Dr. Nedim BİRİNCİ

Tarih: 17.09.2015

Konu:  Faşizme doğru gittiğimizi artık herkes belirtiyor.                           

Bulgaristan’da ve Bulgaristan için en büyük tehlike nedir?

Meclise sunulan ve milletvekillerinin üzerinde anlaşamadığı 2016 Yılı Devlet Güvenlik Ajansı raporu, meclisi birkaç parçaya böldü.

Raporda büyük tehlikenin Rusya olduğunu iddia ediliyor.

Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) için en büyük tehlike GERB – Aşırı milliyetçilerin iktidarı, devlet ve belediye bütçelerinin soyulması, paraların aşırılması, başkalarının kazançlı işlerine el atılması ve rüşvettir.

Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Genel Başkanı Mustafa Karadayı mecliste verdiği demeçte, 2017’de Bulgaristan için en büyük tehlikeyi “Yurtsever Cephe” olarak ortaya çıkan aşırı sağcı, ırkçı, şoven üçlü grubun oluşturduğuna işaret etti.

Hak ve Özgürlük Hareketi, kurulsun mu kurulmasın mı konusunda 1990’da savcılık raporunu hazırlayan ve “kurulmasına müsaade edilmesin” sonucuna varan, o yılların genç Bayan Savcısı, daha sonsa BSP Milletvekili ve şimdi de “21. Yüzyıl Hareketi” partisi lideri Tatyana Donçeva ise, “Bulgaristan için en büyük korku nedir? konusunda şöyle dedi: “Bulgaristan’da kesin ilerleyen 1930 yıllarının Almanya faşizmidir. Naziler Yahudileri öldürmekle işe başlamışlardı. Yahudilerden sonra komünistler toplama kamplarında yok etmişlerdi. Sonunda önüne geleni yok etmeye niyetlendiklerinde, kimse kendini koruyabilecek durumda değildi.

Donçeva, Sofya Meclisinde gerçeklerin konuşulmadığını, tehlikelerin gizlendiğini söyledi.

Sofya TV programlarına bakılırsa en büyük tehlikeler para için insan kaçırılmasıdır.

Kuşkusuz Bulgaristan’da bütün kötülüklerin kaynağı, komünizm illetinin kökünün kazınmamış olmasıdır. Bundan 9 yıl önce ülkemizde ilk kaçırılan Stanko Kolev’ti. Kolev işyeri Ardino (Eğıri Dere) yöresi olan bir iş adamıydı. 200 işçisi vardı. Devlete her ay 400 bin leva sosyal sigorta ödüyordu. Bir Alman projesini yönetiyordu.

17 Eylül 2017 günü bütün Bulgar medyası onu anlattı, bir de demiryolu makasçısı Slavço Kolev’i anlattılar. Kolev bundan 9 yıl önce traverslere basa basa işe giderken önce rayın kenarında 20 leva sonra da 50 metre ilerde büyük tomar tomar para bulmuştu. Bu kadar çok parayı bir arada bulunca adeta şaşırmıştı. Polise haber verdi. Saydılar tam 140 bin leva bulmuştu. Söylemese, söylemeyebilirdi. Onu gören olmamıştı. Isız bir yerdi. Maaşı 320 leva idi. Bu para onun hayatını değiştirebilirdi.

Olay şöyleydi. İş adamı Kolev, kapısına polis üniforması ve polis arabasıyla gelen 3 kişi tarafından alı konulunca, kafasına çuval geçirilmiş, götürüldüğü yere götürülürken 3 araba değiştirmişler. Varacakları yere varanınca kafası bastırılmış, bir mahzene indirilmiş, orada eski bir minderin üzerinde elleri kolları bağlı 7-8 gün yatırılmazdan önce, bir mikrofona beyan vermesi istenmiş.

Bu mesaj eşineymiş. “1 milyon leva bulup, beni kurtar karıcığım!” dedirtmişler.

İş adamının bankadaki parası sadece 6 bin leva imiş. Karısı eşten dostan, tefeciden derken yüksek faize karşı bu parayı toplamış ve gelen telefona “Parayı hazırladım, gelin vereyim ve eşimi serbest bırakın” demiş.

“Hayır,” demişler. Sen yarın saat 10’da Sofya – Mezdra treninin son vagonuna bineceksin ve bizden telefon bekleyeceksin” emrini vermişler.

Kadıncağız elinde bir Pazar çantasına 1 milyon levayı sıkıştırmış ve kimseye haber vermeden ertesi sabah tıpış tıpış Sofya Merkez Garı’nda “Mezdra” yolcu treninin son vagonuna oturmuş.

“Kurilo” ara durağını geçince telefon çalmış ve “çantayı yolun sol taraşına at” demişler.

O da camı açmış ve para dolu pazar çantasını trenin penceresinden fırlatırken “Hayrını görmeyin, gözünüz çıksın!” diye bağırarak ağlamaya başlamış.

