neriman11 Neriman ERALP KALYONCUOĞLU

Konu: Yeni olan eskinin tekrarıdır.

            Dünya sanki Üçüncü Dünya Savaşı’na el atıyor.

            Rusya’nın saldırganlığı yeni bir aşamaya girdi.       

 

Lütfi Mestan’ın başına gelen, III. Bulgar devleti tarihinde daha önce birçok siyasetçinin başına gelmişti.1878’de Bulgar Prensliği Osmanlıdan koptuğunda, uygun idareci bulunup Prensliğe Prens olarak atanması sorunu gündem olmuştu. Berlin Konferansı (1878) ve imzalanan Antlaşmaya göre, Bulgaristan’da kurucu meclis toplanması ve Anayasa kabul etmesi gerekiyordu. Kurucu Meclis Tırnovo’da toplandığında bir Alman Prensi olan Aleksandır I. Batenberg (1857 – 1893) Bulgar Prensliği’nin Birinci Prensi (1879 -1886) olarak kabul etti.

Al. Batenberg  Bulgaristan’a geldiğinde, onu muhafazakar devlet adamları çevreledi. O da kişisel idare kurmaya yöneldi. Şöyle ki, 1879’da kabul edilen Birinci Anayasayı o 27 Nisan 1881 geçersiz ilan etti. Kamuoyunun tepkisiyle 7 Eylül 1883’te yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Bulgar Anayasası Liberal Parti idaresi zamanında rafa kaldırılmıştı. 1881–1883 yılları arasında Prenslik askeri hükumetler tarafından yönetildi. Yasalara hiç  başvurulmadı. Batenger Prensliği yönettiği yıllarda Bulgaristan siyaseti Rusya Çarlığı dayatılan egemenliğinden kopmaya ve Avusturya – Macaristan ve dolayısıyla İngiltere yörüngesine kazanılmaya çalışıldı. Prensin tahtan indirilmesi ve Bulgaristan’ı terk etmesi 1878’den sonra Rus Çarı II. Aleksandır çizmesi altına girmek istemeyen Bulgaristan halkının tepkisi ve direnişi sonucu gerçekleşmişti. Bir neden daha var tabii, Bulgar Prensliğini Güney Rumeli ile birleştirmeye çalışan Batenberg Berlin Anlaşması maddelerini çiğnemişti. Onun memleketimizden ayrılması Liberal Parti (Radoslavov) hükumetinin ilk dönemine rastladı.

Bulgar Prensliği’ne Batenberg’in yerine getirilen ve 1893 – 1908 yılları arasında Bulgar Prensliği Prensi olan Ferdinand Saks Kobur Gotski Rusya Çarlığı’ndan uzaklaştırma siyasetine devam etti. Osmanlının da teşvikleriyle Bulgaristan Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya cephesinde yer almıştı. 1944 yılına kadar Bulgaristan Nazı Almanya’sı cephesinde kaldı. Buna rağmen, Bulgaristan demokratik kamuoyu İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sına Rus cephesine göndermesi için ordu vermedi. Berlin’e karşı dönen savaş yolunu Budapeşte’ye kadar Sovyet Ordusu ile birlikte yürüdü.

Bulgar siyasetindeki Moskova yörüngesine dönüş 1944’te oldu. İkinci Dünya Savaşı neticesinde, Bulgaristan’ın III. Ukrayna Ordusu tarafından istila edildi. Güney Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki Sovyet egemenliği 1945’te koyulaştı. Moskova yörüngesine dönüş çok kanlı ve trajik oldu. Resmi verilere göre, faşist dönem katilleriyle hesaplaşan Halk Mahkemeleri’nden yüzlerce idam cezası kesildi. 72 toplama kampı kuruldu. Toplam 300 bin kişi yok edildi. O yıllarda “Belene” Ölüm Kampı açıktı. Harıl harıl çalıştı.

Şu dönemde, özellikle de 2004’te Türkiye’nin de yoğun yardımlarıyla Bulgaristan Cumhuriyeti Kuzey Atlantik Paktı (NATO) siyasi ve askeri örgütüne kabul edildi. Bulgaristan halkı Batıya yönelik adımlarını 2007’de Avrupa Birliği (AB) üyeliği ile sıklaştırdı. 2015 yılında AB ve Birleşik Amerika’nın (ABD) Putin Rusya’sına yaptırımlarına Bulgaristan da katıldı. Moskova ile dış ticaretini sıfırladı. Halen Rusya’dan sadece doğal gaz ve petrol alıyoruz.

