Şakir ARSLANTAŞ

Konu:  İçinde bulunduğumuz durumun bilincinde olmak zorundayız.

Bizim başımıza gelen kötülüklerin arasından en ağır olan, bize DOST olarak görünmeyi kabul ettirmeyi başaran DÜŞMANA sarılacak kadar alçalmak zorunda kalmış olmamızdır.

Burada kendini DOST olarak gösteren, hak ve özgürlük uğruna verdiğimiz davadan geldiğine hepimizi inandıran, kendini kabul ettirirken,  aslında hepimize, davamıza ve etnik Müslüman azınlığımıza ihanet etmiş biri olan Ahmet Doğan’dır.

Onun hakkında yazılan birçok kitabın birincisi “KİM KİMDİR?” başlığı altında gazeteci İliana Benovska kaleminden 1992’de Sofya’da çıkmıştı. Eserin ön sözünde “o her zaman daha zayıf olanın yanında oluyor” diyen Benovska, gerçeği göremediği için iletişim ortamında gölgede kaldı. Çünkü A. Doğan “her zaman ancak zayıf olanın yanında yer alır gibi göründü”, ama halktan hiç birine asla el uzatmadı. Soru cevap şeklinde yazıulan kitaptaki ilk soru:

  • Ahmet Doğan, siz kimsiniz?

Cevap: Ancak susarak cevap verebilirim…

Kitabı daha öte okumanıza gerek yok, çünkü verilen cevapların hepsi uydurmadır.

Özellikle genç okurlarıma, atalarının, dede ve ninelerinin, baba ve annelerinin çok şerefli insanlar olduklarını, mücadele veren insanları aldatmanın çok zor olduğunu, onlar direniş ateşlerinden gelmişlerdi, demek isterken, 1989’da memleketimizde kalan kardeşlerimizin oyuna getirildiğini, tuzağa düşürüldüğünü anlatmak istiyorum. 4 yıldan beri Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi çalışmalarına canla başla katılıyorum. Yazılarımı yazabilmem için köyümü, insanlarını, onların geçmişini ve emellerini bilmem yeterli olmadı. Yüzlerce tarih ve felsefe, psikoloji ve araştırma eseri karıştırmam gerekti. Çalışmalarım benim için de çok yararlı oldu. Dünyaya birkaç yeni pencere açmak gerekti.

Bunlardan biri içime açılan penceredir. İnsan başkalarını anlatabilmek için önce kendini anlatabilmelidir. Olay şöyle ki, her defasında bilgisayarımın başına oturduğumda başka biliri  değil, kendimi, kendi bakış açımla, kendi dünya görüşümle kendimi anlattığımın farkına varınca, duruyor, bazen bir sigara püfletip, kendi kendime “çiziden çıkma” diyorum.

İkincisi köyüme ve köyümün insanlarına ve yetiştiğim doğaya açılan penceredir. Bu açıdan bakarken fer insanın farklı olduğunu, farklılıkların toplamının köy nüfusunun ruh halini oluşturduğunu, insanlar arasındaki ilişkiler canlı olduğunu, bunların arasında yakın akrabalıkların başta geldiğini ve belirleyici olanınsa, yaşlılara gösterilen saygı olduğunu görebildim. Köy hocamıza ve muhtara, doktor ve baytara, öğretmenlere olan saygıya da özel bir yer ayırmam gerekir.

Bizim köyümüz dış dünyadan haber alan bir merkez, haberleri harmanlayıp öğüten bir değirmen ve onlardan faydalanma yolları arayan bir mekanizmaydı. İnsanlarımızın kimliğini belirleyen dili, dini, gelenek ve göreneklerimizle birlikte biraz da Bulgar toplumu içinde yaşamamız, çocuklarımızın Bulgar ilk ve ortaokulunda okuması ve işyerlerimizin de Bulgar ortamında olmasıydı. Köydeşlerim iki işgal görmüştü.

1878’de topraklarımıza Varna limanından giren ve Şumen’deki Osmanlı Ordusuna saldırma hazırlıkları yaparken bugünkü ismi Suvorovo olan (Kozluca) kaza merkezinde konuşlanan Rus ordusu ve ikinci defa da 1985 Şubatında, yani bundan 31 yıl önce katlı kışlı bir havada Bulgar Ordusu zırhlılarınca kuşatıldı ve dolayısıyla işgal edildi. Bu iki işgal, özellikle de ikincisi köydeşlerimin ruh hali üzerine fazlasıyla olumsuz etki yaptı. Bizde, “adil ol canımı al” diye bir söz vardır. Devlet bize karşı adil davranmamıştı. Bu olaydan sonra köyümüzün ahalisi üçte iki oranında azaldı, Büyük Göç büyük yaralar açtı. Sızıları dinmiyor.

Size köyümü ve insanlarını anlatırken, kendilerini çok özlemiş olacağım. Zorlanıyor. Yakın ve akrabalarının zulüm gördüğünü yeniden yaşamak boğucu etki yapıyor. Bu nedenle anlatmak istediğim olayı size, bir arkadaşımın vaktiyle bana anlattığı bir olayı anlatarak sunmak istiyorum.