Ne ki, yüksek süratin rüzgârından açılan çantadan paralar biraz saçılmış ve makasçının bulduğu 140 bin leva işte bu paralarmış.

Avrupa’nın en yoksul insanlarının yaşadığı Bulgaristan’da “Onurlu Makazçı” filmi çekilmiş. Makasçı göklere çıkarılmış. Film “Kan” Festivaline gitmiş, ama tutmamış. “Tamam, makasçı bulduğu paraları geri vermiş, fidyeciler paraları iade etti mi?” Diye sormuşlar. “Hayır, “polis olayı çözemedi,” deyince, “siz bu filmi Bulgaristan’da oynatın” demişler.

Stanko Kolev, serbest bırakılırken yüzünde büyük bir yara kalmış. Şöyle, Gözlerine koli bantlarından yapıştırmışlar ve her gün üzerine bir yeni kat daha ekliyorlarmış. 7-8 kat öyle kalın olmuş ki, boşandırmak için hızla ve güçle çekince bant derisini soymuş ve yüzünde derin iz bırakmış.

Yatırımcı  Almanlar “Biz senin gibi iş adamlarıyla çalışmayız” demişler, onu işten kovarken, yatırımı da kesmişler ve 200 kişi de işsiz kalmış.

O da içinde güç ve cesaret bulup bir daha işbaşı yapamamış. Onu kurtarmak için eşinin eşten dosttan topladığı paraları varını yoğunu satarak ödemiş ve şimdi ruhu felç geçirmiş biri gibi, evden kahveye kahveden eve ömür törpülüyor.

Kamuoyu temsilcilerinin medya stüdyolarında tartıştıkları, hadi dış ulusal tehlike “Rusya” fakat “iç tehlike” daha büyük ve daha dehşetli, devlet ve iktidarın, savcılık, polis, DANS ve berelerin başa çıkamadığı çok büyük bir tehlike gece gündüz kol geziyor ve kapı çalıyor.

2 sene önce İç İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan, bugün Rusya taraftarı “Ataka” partisi Ulusal Koordinatörü Svetlozar Radev, fidye olarak toplanan paraların Bulgaristan’da “gece kulüplerine yatırıldığını ve bulunabilmesinin imkânsız olduğunu”  açıkladı.

Tartışmalara bu defa,  “Bulins” adlı Bulgar sigorta şirketi şefi, Devlet Milli Güvenlik Ajansı DANS Başkan Danışmanı Petrov da karıştı ve katillerin ve fidyecilerin bulunamamasının nedeninin bu işlerden sorumlu olan Başsavcı Yardımcısı Boyko Naydenov olduğunu açıkladı. Başsavcı Yardımcısı, bazı kişilerin gelip ifade verdiğini, fidye için insan kaçırma işlerine katıldığını, paraları aldığını ve sonra gidip “Vitoş Dağ” ında filan çamın dibine gömdüğünü gelip iftira ettiğini, 2 şahit olmadan Bulgar yasalarına göre hiç kimseyi tutuklayabilme olanağı olmadığını  açıkladı.

Bu büyük bir itiraf tabii. Bulgaristan Türklerinden içeri düşüp de kolu kırık, kaburgaları ezilmiş, gözü görmeyen, dayak yemekten defalarca bayılmış, sakatlanmış çıkanların 2 şahit gösteremedikleri için hep eli bağlı kaldılar. Bu, daha 1934’ten bir yasadır ve 1944’ten sonra hiç değiştirilmeden uygulandığı gibi, şimdi de geçerlidir. Burada Bulgaristan’da komünizmin kökü kazınmadı derken, faşizmin de yeniden kükrediği ortadadır. Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı, Ekonomi Bakanı ve her bakanlıkta birer bakan yardımcısı “Yurtsever Cepheden” oldukça, faşizm tehlikesi hepimizin kapısını çalıyor.

2009’da “ben fidye için insan kaçıran, el kol kesen, kulak ve dil kesenlerin” kökünü kazıyacağım vadiyle hükümet olan B. Borisov hükümetinin yaptığı bir son açıklamada. Fidye için insan kaçıranların, “1944’ten önce faşizme karşı dağa çıkan partizanların torunları olduğu ve iktidardan pay istedikleri” gün ışığına çıkarılmıştı.

O zaman bu güçlerin kökü kazınamadı. Sadece 2-3’ü içeri atıldı. Topladıkları paralar geri alınmadı. 19 kişi ve arkalarındaki şirketler, aileler, çevreler perişan oldu. Stanko Kolev kaçırılınca 200 kişi işsiz kalmıştı. Alman yatırımları kesilmişti.200 işçinin arkasında üçer kişi olsa 800 kişinin ekmek teknesi kırıldı. Bu olay çok ciddi olmaya başladı.