Suriye katliamı dünya savaşı başlatabilir.

İşte böyle bir ortamda, Şam diktatörü Esad’ın sözde daveti üzerine Rusya uçaklarından atılan bombalarından 2.2 milyon Suriyeli öldü, 4 milyon sakat kaldı, 12 milyon kişi evini yurdunu terk etti. Sığınmacı alaylarının Avrupa yolculuğu ortaya çıktı. Yolları Balkanlardan geçiyor. Bulgaristan çok yoksul olduğundan bizde kalmak istemiyorlar. Onlar Avrupa ülkelerine yerleşirken beklenmedik yeni bir durum meydana geldi. Avrupa Birliği’nden değişik sesler çıktı. Milliyetçilik ağır bastı. Devletlerarasına dikenli del ve beton duvarlar gelirdi. Sınırlarını kaldırmaya hazırlanan ülkelerin sınır kontrolleri sertleşti. Avrupalılar kendi içine büzüldü. Sığınmacıları durdurmak 2015’in ana siyaset konusu oldu.

Rusya Türkiye ve Suudi Arabistan askerlerini Suriye’ye gömelim propagandası yapıyor.

Anlaşılan eski kıta sığınmacı istemiyoruz. Arap ülkelerinden gelenlere karşı dalgası yükseldi. Yeni oluşan durumun şiddeti azalmıyor. Olayları Bulgaristan iç siyasetini son derece şiddetli etkiledi. Avrupa’nın terörle mücadele bayrağı altında birleşmesi bekleniyordu, olmadı.

AB parçalanması ve öncelikle Müslüman düşmanlığı olmak üzere yabancı aleyhtarlığı ağırlık kazandı. Halep’ten kaçan Suriyelilerin Bulgaristan’a yönelebileceği tehlikesi belirdi.

Avusturya’nın mali, maddi ve asker-polis desteğiyle göçmen dalgasını durdurma çabalarının Makedonya Yunanistan sınırına kaydığını gösteriyor. Avrupa doldu. Bulgaristan sığınmacı dalgasının ülkeyi istila edeceğinden korkuyor. Savaş tırmanmaya devam ederken yalan makinesinden buhar çıkıyor.

Münih Güvenli Konferansı karalama kampanyası göklere çıktı.

Rusya Başbakanı Medvedev’in Münhen Güvenlik Konferansında hafta sonunda “soğuk savaş” yeniden başladı, dedi. Ardından Rusya propaganda makinesi yalan değirmenini harekete geçirdi. Rus propagandası doğru olan her şeyi ret ediyor. Propaganda siyah beyaz oldu. Türkiye’ye karşı Osmanlı zamanından kalmış karalama ve bulaşık kafası Moskova TV ekranlarından izleyicilerin kafasına boşaltıldı. “93 savaşından” önce Osmanlı ordularının sözde Bulgarları katlettiğini konu eden ressam karalamalarının tümü gösteriliyor. O zamanlar Rus halkını Osmanlıya karşı kışkırtmak için yazıp çizen Dostoevski’nin yazıları her güm yeniden okunuyor. Siber saldırılardan biri hafta sonunda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a yapıldı. Ukrayna devlet yönetimiyle uydurma tercümeli telefon görüşmesi yayınlandı.

Türkiye’nin AB’den para istediği, ege ve Akdeniz kıyılarında güvenlik tedbiri almadığı, tekneleri alabora olan sığınmacıları kurtarmadığı gibi yalanlar çoğaltılarak her dilde yayınlanıyor.

Türkiye’ye karşı propaganda yoğunlaştırılıyor.

Rus saldırı propagandası askeri vitese geçmiş durumda ve her cümlesinde savaş kokusu var.

Rus uzmanlarının açıkladığına göre, T.C. askeri hava güçlerinin hepsini yok etme planı yapılmıştır. Akdeniz’deki Rus savaş gemileri’nde saldırı hazırlığı görüldüğü gizli tutulmuyor. NATO’nun öncü gücü olan Türkiye’nin yok edilmesi konu ediliyor.

Rusya merkez iletişim araçlarında, devlet TV ve radyolarında, Türkiye’ye karşı kötüleme kampanyası alabildiğine devam ederken, Rus halkı tarihinde ilk kez olmak üzere haklı olmadığını bilse de, karalama eylemlerine aktif katılmaya zorlanıyor. Rus saldırganlığına cevap vermede başarılı olan, canlı TV açık oturum tartışmalarına katılan Türk gazeteci Fuad Abbazov, Türkiye Cumhurbaşkanı ve Türk devletinin haklı tutumunu ve davasını başarıyla savunurken, saldırganın neden olduğu yıkım ve katliama her defasında işaret ediyor.

Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen  “Güvenlik Konferansında” Fransız Başbakan Manuel Vals,  modern terörizmle mücadele etmenin diplomatik yolları olmadığına, DEAŞ’in da dünyanın hiçbir ülkesinde ofisi ve temsilciliği bulunmadığını ve arabulucularla dahi görüşmeye yanaşmadıklarını söyledi. Bu cümleden olmakla, total saldırıya geçen Rusya’nın da sözde “anti İslam devleti mücadelesine” katıldığı, ama Türkiye ile yarattığı suni gerginliği aşmak için görüşme masasına oturmadığını, devlet başkanı Putin ile Dış İşleri Bakanı Lavrov’un Türk yetkililerin görüşme tekliflerine yanaşmadığı ve onların da gerçek teröristler gibi davrandığı konu edildi.

Konferansta konuşan İngiliz dış ileri bakanı, Rus uçaklarının sivilleri bombaladığına dikkat çekti.

ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry ise, Avrupa kıtasının İkinci Dünya Savaşından beri en derin göç, terör ve Rusya ile çatışma bunalımı yaşadığını söyledi ve bu defa da Amerika devletinin Avrupa’yı yalnız bırakmayacağını dile getirdi. O, Avrupalıların kendilerini yenilmiş (ezilmiş)  hissettiklerine ve kendilerine meydan okunduğu havasına girdiklerine işaret etti.

Rus basını Münih Konferansında son adımların atıldığını, savaşı durdurabilecek yeni bir durum ve güç olmadığını yazıyor. Yorumlarda Rusya’yı Gürcistan’da ve Ukrayna’da kurduramayanlar, Suriye’de durduramayacaktır, öngörüsünde bulunuyorlar. Bunu yapanlar, Balkanlarla ilgili konuşurken, Rusya’nın Balkanlardaki etki alanlarının genişletileceğinden söz ediyorlar. AB ve NATO üyesi 3 Baltık ülkesinin 3 saatte işgal edileceği tekrar ediliyor.

Ev sahipliği yapan Almanya Başbakanı Merkel ise, Suriye çocuklarının hepsini almanya’ya almaya hazır olduklarını açıkladı.

İşte böyle bir ortamda, dünyaya gözdağı vermek isteyen Rusya Başkanı Putin, hafta sonunda 3 bin kilometre uzun bir cephede hava, deniz ve kara tatbikatı yaptı ve savaş hazırlıklarına devam edileceğini bildirdi.

Rusya’nın AB üyesi 3 Baltık ülkesini işgal etmek için 17 ağır silahlanmış tümeni sınır boyuna dizmesine karşı, ABD 2016’da Orta ve Güney Batı Avrupa ülkelerini savunma harcamalarını 10 kat arttırma kararı aldı ve hazırlıklara başladı.

Rusya’nın saldırganlığını arttırmasına neden olan, bir de Uzak Doğu siyasetinin toslamasıdır. Çin Rusya’dan almayı düşündüğü doğal gazı almaktan vazgeçmiş ve alternatif enerji kaynakları kullanma kararı almıştır.

İşte böyle bir ortamda, NATO’nun içinde ve Batının yanında olan Bulgaristan ve diğer birçok Avrupa devletinden Rus saldırganlığını durdurma açısından ilk kararlı adım olan “CU–24” savaş uçağının düşürülmesine, ayrı ayrı devletler olarak, ilk anda NATO ülkelerinden güçlü destek gelmedi. Avrupa devletleri sanki bunu yaparsak “Rusya bize ne der” – egemenliğini savunan ve bağımsız ve müttefik bir devlet olan Türkiye ile dayanışma içinde olduğunu duyurmaktan çekinen bir ortam hakim oldu. Pek tabii ki, kendiliğinden olmak üzere, Avrupalılar Türklerden neden korkar sorusu gündem olmaya başlarken, Bulgaristan çatırdadı ve olay, Rus baskısıyla olduğu gözden kaçmadı. Lütfi Mestan döneminde, Türkiye egemenliğini savunan ve Rus uçağının düşürülmesini kınayan HÖH bildirisi, yalnız parti yönetiminin başını yemekle kalmadı. Bulgaristanlı Türk Müslümanları “Rusyacı mısın? Türkiye’den yana mısın” sınavından geçti. Medya baskısı altına alındı.  Bir NATO ülkesinde bir etnik azınlık üzerinde iç baskının bu noktada şiddetleneceği beklenmiyordu. Bu olayın motoru olan Rus istihbaratının kullandığı ajan başı Ahmet Doğan ve çetesi,  Bulgar iç siyasetini karıştırmayı başardı. Bulgar kamuoyunun NATO’dan, AB’den ve Atlantik bağlaşıklığından yana olduğuna tereddüt getirmeye çalıştı. Türkiye’nin dayanışma alarak daha da güçlenmesi eğilimine engel olmaya çalıştı. Rusçu, Putinci, biz Rus çizmesi altında olmazsak rahat edemeyiz diye tutturan dazlak kafalılar aktifleştiler. Türkiye’ye, İslam’a ve Suriye’de terörizmin başını ezip barış tesis edilmesi için savaşan güçlere karşı baş kaldırmaya başardılar. Bu arada iç darbe yapan Ahmet Doğan, HÖH partisini bir daha parçalayabildiklerine sevinenler anti-Türkiye dalgasını iyice kışkırtabildiklerinden de memnun olmalılar. Bu bakıma Ahmet Doğan ve ihanetçi yandaşlarının oynadığı rol büyük oldu.

