projelerini bitirmek, yeni teknolojilere dayanan üretimleri hem Rus, hem Amerikan hem de Çin sermayesi ile Bulgaristan’a çekmekti.

Bu ödevlerin yerine getirilmesinde nüfusun en dinamik, disiplinli, dürüst, işe yatkın ve çalışkan kesimi olan Türk ve Pomakları yüreklendirmek amacıyla konuşurken gurur duyduğu belliydi. “Soya dönüş” süreciyle ilgili özür diledi, faşist ve totaliter çılgınlığın hangi bir aşaması yoksa tümüyle ilgili mi özür dilediği, pek anlaşılmadı. Bir de, bu büyük özrün Sosyalist Parti Ulusal Konsey kararı mı olduğu yoksa hükümet adına mı yapıldığını açıklamadı.

Neyse, sonunda kendinde cesaret bulmuş ve bütün Bulgaristan Müslümanlarından özür diliyordu ki, bu da dinleyenler saflarında kendisine olan yakınlığı bir o kadar arttırdı.

Olayın derin kökleri arandığında, bir Ukrayna Yahudi’si olan Stalin zamanında uzak Sibirya’nın Burabecan köyüne sürgün edilmişti. Bu olay onun ırk ve insan düşmanlığını, genel Bulgar tiplemesinden farklı anlamasında kesin rol oynarken, Türk ve Pomaklara hitabında özel bir sıcaklık vardı.

Bu davranış Türklerin ve Pomakları kendi içlerine kapayıp cephe politikası stratejisi geliştiren Ahmet Doğan defterini kapatıyor ve ulusal çıkarlar etrafında kardeşçe beraberlik sayfası mı açıyordu acaba.

Dişlerini ve yumruklarını soğuktan değil hiddetten sıkmış katı milliyetçi dinleyicilerin köpürdüğü dikkati çekti. Yapacak bir şey yoktu. Yeni sorumluluğu üslenenler 450 otobüs ve 2 katır dolusu Türk ve Pomak Sofya’ya davet edenler, iktidar ortakları, sosyalistler ve özgürlükçülerdi.

Aslında bu devletin geleceği de başkalarının değil onların güç birliğindeydi.

50 binlik kitlenin havasını aldıkça, bu işe başka bir çözüm olsaydı, insanlarımız “Kartal Köprü” meydanına toplanmazdı, diye düşündüm. Bu meydanda yapılan görkemli eylemler Bulgar hükümet ve devlet politikasına her zaman damga vurmuştur.

 

Reklamlar