Hikâye şöyle olmuş. Güzel bir Türk kızı, Türk düşmanı manyak bir yabancıya âşık olmuş. Adama deli gibi tapıyormuş (Bizim, köylülerimiz 1985’ten sonra mücadele başlatıp sonra Hak ve Özgürlük Hareketine ve onun Türk düşmanı lideri Ahmet Doğan’a taptığımız gibi.) Adam Türklere o kadar düşmanmış ki kendisine âşık olan kıza Türklerden intikam alma kiniyle yaklaşıyormuş. Türk kızının kendisine olan büyük aşkını sırf bu intikam duygusunu tatmin için istismar etmeye başlamış. (A. Doğan’ın köyümüze büyük bir okul yaptırdığı, içini kitapla doldurduğu ve asla hizmete açmadığı gibi.)  Kıza bin türlü hakaretler, eziyetler ediyormuş. (Okulsuz çocuklara okul kapısını göstermek de bir eziyet türüdür.) Bunlara rağmen kız, ona deli gibi tapıyor, adamın her sözünü ayet gibi biliyor, her aşağılayıcı hareketinde bir keramet arıyormuş.

Adam, bir gün kızı karşısına dikmiş. Seninle heyecanlı bir oyun oynayacağız demiş. Buna göre kızı bir duvara dayamış. Ellerini ve ayaklarını olabildiğince yanlara açarak duvardaki çivilere bağlamış. Böylece kız, ellerini ve ayaklarını hiçbir yere hareket ettiremez olmuş. (1985’te köyümün basıldı gibi, felç olmuştuk) Sonra bacaklarının arasına, apış arasına tabure üstüne bir elma koymuş. Karşısına geçip 50 metre uzaklıktan elmayı vurmak için silahla ateş etmeye hazırlanmış.

Bu durumu gören kız, bağırmaya, yalvarmaya başlamış. Yapma etme, yanlışlıkla beni vurursun, ölürüm falan dediyse de, adam aldırmamış ve nişan alıp silahını çekmiş. Elmayı vurmuş, kıza bir şey olmamış. (Tam bizim isimlerimizi değiştirdikleri ve elimize yeni kimlik verildiği gibi) Sonra elini ayağını çözmüş. Kız şoka girmiş bir vaziyette adama sarılarak hüngür hüngür ağlamaya başlamış.

Hikâye kısaca böyle. Bu hikâye bugün bize neleri çağrıştırıyor birlikte bakalım.

26 yıldan beri, hepimiz Türk düşmanlarına sanki âşık olmuşuz. Ahmet Doğan gibilerine tapar gibi olmuşuz. Dışarıdan ve içeriden bütün Türk Müslüman düşmanları, kayıtsız şartsız tapar duruma gelen boş kafalılar, gözü körler durumuna gelmişiz, oysa aynı zamanda bizim kendilerine taptıklarımız Türklere her türlü hakaret yapılırken seyirci durumda seyircidirler.

İşsiz kaldık, Avrupa kıtasında en yoksul durumdayız, artık % 71 ‘imiz her şeyin kökten değişmesi gerektiğine inanıyoruz. Fakat hala sürüm sürüm sürünmeye razı oluyorlar, orta yerde elle tutulur bir şey yokken gönlümüze boş umutlar ekerek elimizde avucumuzda neyimiz varsa alıyorlar, neyimiz varsa, neyimiz yoksa alavere dalavere ile alıyor, tarihimize, atalarımıza, dilimize, dinimize kültürümüze, bütün dini ve özgün manevi değerlerimize her türlü hakareti yapıyorlar. İnsanımız içine kapanmış. Korktuğu belli. Tüm bunlara rağmen sindirildiği zamanların izlerinden kurtulamayan, onları silkemeyen Türk Müslüman halk onlara sabırlı davranmaya, iki de bir “hoşgörü” diklenmeye, hoşgörü mevlitleri yapmaya devam ediyor, hatta kabul etmek istemese bile düşmanlarına tapmaya devam ediyor.

Son ayların gelişmelerinde Türklüğümüze karşı yeni saldırılar baş gösterdi, neymiş efendim Bulgar Milli Çıkarları ön plandaymış. Bizim Bulgar milli çıkarlarına dil uzattığımız yok da, ülkemizi kavim kargaşası içinde kargaşaya götürmeyi düşünüyorlar. Suriye barbarlığında saldırgan Rus uçaklarının hastaneleri, okulları bombalamasını 2 milyondan fazla cana kıymasını nasıl haklı bulabiliriz. Biz barıştan yana insanlarız.

