Bu Pazar sizlere “ZAMANI DOLMUŞ İŞLER” başlıklı bir yazımı okutmak istiyordum. Bulgaristan’da 24 Üniversite, Yüksek okul ve Akademi’de devam eden öğrenci boykotlarının toplumda neden destek bulmadığını ve neden etkisiz kaldığını anlatmak istiyordum. Nedeni de, bir ülkede gençlik eylemleri etki uyandırmıyorsa, toplum bitmiştir, can çekişmektedir, mutlaka seçenek aramak zorundadır, gibi soruların nedenleri üzerinde durmayı düşünmüştüm, ama başka zaman, şimdi kısmet değilmiş. neriman-eralp

Kısmet değilmiş, çünkü konumu değiştirdim ve yine Bulgaristan’da son hafta gelişmelerini temel alarak,  “BATAĞI YARATANLAR DEBELENDİKÇE BATIYORLAR” konusunu işlemek istiyorum. Fikir değiştirmeme neden,  şu savcılığa intikal eden, Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkan Yardımcısı yani parti içinde ikinci adam görevinde bulunan ve Bulgar parlamentosunda da Başkan Yardımcısı koltuğuna oturan Hristo Biserov’u bir insan olarak anlatmaktır.
Doğrusunu söylememi isterseniz, Hristo Biserov Haskovo’lu olduğundan ben içten içe kendisine sempati besliyordum, çünkü bizim evde yaşlılar arasında yapılan sohbetlerde Hasdkovo’lu ve Strara Zagora bölgesinden Bulgar hakkında “geniş gönüllü”, “iyi yüreklidirler” dendiğini defalarca işitmiştim.
Hak ve Özgürlükler Partisi Başkan Yardımcılığına atanmasından sonra da “bir de onlardan olsun canım, bir şey olmaz!” diyenler vardı. Biserov hasıraltından su yürüten, ne yaptığını kimseye söylemeyenlerdendi. Demokratik Güçler Birliği Başkan Yardımcısı sıfatıyla, İvan Kostov hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığında, saç kesimini, takım elbiselerini, arabasını, çadırını, karizmasını bütünüyle değiştirmekle kalmadı, taşra mantalitesini Sofya’ya taşımadı, köy soylu olan karısını boşadı, bir oğlu vardı ona da yüz çevirdi. Bulgar burjuvazisinin eski ailelerinden bir çocuklu bir dulla yeniden evlendi, yine eski Sofya kent kodamanlarından birinin eski evini 50 bin USD satın aldı, onarttı ve şehir merkezine taşındı, yürüyüşünü bile değiştirdi.
İnsanlar sırık fasulyesi gibidir, gökyüzü yakın sanıp devamlı tırmanırlar. O da Başbakan Yardımcılığını az buldu. Başbakan İvan Kostov’un istifasını istedi, olmadı ve şıp diye politik çöplüğe düştü.
Düştü de kısa sürede işlerini yoluna koymuştu. Çöp arabasına yüklenip Sofya dışındaki “Suhodol” (Kuru dere) adlı çöplüğe atılmayacağını ve aç kargalara yem olmayacağını sanki biliyordu. Ona “al başını Haskovo’ya dön ve avukatlığına devam et!” diyen de olmadı, çünkü bu demokrasi kurallarına aykırı olurdu.
Çöp kurusunda da olsa, kendisini mutlaka gelip bulacak birileri olacağını biliyordu. Hatta bu kişinin o zamanlar HÖH Genel Başkanı olan Ahmet Doğan olacağını da seziyordu.
Çünkü Ahmet Doğan dalından düşmüş armut toplayıcısıydı, kendisi gibi, çaresizlere olanak sunarak onları kullanmayı ve kendilerinden yararlanmayı zanaat haline getirmişti. Sonra, Ahmet Doğan, Türkler ve Pomakların Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin tabanını biraz genişleterek, “etnik parti” ithamından kurtulmak istiyordu.
