Neriman Neriman Eralp KALYONCUOĞLU

Daha isabetli bir ilerleme yoluna yönelmeliyiz.

Son zamanda üzerinde en fazla kafa yorduğum konu, toplumsal çöküşün temelindeki sorunudur. Sosyalist Bulgaristan’da 15 bin irili ufaklı sanayi tesisi vardı. Faşizm zamanından miras, Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikası, Pirdop Bakır İşleme fabrikası, 18 tütün fabrikası ile Plovdiv, Sofya ve Ruse gibi şehirlerdeki eğirme, bükme ve dikme tesislerinden ötesi küçük işlik ve dükkândı. 1944 ile 1989 arasında kurulan ağır sanayi, makine yapım, petro-kimya üniteleri, tarım ürünlerini işleme  – konser ve tekstil fabrikaları sanki bir sihirbazın çubuğuyla yok edildi.

Faşizm döneminde olduğu gibi sosyalist Bulgaristan’da da fikirden ürüne uzanan sanat eserleri yaratamadık. Üstelik dedelerimizin ve babalarımızın elle gördükleri işleri makineleştirerek seri üretim haline getiremedik. Toprağı kara sabanla süren dedelerimizin babalarımıza miras bıraktığı pulluk Alman, 1970’lerden sonra tarımsal üretimimizi belirleyen traktör, biçerdöver ve pompalar da Rus malıydı. Bizim yapabildiğimiz ancak bu ihraç ettiğimiz üretim araçlarının bozulan parçalarını değiştirmek, ayar onarım işlerinde kilitlenmişti.  Son dönemde Dobruca ve Trakya gibi düz ovalarda sesi pek işitilmeden sürüm, kazım, hasat işleri yapan makinelerin bakımını yapan uzmanlar da dışardan gelmiştir. Hayvancılık dalında da Avrupa Birliği yatırımlarıyla bina edilen tesislerde su yem, ahır temizleme gibi işler elektronik sistem düğmesine bağlanmıştır.

Ne var ki biz son 25 yıllık açılımda Bulgaristan’ı tarım sanayi ülkesine taşıyan bir niteliksel değişim izlemiyoruz.

Bu yazımda sizlere, dünya ilerleme hamlesinde öncü olan Japonya’nın ilerleme raylarına oturma tarihçesini anlatmak istiyorum. Bugün Batı dünyasının bile şapka çıkardığı Japonya mucizeyi nasıl yakaladı?

Kuşkusuz insanlar bir şeyi birkaç defa icat etmediklerine ve bilim ve sanatta bugüne ışık tutan icatlar Avrupa’da yaratıldığına göre, onlar Batı’dan aldıkları bilim ve sanatları sanayiye uygulamada, zekâ ve bilgilerinin derecesine göre bazı önemsiz değişiklikler yapmışlardır. Japonların en büyük fazileti, Batı bilim ve sanatını az zaman zarfında alarak, uygulamada başa5rı göstermelidir. Burada sorun, onlar o bilim ve sanayi nasıl aldılar? İşte mesele buradadır:

Bundan 60-70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşından sonra, Birleşik Amerikanın batı yakasında, özellikle Kaliforniya’da kurulan fabrikalarda çalışmak için işçiye çok ihtiyaç vardı. Amerikalıların her türlü bilim ve sanayileri, öğretmen ve mühendisleri bulunduğu halde işçileri yoktu. Amerikan hükümeti dışardan işçi getirmek için değişik kolaylıklar göstermeyi kararlaştırdı. Hatta dışardan gelecek işçileri Amerika’ya taşımak için parasız, göçmen gemileri tahsis etti. Amerika’ya gelecek çalışma hevesli herkese yapabileceği bir iş tedarik edeceğini, Çin’de ve Japonya’da resmen ilan etmişti. Japonlar bu fırsattan istifade ettiler. Ailece Amerika’ya göçe başladılar. Bunların büyükleri fabrikalarda çalıştıkları halde, küçük çocukları okullara devama başladılar. Aynen Amerikalı çocuklar gibi öğrenim ve eğitim alıp yetişiyorlardı. Yaklaşık 8–10 sene içinde, 2 milyon kadar Japon Amerika’ya göçtü.

Aynı zamanda Amerika’ya 5 milyon Çinli de göç etti. Çinliler okyanus ötesine sadece para kazanmak için gidiyorlardı. Günlüklerinden arttırdıkları parayı biriktirerek memleketlerine dönüyor, eğitim gibi hususlara önem vermiyorlardı. Özellikle işaret edilmesi gereken nokta, Avrupa ve Amerika sanayi ve bilimi Çinlilerde pek heves uyandırmamıştı. Birçokları mükemmel sanayi ustası olsalar bile, bilime ve sanata karşı ilgisiz oldukları ortadaydı.

Bu fırsattan Japonlar tamamıyla başka bir şekilde yararlanmayı başardılar.

Japonları derin bir şekilde araştırmış olan bir İngiliz araştırmacı diyor ki:

“Her Japon’un kalbinde bilgi edinmeye ilişkin çok arzulu bir aşk ateşi yanmaktadır. Japon her yerde bilgi edinmeye çalışır. Hatta kesin ölüm korkusu bile bir Japon’u bilgi edinmeye çalışmaktan alı koyamaz. Bu uğurda her türlüğü zorluğa göğüs gerer, amacına ulaşmak için her çareye başvurur. Her türlüğü fedakârlığı tam bir sabır ve metanetle kabul eder.”