Son olaylar bize Bulgaristan’da Türk düşmanlarının dışarıda ve içerde işbirliği halinde çalıştıkları çevreler olduğunu ortaya koydu. Ahmet Doğan’ın Moskova ajanı olduğunu Bulgar ve Avrupa basını yazdı. Bulgar makamları henüz tedbir almıyor. 17 Aralık gecesi Sofya’daki Hak ve özgürlükçülerin Yıl Başı Gecesi töreninde oynanan sahne, öncede hazırlanmıştır. Kendilerine tapmaz olduğumuzun farkına varmış olacaklar ki, çemberi sıkmaya yeltendiler. Amaçları, L. Mestan Başkanın kellesini uçurup, Müslüman Türklere gözdağı vermekti. 4-5 kişinin kellesini tek vuruşta kaydırmak Türk düşmanlarının sadist olduğunu kanıtladı. Türk düşmanlığına dayalı hortlayan etnik ırkçılık propagandaları, düşmanına davranan romantik kız tavrını aratıyor.

Ahmet Doğan başta olmak üzere, bizim düşmanlarımız,  bizim ilericiliğimizi, aydınlığımıza, modernleşmemize, demokrasiye sevdalandığımıza, vatanımızı sevdiğimize, Türkçülüğümüze ve İslam’a bağlılığımıza hasımdır. Bizi NATO-culukla, Amerikancılıkla, Avrupacılıkla, Türkçülükle, Müslümanlıkla suçlayanlara şaşmamak elde değil.

Şahsi fikrime göre, dış düşman (Rusya) Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara özellikle yan bakıyor ve düşmanlık kusuyor. Çünkü biz siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Bulgaristan nüfusu içinde en uyanık kesimiz. Bu arada adalet kapasitemiz de çok yüksek. Böyle olmasa 1989 Mayısında ayaklanamazdır. Ne yazık ki, totalitarizm ajanları, Rusçular 1989 devri değişimde paralarımızı, iş yerlerimizi, din ve kültür müesseslerimizi, okullarımızı yasa dışı yöntemlerle, zorla elimizden aldılar ama ruhumuzu kıramadılar. Bunu o aşık kız hikâyesiyle mukayese ettiğimizde, biz onlar için bir mana taşımıyoruz, kızın her şeyini kendi ekliyle teslim ettiği gibi bir şey, salaklık yani.

Eski yıldan çıkarken ve yeni yıla girerken, Doğan’a bağlı olan hocalar, doçentler, profesörler, politikacılar, gözlemciler, TV yayınları, gazeteler ve radyolar, şarkıcı ve türkücüler efendilerinden paracık alarak hep bir ağızdan Türklerin kimliğine ve değerlerine, dostluklarına ve geleceğine dil uzattılar. Bunu benim bir hemşerimin yapması bana ağır geldi. Ne yazık ki, kimliği yaralanmış kardeşlerim kendilerini efendi yerine, (lider) kılıfına girenlere tapmaya devam ediyorlar. Kendinden kaçıp düşmanın kollarına sığınıp hüngür hüngür ağlayan ve kurtuluşu kendilerine eziyet edenden bekleyenlere tapmakta arayanları kardeşlerimi düşündükçe, çok üzülüyorum. Halkımızı köle durumuna getirebilmek için Avrupanın en sefil tabakası durumuna ittiler ve kenardan gülüyorlar.

Düşünüyorum da, benim o elmayı apış arama değil, her gün kalbimin üzerine koyup her gün oraya nişan alıyorlar. Ölüp ölüp diriliyoruz ama adamlar bizi öldürmüyorlar. Sadistçe intikam duygularını tatmin ediyorlar. Biz çaresizlik içinde ecel terleri döktükçe adamlar saraylarda katıla katıla gülerken viski içiyorlar.   Gece törenleri düzenliyorlar. Başımıza gelen bin bir derde rağmen, onlar bizim kendilere hala yalvarmamızdan, ayaklarına düşmemizden, kucaklarına atlamamızdan, hak ve özgürlüklerimizi yine onlara teslim olmakta bulmamızdan gizli bir sevinç duyarak, bakışarak, gururlanarak bizimle alay etmeye devam ediyorlar. Gün geliyor, ölmekten beter bir ölüm yaşıyoruz. Bulgaristan Türklerinin son 138 yılda başına gelen en büyük kötülüklerden biri – kendimizden sandığımız hainlere inanmaları, gönül vermeleri, hatta tapmaları oldu. Tuzağa düşürüldüler.

Bizim ümidimizi beslememiz ve Türk olarak yeniden doğmamız ve şahlanmamız gerekiyor. Körü körüne bel bağlayan ahalimizi tamamen kazanmak, uyandırmak, bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için kendi aramızdan yeni aydınlara, fedakâr ve cefakâr Rafetlere, Hasanlara, Hüseyinlere, Ayşe gelinlere, Hatice annelere çok ihtiyaç var. Şereflice, soyluca bir hayat yaşamak istiyorsak kendi elimizle başkalarına teslim ettiğimiz bütün maddi ve manevi değerlerimizi tekrar geri olmalıyız. Ruhumuza, kimliğimize, dilimize, dinimize, vatanımıza, toprağımıza, toprağımızın zenginliklerine sahip çıkmalıyız. Bulgaristanlı olmak gurur kaynağımız olmalıdır.

Biz susarak cevap vermek istemiyoruz.

Yeniden konuşmaya, direnmeye, uyanmaya bilinçlenmeye başlıyoruz.

 

Reklamlar