Hristo Biserov’un Bulgar seçmen kitlesi arasında fazla nüfus sahibi olmadığını pek bilen yoktu, onun gönlünü kazandığı kesim “Çingene kitlesiydi” daha da somutlaştırmamı istiyorsanız, “Kaldaraç” Çingeneleri “Çar”ını ve onların arasında seçim dolaplarını çevirenleri iyi tanıyordu. Artı evlerine girip çıkıyor, düğünlerine davet ediliyor, onların düzenlediği Hıristiyan törenlerine katılmayı ihmal etmiyor, sofralarında yemek yemekten içki içmekten tiksinmiyordu. Onun, Çingenelerle olan ilişkilerini yakından takip eden birisi olsa, soyunda çingenelik var, diyebilirdi. Bu iddia, Başbakan İvan Kostov hakkında zaten vardı da, onun kullandığı krem ve pudralar ara sıra soyunun cilt rengini ele verirken, bakışları da iddiaları destekliyordu, fakat Hristo Biserov hakkında böyle bir sav öne sürmek imkânsızdı, çünkü Bulgarlardan daha beyaz tenliydi ve kafatasının biçimi de Çingenlerinkinden çok farklıydı. Onun hakkında, benzer bir iddiada bulunmak, cesaret isterdi. Olay böyleyken o, Haskovo’da avukatlık yaparken davalarında vekil oluyordu.
Soy sopu Sırbistan’a uzanan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’a göç eden “Kaldaraş” boyu diğer Çingen kabilelerinden biraz farklı, kör cesaretli, daha hareketli, daha uyanık ve bazı hususiyetleri olan özgün niteliklere sahip olduğundan Todor Jivkov’un totaliter rejimi bile kendilerine bazı ayrıcalıklar sunmuştu.
Örneğin, kayıtsız işler yaparak para kazanmalarına göz yummuştu.
Tabii, bu özel yaklaşım onları biraz şımartmıştı.
 “Kaldaraş” Çingeneleri’nin kodamanı olan Çingene Kiro, “Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla uyanık davranıp acele Viyana’ya gitti. Orada tanıdığı Macar ve Sırp Çingene kabile şefleriyle anlaşarak, birkaç kısım para karşılığı kendine “Çar” unvanı satın aldı.
Böylece çulsuz Çingene Kiro “Çar Kiro” oldu. 1990’dan sonra herkes “Kaldaraş” Çingenesi Kiro’ya  “Çar Kiro” yani Bulgar dilinde (Tsar Kiro) demeye başladı.
Avukat Hristo Biserov müvekkili Kiro’nun davalarına bakarken, evraklara “Çar Kiro” unvanını isim ve soy isim yerine işlemeye başlayan ilk Bulgar avukattır.
Akabinde bu bir usul haline geldi ve mahkeme kararlarında “Çar Kiro” geçmeye başladı ve tabii, Çingenenin yoluk kanatlarında tüy bitti.
Milli konularda çok hassas olan Bulgarların arasında, bir Cumhuriyet olan Bulgaristan’da çulsuz Çingene Kiro’nun kamuoyunda, medyada ve devlet dairelerinde Çar olarak kabul ettirilmesinde eski başbakanlardan ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) yöneticilerinden İvan Kostov ile Filip Dimitrov’la birlikte yine aynı bataklıktan Başkan ve Başbakan Yardımcısı görevinde bulunan Hristo Biserov’un çok büyük katkıları oldu.
Ve bu “liderlerin” kendilerinin yarattığı bu bataklıkta debelenme ve debelendikçe batmaları, işte böyle tam 22 yıl önce başladı.
Bu vesileyle sizlere, Çar Kiro’nun 50. yaş günü kutlama törenini anlatmışlardı ben de sizlere anlatmak istiyorum. Yıl 1992. Tören Plovdiv’e bağlı “Katunitsa” köyünde düzenleniyor. “Katun” göçebe Çingenelerin at arabası alayının konaklamak üzere durduğu alana verilen isimdir. “Katunıtsa” ise, halk arasında ve medyada “Çar Kiro” nun köyü, yani Çarlığın konaklama merkezi anlamında kullanılır.