Bulgaristan’da faşizm 1919’da sonra, Birinci Dünya Savaşı’nda silah kaçakçılarının, Çiftçi Partisi ve halk lideri Aleksandır Stanboliyski’yi elini kolunu, kellesini keserek başlattıkları ve art arda 2 askeri darbe gerçekleştirerek oturttukları bir gaddarlıktı. O zaman, 1919 Nöyi Barış Anlaşması gereği ordudan atılan ve  “biz devletiz” diyerek 1923’te askeri darbe yapan subaylar hortlamıştı. Yasaklar, tutuklamalar, keyfi uygulamalar tırmandıkça tırmanmıştı.  Bu bakıma Bayan Donçeva’nın tespitlerine tamamen katılıyoruz.

Şöyle de bir gerçek var. “Fidye için insan kaçırma” şeklinde gelişen ve gerginliği iyice tırmandıran Bulgar terörü ile başa çıkma konusunda sıradan vatandaş hükümete, İç İşleri Bakanlığına, DANS ve diğer devlet kurumlarına güvenmediğini gizlemiyor. Kaçırılan ve serbest bırakılması için (son rakam) 690 bin leva ödendiği açıklanan Andreyan, olayında Başbakan Boyko Borisov kaçırılan gencin babasına polisi ve tüm öteki güvenlik birimlerine haber vermeden hareket etme ve oğlunu kurtarma hakkı tanımıştır. Bu üzerinde çok derin düşünülmesi gereken bir olaydır ki, burada söz konusu olan, hükümetin katiller karşısında pes ettiği anlamına geliyor. Aynı zamanda kâh uyuşturucu, kâh fidyeci ve kâh başka bir tip terörist yakalamak için her gece 10-15 dairenin basılması da gerginliği çok tırmandırmış bulunuyor.

Böyle bir durumda dünya yansan umurunda olmayan DOST partisi yönetimi, işi gücü bırakmış, Ahmet Doğan’ın yıllarca uyguladığı “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” taktiyle, Lütfi Mestan’ın eski tiki yuvası Demokratik Güçler Birliği (CDC) harabeliğiyle ittifak kurma temaslarına girdiği basına yansıdı. Ahmet Doğan 28 yıldan beri insanlarımızı semerleyip uyutmaya çalıştı, L. Mestan da şimdi insanlarımızdan kan alıp CDC’ye akıtmak ve onu canlandırmak peşindedir. Biz ne zamana kadar ona buna uşaklık etmeye devam edeceğiz.

Para sesinden başka hiçbir sese uyanmayan Halkın Demokrasi ve Hürriyet Partisi yönetimi her can alıcı konuda olduğu gibi şimdi de susmayı tercih ediyor.

Halkı korkutmak için her gün insan kaçırmaya hazırlanan gizli güçler finans oligarşinin emrindedirler. 1923’te ve 1934’te askeri darbeler para babalarının emriyle yapılmıştı. 1944’te darbe Moskova’nın emriyle yapıldı. 2009’dan beri Avrupa Birliği ve ABD’nın emrinde olan Borisov hükümeti, ayakta durabilmek için “sürekli huzursuzlukla haklı sindirme” taktiğini seçti.

Siyasi çevrelerde gezen söylentilere göre,  Fşist “Ataka”, “VMRO- İç Makedon Devrim Hareketi” ve “Bulgaristanı Kurtarmak İçin Milli Cephe” Mart ayında yapılan seçimlerde TC’deki sandık başına gönderilen aşırı milliyetçi serbest seçim yapılmasını engelleyen kadroları gönderilmesine onay verdiği gibi, aşırı milliyetçi, şöven ve Avrupa Konseyi’nin faşist olarak nitelendirdiği kadroların hükümete katılmasına da “evet” demiştir. HÖH-DPS partisi ikili oylamaya devam ediyor. Gerçeklerin ortaya çıkmasından korkuyor.

Memleket içinde çok büyük bir çelişki var.  Bu, zamanı 28 yıl önce dolan, fakat hala ayakta kalmak, balkımızı baskı ve terör korkusu içinde tiril tiril titretmek, dayanamayanları memleketten kovmak ve tek başına hükmetmeye devam eden komünist güçlerle hayat hakkı isteyen özgürlükçü ve demokrasi güçleri arasındadır. Aynı zamanda tek uluslu ve tek dilli Bulgar devleti ile ülkedeki azınlıklar çoğunluğunun anadilde eğitim, özgün kültürel gelicim ve kimsenin karışmayacağı bir yaşam otonomisi hakkıdır.

Eylül sonunda Bulgaristan’da grev ve protesto hareketleri başlıyor. Montana askeri sanayi tesislerine bağlı silah fabrikalarında grev hazırlıkları tamamlandı. Maaşlarına % 15 zam isteyen polisler ulusal direnişe hazırlandı. Protesto eylemlerine katılacaklarını ilan eden itfaiyeciler yeni elbise ve zam istiyor. Okullar başladı, öğretmenlere yüzde yüz zam yapılacağı vaat edildi. Şimdilik her şey boşa çıktı.

Devam edecek.

Reklamlar