Demek oluyor ki, tarih tekrar ediyor.

Rusya’dan kopma siyaseti vaktiyle Aleksandır Batenberg’in başına değişik belalar sarmıştı. Bulgar halkını Rusya’nın koynuna sıkıştırma politikası 1945’ten sonra yüz binlerin kellesine mal oldu. Bu defa da Rusya’dan kopma ve Batıya ve Türkiye’ye sığınma siyaseti kurban almaya başladı. Bunlardan en yenisi Lütfi Mestan ve arkadaşları olduğunu kabul edelim. Siyasi değişiklerin kozmetik olmaması için derinlere inmeye halkımızla iç içe olmaya çalışmalıyız. Bu büyük kavga nasıl ve ne kadar alevlenirse alevlensin biz mutlaka Türkiye’nin yanında yer almak zorundayız. Doğru ve zamanında haber almak için BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yayınlarını izleyiniz.

Pazar akşam, Rusya TV birinci programında konuşan aşırı milletvekillerinden Vladimir Jirinovski canlı yayında konuşurken Suriye topraklarında son Türk ve Suudi Arabistan askerine kadar öldürmeliyiz, Halep yerle bir edilmeli, canlı kalmasın, çağrısında bulundu. Propagandanın yükselttiği son şiar şudur: “Biz Barış Anlaşmasından Yana Değiliz!” Rusya devleti, silahlı kuvvetleri, toplumsal ve özel TV yayınları, radyoları ve basını seferber olmuş ve savaş hazırlığına başlamıştır. Yakın Doğu’da yürütülecek bütün halkı yok edecek Üçüncü Dünya Savaşı’ndan söz ediliyor.

Devamlılık ve ısrarla yürütüldüğünde bu direnişler demokrasi aradığını ilan eden ülkelerde başarı vermek zorundadır. İşte bir örnek: 2000 yılından beri Kurultay kararları Sofya mahkemelerince onaylanmayan ve kayıtlara kaydedilmeyen Bulgaristan Türkleri Baş Müftülüğü 25 Ocak Kurultayında muvaffak oldu. Kurultay kararlarının kaydının yapıldığına ilişkin mahkeme kararı yayınlandı. Böyleye yasal ve meşru durumumuza dönebildik. Bu kararın mahkemece tasdik edilmesi Müslüman halkımıza rahat bir soluk aldırdı.

Kurultay kararının onaylanması aynı zamanda, polis ve ateist olan fakat Baş Müftülüğü değişik dolaplar çevirerek geçim kaynağı olarak kullanan Nedim Gencev grubuna da çok sert bir darbe oldu. Doktor Mustafa Hacı Başkanlığındaki Baş Müftülüğün yasal çalışmalarına devam etmesi, din şarlatanlarının ve Bulgaristan Türkleri vakıf ve Baş Müftülük mallarına göz dikmiş olan çevreleri niyetlerini suya düşürme yolunda atılmış büyük bir adımdır.

Öte yandan,  Sofya’da Balkan Yüksek İslam Enstitüsü kurulması tartışmaları devam ediyor. Birçok iletişim aracı, Bulgar nüfusun yoğun olduğu kentlerde bu konuda anket düzenleyerek “hayırcı” kamuoyu oluşturup örgütlemeye gayret ediyor. Engeller bitmeyecektir, fakat biz de yolumuza devam etmeye kararlıyız.

Reklamlar