Doğum günü kutlamalarında, Çarın 3 katlı konağının giriş salonunda sofra kurulmuş ve başköşede iki Bulgar politikacı yer almıştı. Biri, daha sonra Bulgaristan Başbakan olan ve halen Paris’in “Sorbona” Üniversitesi’nde sosyalist Bulgaristan’ı nasıl çökerttiği konularında konferanslar veren FİLP DİMİTROV; ikinci önemli şahıs da bir avukat, Demokratik Güçler  Birliği Başkan Yardımcısı, daha sonra Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve daha da sonra Hak ve Özgürlükler Partisi Başkan Yardımcısı, milletvekili, Bulgar parlamentosu Başkan Vekili olan Hristo Biserov’tu.
Yemeklerin ve içkilerin arasında en fazla dikkati çeken Çar Kiro’nun Konak bahçesinde beslediği kaplumbağaların birsini, kıymetli konukları şerefine kesip, eşi Mara’ya hazırlattığı yemek öncesi özel kızartma oldu. Konuklar Çar’dan gelecek seçimlerde oy isterken, Çar da fırsat bu fırsattır ameliyle gelecekleri açık çok istidatlı yüksek konuklarından,  ön hazırlıkları yaparken, avukatına yazdırdığı bir VAAT LİSTESİNİ imza almak üzere önlerine sundu. Seçim öncesi vaat listesi imzalamaktan kolay ne var!
Yakın geleceğin başbakanı F. Dimitrov altın kalemini cebinden çıkarıp listeyi okumadan imzaladı ve böylece birkaç ay sonra Çar Kiro ispirto ticareti lisansı ve bir içki fabrikası kurma hakkı ile ödeneklerini elde etti. Büyük adamın kısmeti büyük olur misali Çar Kiro bataklığı böylece mayalandı.
Yıllar geçti Çar Kiro iyice tüylendi, şunu tokatlayın, bunu iteleyin, onun ise canına kıyın diyecek kadar sorumsuzlaştı. O gün bu gün değişen iktidarlardan birisinin ellerini yakasında buldu. İçeri düştü. Geçen hafta Hristo Biserov’un, tüm görevlerinden bir anda alınmasına neden olan, uluslar arası para aklama operasyonlarının açıklanmasından birkaç gün önce, Çar Kiro cezaevinden çıktı. Tamamen yasa dışı ve izinsiz olduğu tespit edilen konağın yıkıldığını gördüğünde, bahçesine gidip kaplumbağalarını aradı. Onlar da yoktu. Çok üzüldü. Kaplumbağalar onun canı ciğeriydi. Bir dişi bir erkek onları Arjantin’den getirtmiş ve özel bakımla çoğaltmıştı. Gelinleri kızları “kaplumbağa falı” bakmaya öğretmişti. Şehir şehir memleket geziyor fala bakıyorlardı, ama asıl işleri zavallı hayvanların sırtlarındaki hava balonuna saklanmış olan uyuşturucuyu dağıtmaktı. Ne yazık ki, iyi bir ekmek teknesi olan bu iş bitmişti. Kaplumbağa sırtında yaşayan Çarlığını yeniden yaratmak için Fransa reveransına tatile gitti. Hapisteyken, eşi Mara’nın hırsızlık yapmak için İngiltere’ye çıkardığı 350  Çingene karısı da Londra’da bir dev alış veriş merkezinde paçayı ele vermiş ve bir uçağa doldurularak Sofya’ya geri gönderilmişti. Zaten bela gelince tek gelmez, ama onların başına gelen zincirleme belaydı.
İşte böyle Çar Kiro’nun ardından onun büyük BATAKLIĞINI YARATANLAR DEBELENDİKÇE BATIYORLAR, batmaya devam edecekler ve etmelidirler. Bu onların yazgısıdır. Ama bir korkum var.  Bu işin ucu hep bize dokunmaya başladı. Dibe batanlar bizi de dibe çekecekler diye korkuyorum, endişeleniyorum ve endişemde haklıyım.
Halkımızın önünde, soydaşlarımızın karşısında itibar yitirenler, partimizi, Hak ve Özgürlükler Hareketini Çingene bataklığına kaydırdılar ve politika üzerinde kirli yağ gibi devamlı şakımak hevesiyle batmaya mahkûm olduklarını fark edemediler.
Bataklıktan koparak, debelenerek batanlarla göbek bağımız olmadığını, kanıtlamak zorundayız.
Neriman Eralp
Reklamlar