İşte Japonlardaki bu özellik ve bu hırs, onları Amerika’da gördükleri bütün ilim ve sanayiyi tâ esasından öğrenmeye sevk eder. Çocukları Amerikan okullarında bilim ve sanatların teorilerini öğrendiği sıralarda, büyükleri de gündüzleri fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda çalışır, geceleri evlerinde gündüzleri yaptıkları işlerin teori ve esaslarına vâkıf olmak için göz nuru dökerler, zihinlerini sarf ederler. Böylece Amerika’da tahsil görmek suretiyle geçirilen 20–25 yıl Japonlara iki tür insan yetiştirmişti.

Biri, hem teori ve teknolojik hem de iş üstünde ustalaşmış ve uygulayıcı bilgiye sahip mühendisler uzman kişiler yani kimyagerler, jeologlar, maden mühendisleri, mimarlar, makine mühendisleri, gemi inşa mühendisleri, astronomlar, iktisadi ve mali bilimlerde uzman kişiler, elektrik mühendisleri, fabrikatörler, şimendifer yolu mühendisleri, köprü yapım mühendisleri, ray mühendisleri, doktorlar, cerrahlar, laborantlar, cerrahi aletler imal ediciler, göz ve ışık mütehassısları, rasat aletleri imal edicileri, gemi kaptanları, top ve tüfek imali mühendis ve ustaları, piyano ve müzik aletleri fabrikatörleri, muhtelif dokuma eşyası imalatçıları ve bunlar için makine imalatçıları, kara ve denizler için harita yapan mühendisler, kağıt ve kurşun kalem imalatçıları, telefon ve telgraf mühendisleri, onlara ait makine ve imal edicileri, camcılık, seracılık ustaları, meşrubat imalatçıları, mücellitler, gazeteciler, matbaacılık ustaları, sebze ve çiçek bahçıvanları, halıcılar, nakkaşlar, kibrit ve ateşle ilgili sanayi ustaları, makine ile kundura üreten ustalar, saatçiler, kuyumcular ve daha nice bin türlü sanayi mühendis ve ustaları. Diğeri de bu mühendis ve ustaların tertip ve tanzim ettiği planlar üzerine, bilfiil makineleri, binaları, köprüleri, gemileri, fenni aletleri, tezgâh ve takımları imal eden işçilerdir.

Ne zaman ki, Japonya’da fabrikalar kurulmaya başlandı, Amerika’da hazır yetişmiş olan  bütün Japon mühendisler, ustalar, sanatkarlar Japonya’ya dönerek  fabrika binalarını yaptılar ve icap eden fabrikaların  Amerika ve Avrupa’dan ithal, bazılarının doğrudan doğruya memlekette imal edilerek, mahalline kurarak, işletmeye başladılar ve böylece sanayiye  ve medeniyete ilişkin bilgiler Japonya’da oluştu.

İşite görülüyor ki, bu bilgileri, ustalığı ve sanayiyi, Japonya kendisi yaratmadı, Amerika’dan ve Almanya’dan aldılar.

Bizim işçilerimiz de Bulgaristan’dan Rusya’ya, Komiye orman kesmeye, Sungur’a gaz poru hattı döşemeye gittiler, inşaatlarda çalıştılar, ama kazandıkları paralarla Türkiye’ye göçe zorlandılar. Öğrenilen hiçbir işe yaramadı. Bulgaristan’daki Rus fabrikalarında çalışan işçiler de robotlaştırılmıştı, yaptıkları işin neye yaradığını, hatta dünyanın en büyük denizaltılarına parça üretseler de, bu işin bilincinde değildirler. Bunun için çöktük ve düştük. Ve bütün Bulgaristan’da aynı manzarayı görüyoruz.

Bugün ekmek parası için Avrupa’ya akım var. Ne ki bu örgütlü bir akım değil. Herkes kendi derdine çare ayıyor. Yılda Bulgaristan’a 860 milyon Euro gönderenler, memleketteki yakınlarını yaşayabilmelerine yardım ediyorlar.  Bizim Dobruca’da dönüm başına 550 kilo buğday aldığımızda bayram ediyoruz. ABD ve Batı Avrupa bizimkilere göre çok elverişsiz olan şart6larda 1 100 kilo organik buğday almaya başladı. Bizim tarım ülkesi olabilmemiz için tarım üniversitelerinin yenilerine ihtiyacımız var. Avrupa’ya kaçan ve üniversite seçmekte zorlanan gençlerimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Şu an biz Bulgaristan Türkleri en modern donanımlı 1000 uzman üniversiteli yetiştirmeden ilerleme yolunda bocalamadan zor kurtulacağız. Partilerimizin, derneklerimizin vakıflarımızın el ele verme ve yepyeni yollar ararken birleşmeleri zorunlu oldu.

Bir sonraki yazımda, Bulgaristan’da devletin dini eğitime ve ezbercilikle gençlerimizin körleştirilmesine neden olanak tanıdığı ve olumlu baktığı, neden özellikle dilimizin yasaklanması üzerinde durulduğu üzerinde durmak istiyorum

Okudunuzsa lütfen arkadaşlarınızla paylaşınız.

Reklamlar